Berlin Sendromu / Berlin Syndrome 9 Haziran’da Sinemalarda

Berlin Sendromu / Berlin Syndrome 9 Haziran’da Sinemalarda

Share Button
İlk uzun metrajlı filmi Somersault (2004) ile Cannes Film Festivali’nde Un Certain Regard bölümünde yer alan, ikinci filmi Lore (2012) ile dünya prömiyerini Sidney Film Festivali’nde yapan Cate Shortland, Berlin Sendromu / Berlin Syndrome filmi ile 9 Haziran’da izleyiciler ile buluşacak.

Filmin Konusu

Avustralyalı bir fotoğrafçı olan Clare, Almanya’daki Sovyet mimarisini fotoğraflayıp bir kitap yayınlamak için Berlin’e gelir. Bu sırada tanıştığı birçok kişi içinde en çok ilgisini çeken kişi, bir beden eğitimi okulunda İngilizce öğretmeni olan Andi olur. Aralarındaki çekim, hızlıca tutku dolu bir geceye ve Clare için endişe dolu bir güne bırakır. Andi, daha önceki kurbanlarını da götürdüğü evde Claire’i hapsetmiş ve onu, iki sevgili gibi yaşamaya zorlar. Sıkışıp tutsak kaldığı evden her kaçış girişiminde Andi’nin gazabını arttıran Clare’in tek umudu, dışarıdan gelecek bir yardımdır…

YÖNETMEN İLE SÖYLEŞİ

Bu hikaye sizin için ne ifade ediyor?

Berlin Sendromu, “geri kalmış” Avustralya’dan uzaklaşıp daha kozmopolit ve havalı bir yer arayışında olan genç bir kadının hikayesi. Clare, kendini bir sanatçı olarak yeniden tanımlamak isteyen, Berlin’in memleketi olan Brisbane’in varoş havasını yakasından atacağını uman biri. Birçoğumuz gibi o da, sıradan, tekdüze ve basit olanın da kendi içinde bir sihre sahip olduğunu fark etmiyor. Andi ile karşılaştığında Avrupa idealinin onda vücut bulduğunu düşünüyor. Önce ona tutuluyor sonra da onun tutsağı oluyor. Andi için Clare, fantezilerini gerçekleştirebileceği bir araç. Gerçek bir şey istemiyor. Andi ve Clare, birbirlerinin hayallerine cevap olacak kişiler. Ama Clare’in istediği şiddet değil; ilham ve sevgi. Sevgiye bağımlı biri. Andi ise, kontrol bağımlısı biri.

Bu hikayeyi sizin için çekici kılan neydi?

Karakterler ve aşırıya ulaşmış durum ilgimi çekti.

Clare, ayrıntılara takıntılı biri. Gününün büyük bir kısmını ayrıntılar içinde geçiriyor. Hayatta kalmak için bedeninden soyutlanıp, beynine sığınıyor. Kırılgan ve kendisinin farkında. Zamanla güçlü ve başının çaresine bakabilen birine dönüşüyor. Onda hiçbir şey, keskin hatlarla çizili değil. Hiçbir şey anlamlı değil. Film ilerledikçe, ölebileceğini fark ediyor. Ayrıca Avustralya’da bıraktığı güzelliğin de farkına varıyor: Ailesi ve onu kendisi yapan yer. Hepimizin aşırıya kaçmış bir versiyonu: Yetiştiği yeri reddeden, sonra onun güzelliğinin farkına varan biri. Filmde birçok aşamadan geçtiğini görüyoruz: Kurtulmak için savaşıyor. Korku içinde yaşıyor. Sonra bu durumu kabulleniyor. Ancak bu kabullenme, ölümün yoluna çıkmasıyla aniden değişiyor. Sonunda yeniden bir savaşçıya dönüşüyor.

berlin-syndrome-4

Sosyopatlar ilgimi çekiyor. Andi gibi, hayatını tamamen bölümlere ayırmış bir karakter karşısında da haliyle büyülendim. Yaptığı hataları gömüp, kendini yeni baştan yaratan bir karakter. Her iki karakter de, kendilerini yeniden tasarlıyorlar. İlgimi çeken şey buydu: Tüm bu yapılanma içinde, değişkenliğimizi sürdürüyoruz. Clare, ihtiyacı olduğu için yenileniyor. Onu izleyip, dinleyerek tepkilerini geliştiriyor. Tamamen hayatta kalma içgüdüsüyle hareket ediyor. Andi ise, asıl karakterini toplumdan gizleyerek kendini yeniden tasarlıyor. Hayalindeki kadını bulduktan sonra, onu tutsak alan, onun üzerinde çalışan ve hakimiyeti altına alan biri. Andi, çevresinin bir ürünü. Gölge bir ütopya olan Doğu Almanya’da yetişmiş, annesini özleyen ve hatta belki de gittiği için annesinden nefret eden biri.

Bu filmde hangi temaları keşfe çıkıyorsunuz?

Bu hikayede birçok tema iç içe geçiyor; seks ve şiddet, güç ideası ve yaratma ve başkalaşım ideası…

İki karakter de, sıradan olandan kaçıyor. Clare, önce yakınlığın sonra özgürlüğün özlemini çekiyor.

Andi, kusursuzluğun özleminde. Hayallerindeki ilişkiyi arıyor. Bunu elde etmek için karşısındakini zapt etmeye ve ona şiddet uygulamaya hazır. Clare’e aşina olmaya başladıkça ondan kurtulmanın, onun yerine başka bir model bulmanın peşine düşüyor. Şiddet ve cinayet, amacının yan ürünleri olarak ortaya çıkıyor.

Çekimlere nasıl hazırlandınız?

Senaryo üzerinde çok çalıştım. Berlin’de, daha önce Lore’da birlikte çalıştığım Franz Rodenkirchen ile yakından çalıştım. Bu sırada Polly, yapım tasarımcımız Melinda Doring ve ben, çekim yapılacak lokasyonları araştırdık. Bu süreçte o kadar çok keşif yaptık ki, bu keşifler, filmin tasarım tercihlerine de etki ettiler.

Aktörlerle Berlin’de sıkı bir prova süreci geçirdik. Provalara bir hafta da Melbourne’e döndüğümüzde devam ettik. Yeni fikirler üretip, senaryo üzerinde çalışırken zorlu ama ilham verici bir zaman geçirdiğimizi söylemeliyim ama bu sayede aktörler, karakterlere sahip olduklarını hissedebildiler. Görüntü yönetmenimiz Danille Micich ile bir gün boyunca, karakterleri yargılamadan, sadece duyguları geçirmeye çalışarak, şiddet ve seks sahnelerini nasıl çekebileceğimiz üzerinde çalıştık. En güzel günlerden biriydi. Bize çok şey öğretti.

berlin-syndrome-2

Çekimler nerelerde gerçekleşti? Ne kadar sürdü? Kimler dahil oldu?

Çekimler altı hafta boyunca Berlin ve Melbourne’de gerçekleşti. Program konusunda sıkı sınırlarımız ve çekim yapacak çok alanımız olduğundan zorlu bir çekim süreciydi. Muhteşem ekibimiz sayesinde bunu gerçekleştirebildik. Herkes, iki kıtaya bölünen yap bozu tek parça haline getirmek için azami çaba sarf etti.

Polly ile iki ülkede çekim yapmanın zorluklarını öngörmüştük. Tüm çekimleri Berlin’de yapmak istiyordum ama Polly’nin tavsiyesine uyarak stüdyo çekimlerini Melbourne’de yaptık. İyi de yaptık çünkü stüdyo, tüm ilgisini bize verdi.

Filmde en sevdiğiniz sahne hangisiydi?

Andi’nin babasının evindeki çekimler çünkü o lokasyon, en sevdiğim yerlerdendi. Binayı II. Dünya Savaşı’ndan hemen önce kendi ailesi için inşa eden ev sahibiyle yakın bir ilişki kurduk. Küçükken, Doğu Alman yönetiminde o da, bu evde yaşamış. Birçok hikaye anlattı, harika bir bahçesi ve seramikleri vardı.

Doğada çekim yapmayı seviyorum. Ormandaki çekimler de harikaydı. Tüm gün orada çekim yaptık, harikaydı.

Ayrıca Clare’in evinden bahsettiği Noel sahnesini de seviyorum. Oradaki diyalog, provadan çıktı. Çok taze ve gerçekçiydi. Bu sahnede Clare hem kırılgan hem de güçlü. Andi ise, insanlığını, geçmişini ortaya döken Clare’den nefret ediyor. Clare, ona ne kadar yalnız olduğunu hissettiriyor. Andi, onu öldürmeye o zaman karar veriyor.

, , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir