Benim Çocuğum (2013): Kabule Geçmek

Benim Çocuğum (2013): Kabule Geçmek

Share Button

Devletin aidiyet dayatması, kimlik üzerindeki baskısı bir yana eşcinsel bireylerin ilk sınavı, toplum tarafından kutsanan ailenin bireyi zapturapt altına alma kaygılarıyla başlar. İşine geldiği gibi davranma konusunda usta olan aile kurumu; ret etmeden yok saymaya hatta şiddete ve ölüme kadar uzanan bir yelpazede konunun üstünü örtmeye, yok saymaya ve bu tuhaflığı düzeltmeye çaba gösterir; oysaki LİSTAG* örneğinde görüldüğü gibi başka yollar da vardır. Can Candan’ın eşcinsel bireylerin ailelerinden oluşan LİSTAG ile yapmış olduğu belgesel “Benim Çocuğum”, hem bireylerin varoluş çabalarına hem de bilgi eksikliği yüzünden aileler ile açılan uçurumların nasıl kapanılacağına odaklanan özel bir belgesel.

Asılı kalanlar

Zizek’in anlattığı Tom ve Jerry hikâyesi ilginçtir: Tom (kedi) Jerry’i (fare) kovalarken uçurumun kıyısını aşar ve boşlukta koşmaya devam eder; ancak düşmez havada asılı kalır. Ta ki aşağıya bakıp ayaklarının altında hiçbir şey olmadığını fark edene kadar. Fark ettiği anda ise düşmeye başlar. Konu eşcinsellik olduğunda Türk toplumunun da Tom’dan pek bir farkı yoktur, eşiği çoktan aşmış ancak havada asılı kalmıştır. Ayaklarının altı boştur çünkü bilgisizdir. Belli prototiplere hapsolmuş hatta bu sözde değer yargılarını savunma mekanizmasına çevirmiş bir toplumdan bahsediyoruz. “Elalem ne der” deyip çocuğunu elaleme tercih eden, maalesef ki bilinçlenmeye kapalı bir toplum. Bu noktada belgesel izleyicisine farklı bir kapı açıyor, kabule geçmenin öneminin altını çiziyor. Kabul edenlerin toplumu oluşturan bireylerden farklı olmadığının hatta diğer bireyler gibi kafalarını kuma gömmediklerini, cesaretlerini gözler önüne seriyor.

Havada asılı kalanların arasında “modern aile” kadar devletin “aile ve sosyal politikalar”ı da vardır. Bireyin kendi cinsel yönelimini kabul etmesinde ki en büyük etkenlerden birisi ailedir. Aileden alacağı her destek onu toplumun öğütme/hizaya getirme çarkına karşı gelmesi için en büyük gücüdür. Tabii ki ailelerin bunu kabul etmeleri belirli bir süreç alır, maalesef ki bu sırada ellerinin altından kayıp giden çocukları oluyor. Filmde bu süreci anlatan farklı tepkiler veriyor: Kendilerini suçlamak ise hemen hemen her ailenin başına geliyor. Oysaki sürekli tekrar edildiği gibi bu sadece bilgisizlikten ve kabule geçmeye direnmekten kaynaklanmakta. Eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Aliye Kavaf’ın eşcinsellik hastalıktır sözünün de filmde geçmesi önemli. Bir anne ayrımcılık içeren bu söylemi ötekileştirmeye bağlı olarak şiddet doğuracağını söylemekte. Zaten devletin hemen hemen her alanda yok sayma politikalarının bir karşılığı olan bu zihniyet, hem bilgeye giden yolu kapatıyor hem de anlamsız erk politikalarına vurgu yapıyor.

Bertolt Brecht’in izleyiciyi oyundan uzaklaştırmak, izlenenin oyun olduğunu hatırlatmak amacıyla kullandığı tekniklerden “yabancılaştırma efekti”, var olan sistemin olumsuzlanması yoluyla seyircinin başka alternatifler üzerine düşünmesine yol açar. Can Candan “Benim Çocuğum”da izleyiciyi bir yabancılaştırma sürecine sokup düşünceye sevk eder. Kulak doygunluğu ile bildiği bilgilerin ne kadar boş olduğunu anımsatmak temel hedeftir. İzleyici yeni terimlerle karşılaşır ve son tahlilde aileyi tekrar tanımlamak zorunda olduğu ihtiyacının farkına varır. En basit haliyle kendi çocuklarına sahip çıkmayan bir ailenin toplumdan çocuklarına iyi davranmasını beklemesi ne kadar doğrudur? Bu sebeple kabule geçmek toplum için en yararlı eylem biçimidir.

(*) LİSTAG: LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel) bireylerin aile ve yakınlarına destek olmak için kurulmuş bir sivil toplum örgütü.

twitter.com/gok_gkhn

, , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir