Benny’s Video (1992): Bir Aile Sıcaklığında Sunulan Şiddet Eşliğinde İyi Tüketmeler (2. Bölüm)

Benny’s Video (1992): Bir Aile Sıcaklığında Sunulan Şiddet Eşliğinde İyi Tüketmeler (2. Bölüm)

Yazar Puanı4.5
  • Benny’nin Videosu filminde ailenin zevkle döşenmiş yemek odasına eşlik eden tablolara, mobilyalara vurgu yapan yönetmen tüketim kültürünün aslında bireyi bir sistem içinde yitiren, ama bunu yaparken de tercih eden kişi olarak algılatan yapısına vurgu yapar gibidir. Benzer tabloları, müzik CD’lerini, kitaplıkları üçlemenin diğer filmlerinde de görürüz. Birbirine gönderme yapan bu filmler aslında sınıfına ait olan moda değerlerini bulundurma ihtiyacı hisseden tüketicilerin pek de tercih şanslarının olmadığını seyirciye hissettirir.
Share Button

Michael Haneke’nin Kent Üçlemesi’nin diğer filmlerinde olduğu gibi Benny’s Video / Benny’nin Videosu filminde de, aşırı bolluk ülkesi ailelerinin bu bollukla paralel gelişen boşluk duygularını, her boyutuyla tüketimin pençesinde tatminsiz bir şekilde debelenip duran yaşantılarını, izleyici tüketimi özendirmekten öte onu en aşağı insani bir durum gibi algılatan yaklaşımla verilir. Refah toplumunun orta-üst bir sınıf ailesinin yüzlerinde buzlaşan ifade, birbirleriyle ve dünyayla temassızlıkları mevcut gerçekliklerinin kaskatı bir biçimde verilmesine katkı sunar. Ailenin beslenme alışkanlıkları, zengin partileri, yemek odasını süsleyen; sadece süsleme işlevine sahip pahalı tabloları, evin her yerine hakim elektronik cihazları maddi tüketimin boyutlarını gösterirken, şiddet içerikli video ve felaket haberleri şiddet tüketiminin boyutlarını açığa vurur. Jean Baudrillard’a göre; tüketimin mekanı gündelik hayatsa eğer, gündelik hayatın sıradanlığına dayanma gücünü veren şey dünyaya bir katılım yanılsamasıdır. Ona göre; gündelik onca basitliği ve sıkıcılığıyla, tek başına bir değer olarak yüceltilemez. (Baudrillard, 27-28b)  Dünyadan ve tarihten kopuk olan ve özel yaşamına dalmış olan birey kitle iletişim araçları vasıtasıyla dünyaya katılma yanılsamasını yaşar. İhtiyaç duyduğu yüceltilmiş bir değer olarak kendi yaşantısı ancak tüketilen şiddet ile mümkün hale gelir. Filmdeki karakterlerde de gözlemleyebileceğimiz gibi gündelik olaylara ve şiddete oldukça düşkündürler. Arzulanan şey ise bütün bunların onlara bir oda sıcaklığında sunulmuş olmasıdır. Edilgen olan bireyler için bu edilgenliğin oluşturduğu suçluluk duygusundan arınmak elzemdir. Kitle iletişim araçları bu noktada devreye girer. Püriten ahlak bu temizlenmeyi gerçekleştirmenin olanağını sorgularken hazcı ahlakla bir çatışma yaşanır. İzlenen felaket haberleri ve şiddet filmleriyle sarmalanmış özel alanın tehdit altında hissettirilmesi ve bu tehdide karşı güvenliğin alanı olarak özel alanın bir değer olarak yüceltilmesi bu çatışmayı ortadan kaldırıp çözümler. Güvenli alan olarak özel alanın sürekli meşruluğunu ispatlayan şey, dış dünyanın şiddetinin ekranlara yansımasıdır. Tüketim toplumunu belirleyen ve yöneten güç üçüncü sayfa haberlerine konu olabilecek suya sabuna dokunmayan şiddet haberleri ve görüntüleridir. Baudrillard, Tüketim Toplumu kitabında şiddetin bu şekilde tüketilmesiyle özel alanın yüceltilmiş bir değer olarak karşımıza çıktığını yazar. (Baudrillard, 27-28b) Film boyunca Benny’nin izlediği şiddet içerikli filmler ve haberlerle bu dünyanın dışında konumlandığı yanılsaması oluşturan aile ortamı filmin sonunda bu yanılgıyı altüst edecek şekilde çöker. Dünyaya gerçek bir ilgi duymalarını sağlayabilecek olan gerçek savaş haberleri onlara sorumluluk yükleyecek haberler ise görmezden gelinerek yok sayılır. Böylelikle tükettikleri her şey, sahip oldukları her şey zaten hak ettikleri, içeri kapanmakla kötü dışarısının zalimliğine perde kapatarak elde ettikleri şeylere dönüşür. Bu durum neredeyse sınırsız bir maddi tüketime de yol açar. Güvenlikli özel alanın ödülü olarak maddi tüketim ve hayat tarzları oluşturarak benliklerini inşa etmeye yönelik çabalara eşlik eden tüketim varoluşlarını belirlemeye başlar.

Metaların kendisi tekil olarak ihtiyaca cevap vermekten öte artık kültürelleştirilerek yeni bir yaşam tarzı tüketimine sunulurlar. Reklamların mantığı da böyle işler. Metanın sahip olduğu işlevsellik dışında çekicilik, kültürlü hissetme, kişilik oluşturma, karizmatiklik gibi öğelerle insanların tüketirken bütünsel bir algıyla kendilerini gerçekleştirme arzuları reklamlarla ya da alışveriş merkezleriyle (ki alışveriş merkezlerinin bir diğer adı yaşam merkezidir) harekete geçirilir. Ancak tüketim nesnelerini kategorilere ayırıp kendi kitlesini oluşturma girişimiyle birlikte insanların kendilerini gerçekleştirme arzuları da tüketimin mantığına göre şekillenir. Theodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi isimli kitabında kültür endüstrisinin katı birliğinden bahseder. Adorno, örneğin A ve B filmleri arasındaki ayrımların gerçek farklılıkları yansıtmaktan çok tüketicilerin sınıflandırılmasına, kayda geçirilmesine hizmet ettiğini belirtir. Ona göre; herkes için uygun bir şey öngörülür ve böylelikle bu işlemden kimsenin kaçmaması sağlanır ve herkes kendiliğinden, önceden bir takım göstergelere göre belirlenmiş düzeylere uygun davranmalı ve belli başlı tüketici tipleri için üretilmiş kategorilerden kendine denk düşene yönelmelidir. (Adorno, 51) Böylelikle tüketiciler birer istatistik malzemesine dönüştürülür. Tüketicinin farklı olma iddiası taşıması bu fikirler ışığında zor görünmektedir. Mike Featherstone’a göre; nesnelerin faydalılığının yerini göstergeler ve imajlarla tatmin edilmeye çalışılan bünyelerin kişilik ve tüketim arasında paralellik kurması almıştır. Araçsal ve işlevsel olanın estetikleştirilmesi yoluyla sunulan hayat tarzı bir hayat projesi haline gelir. Tüketim kültürü içerisinde modern birey zevk anlayışının gelişip gelişmediği konusunda onu ele veren evi, elbiseleri, mobilyaları ve diğer kültürel ve sportif faaliyetleriyle bir kişilik kazanır. Tüketim kültürü vaat ettiği bireyselliği sağlamaya giderek yaklaşmaktadır. (Featherstone, 155-156)  Baudrillard da, tüketim tek tek kişilere yönelik bir söylem olarak inşa edildiği için tüketim nesnesinin yalnızlaştırıcı özelliğine dikkat çeker. Ona göre; araba sahibi olanların vergi indirimi için örgütlendikleri ya da dayanışma içinde oldukları görülmemiştir. (Baudrillard, 92b) Baudrillard, özel alanın sistem tarafından yapılandırıldığına ve arzu stratejilerinin varoluşun maddiliğini, eğlencesini kuşattığına dikkat çeker. Ona göre; tüketim nesnesi bir statü oluşumunu ortaya çıkarırken yalnızlaştırmazsa bile farklılaştırır ve toplumsal bir kategoriye dahil eder. (93b) Bunu yaparken bir özgürlük aldatmacası ile tercihte bulunma, satın alma, kendini, yaşam tarzını oluşturma özgürlüğü altında reklamlaştırdığı tüketim aslında tüm bolluk ve refah söylemlerine rağmen farklı düzeyde bir sömürü gerçekleştirir. Tüketici nesnelere hakim hissederken kendini, aslında nesnelerin ve sistemin hakimiyeti altındadır. Horkheimer’a göre; İnsanın eşya üzerinde kurduğu iktidarın yoğunluğu oranında eşyanın da birey üzerinde kurduğu tahakküm o denli ağır olur. (Horkheimer, 146)  Baudrillard, ne kadar çok sahip olursanız, ne kadar çok tüketirseniz o ölçüde kişiselleşirsiniz söyleminin aslında öncesinde var olmayan bir kişilik sorunu ortaya çıkarttığını belirtir. Bu yokluğu peşinen kabul eden tüketici bir kişilik edinmek için imajlar toplamından hareket eder. Baudrillard’a göre; aslında bencilce bir kişilik kazanmaya çalışırken verili bir anonimliğin bir parçası olur. Onu belki sınıfsal olarak bir farklılaşmaya tabi tutan sistem aslında ayrıksı olmasını da engeller. Batılı gelenek özneyi kişi olarak kendi kendisini kişiselleştiren kişi olarak düzenlerken olmayan kişi üzerinden hareket edip bireyselliği de aslında sunulmuş göstergeler arasından kendini kurmasına olanak verdiği için yitik ve ya olmayan bir kişilikten hareket eder ve gerçekte ortaya çıkan kişi de ancak bir anonimin parçası olabilecek bir özgürlüğe sahiptir. (95b) Henri Lefebvre de, Baudrillard’ın görüşlerine benzer bir şekilde; burjuva bireyciliğinin kendi olarak kalma, kişiliği ölçüsünde oluşturduğu zevklere bağlı kalma, konuştukları kelimelerin, gündelik alışkanlıklarının birbirine benzediği bireylerin bunları renksiz ve tatsız hatta gülünç bir şekilde tekrarlamasını içerdiğini ifade eder. (Lefebvre, 157) Farklı bir kişi olma fikrinden, bireyselleşmekten hareket eden kişi aslında birbirine benzeyen bireylerin yaptıklarından farklı eylemler gerçekleştirmez. Yaşam tarzı pazarlanan bir şeydir ve ayak uyduramayan için prestij kaybı mümkündür.

Benny’nin Videosu filminde ailenin zevkle döşenmiş yemek odasına eşlik eden tablolara, mobilyalara vurgu yapan yönetmen tüketim kültürünün aslında bireyi bir sistem içinde yitiren, ama bunu yaparken de tercih eden kişi olarak algılatan yapısına vurgu yapar gibidir. Benzer tabloları, müzik CD’lerini, kitaplıkları üçlemenin diğer filmlerinde de görürüz. Birbirine gönderme yapan bu filmler aslında sınıfına ait olan moda değerlerini bulundurma ihtiyacı hisseden tüketicilerin pek de tercih şanslarının olmadığını seyirciye hissettirir. The Seventh Continent / Yedinci Kıta filminin sonunda ailenin öncelikle bu eşyaları parçalama, kırma girişimleri aslında özgürlüklerini bunlar üzerinden kurma hikayesine inanmadıklarını gösterir. Diğer insanlarla ilişki yerine nesnelerle kurulan ilişki onları özgürleştirmez sadece yalnızlaştırır. Benny’nin Videosu filminde de ailenin benzer bir yalnızlık yaşadığına tanık oluruz. Özel alanın reklamlar ve iktisat tarafından olumlanması sadece nesnelerin üzerine kapanan ailenin, dışarıdan kopuk dünyasına yol açmıştır.

Benny’nin ablası bir iş kadınıdır. İş arkadaşlarıyla verdikleri zengin partilerde sınırsız içecek ve yiyecekler tüketilir. Arkadaşlarıyla oynadıkları piramit oyunu kapitalist sistemin hiyerarşisini andıran, para kazandıran bir oyundur. Paraların havada uçuştuğu bu partileri videodan izleyen Anna artık günümüzde çok masraflı partilerin yapıldığını söyler. Bir yandan iş kadını olan kızlarının başarısıyla gururlanan aile bir yandan da tam olarak dile getirmeseler de bir şeylerin ters gittiğini sezinlemektedirler. Bu videoları buzlaşmış bir ifadeyle izleyen ailenin ifade etmeseler bile bolluğun bilinçaltlarında yarattığı suçluluk duygusu gözlerine yansımıştır. Film boyunca yönetmen bu partilerden görüntüleri gösterir. Bu partilerdeki bolluğun şiddeti izleyiciyi çileden çıkartacak şekilde sunulur. Benny’ye sunulan hayat ve kişilik de onun her gün benzer fast food ürünleriyle beslenmesine, şiddet içerikli filmleri her gün düzenli olarak tüketmesine, koroda şarkı söylerken gizlice elden ele para dolaştırarak uyuşturucu hap almasına, odasını teknolojik araçlarla donatmasına, zamanının çoğunu televizyon izleyerek geçirmesine, her şeye karşı mesafeli ve soğuk bakmasına ve gördüklerini bir kameranın soğuk camının arkasından kaydetmesine sebep olmuştur. Sadece tüketim üzerine sunulan bu hayat onu bir şiddetin kucağına atmaktan başka bir şeye yaramamıştır. Kitle iletişim araçları, bolluk ve refah toplumu denetlenemez bir şiddete yol açmıştır. Bolluk rasyonelleştirilerek bir ilerleme olarak sunulur. Ancak, amaçsız şiddetin en çok görüldüğü yerler gelişmiş ya da aşırı gelişmiş toplumlar olduğuna göre; bolluğun çelişkilerini de görmek gerekir. Baudrillard, fakirliğin, sömürünün olduğu yerlerdeki şiddetten farklı olarak refah toplumunda görülen amaçsız şiddet tüketicilik buyruğuna karşı bir tür karşı yıkıcılık olarak ortaya çıkma ihtimali başka sebeplerin yanında dikkat çekici olduğunu belirtir. (210b) Benny’nin babası sorar: “Neden yaptın, neden kızı öldürdün?” Benny ise cevap verir: “Bilmem, sanırım merak ettim.” Burada yapmaya çalıştığımız bir şiddet biçimini meşrulaştırırken diğerini yermekten ziyade refah toplumlarında ortaya çıkan amaçsız şiddetin tüketimcilikle ilişkisini anlamaya çalışmaktır. İhtiyaç duyulan nesneye yönelerek tatmin sağlandıktan sonra ortaya çıkan hazzın yöneleceği şeyin belirsizliği büyük bir sıkıntıyı açığa çıkarabilir. Baudrillard, bu tüketimciliğe boyun eğen bireyin bu patlamaya hazır sıkıntıyı bir yıkıcılığa dönüştürme potansiyeline sahip olduğunu düşünür. Amaçsız tatmin amaçsız şiddete yol açabildiğinden bunu bastırabilecek ya da bununla baş edebilecek şiddetin daha büyük şiddetlere yol açmasını engelleyecek kimi modeller önerilir. (211b) Özel alanın ve gündeliğin yüceltilmiş bir değer olarak ortaya çıkması için kitle iletişim araçlarıyla şiddet tüketimi belli dozlarda yaygınlaştırılabilir ya da sakinleştiriciler, topluma biçilen roller, psikolojiyi rahatlatmak için her şeyin yolunda olduğunu söyleyen politikacılar aracılığıyla tüketicilerde yıkımın önüne geçmeye çalışırken mutluluk şarkılarının aslında bir yerlerde bastırılmış olanı engellemeyeceğini, her amaçsız tüketicinin amaçsız bir yıkıcıya dönüşmeyeceğini garantileyemez. Biz bunu gerçek bir hikayeden yola çıkan 71 Fragments of a Chronology of Chance / Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası ve yine gerçek bir intihar anlatan Yedinci Kıta filmlerindeki Avusturya gibi bir refah toplumunda amaçsız bir şiddete yönelen karakterlerden ve her gün internet başında okuduğumuz cinnet haberlerinden biliyoruz. Kız çocuğuna uyguladığı şiddetten sonra anne ve babasının hem bu şiddete sessiz kalıp suç ortaklığı yaparak hem de şiddeti daha vahşi bir şiddetle kapatmaya çalışarak özel alanlarının çöküşünü ve yıkımını hazırlamalarını seyreden Benny’nin seyrettiği gibi biz de dev ekranlardan izlediğimiz şiddet görüntülerinden bütün bu rehabilitasyon yöntemlerinin de tüketimin bir parçası olduğunu ve tam da bu sebeple şiddeti ancak arttırabileceğini biliyoruz.

Kaynakça:
Adorno, Theodor W. Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi. Çev. Nihat Ülner, Mustafa Tüzel, Elçin Gen. İstanbul: İletişim Yayınları, 2012.
Baudrillard, Jean. Tüketim Toplumu. Çev. Hazal Deliçaylı, Ferda Keskin. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2013b.
Featherstone, Mike. Postmodernizm Ve Tüketim Kültürü. Çev. Mehmet Küçük. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2013.
Horkheimer, Max. Akıl Tutulması. Çev. Orhan Koçak. İstanbul: Metis Yayınları, 2013.
Lefebvre, Henri. Gündelik Hayatın Eleştirisi I. Çev. Işık Ergüden. İstanbul: Sel Yayıncılık, 2013.

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir