- Atlıkarınca, boğucu atmosferini ve suskun dilini simgesel anlatımlarla destekliyor. Cinsel istismarı yapanın adını Erdem koyan yönetmen, istismara uğrayanın adını ise Sevgi koyuyor. Bazen balığa çıkmak dert oluyor izleyiciye, denizin ortasında sallanan bir tekne yüreğine oturuyor insanın; bazen de buzlu içilen bir bardak su dağıtıyor her şeyi. Açık kalan kapılar, üstü örtülen gerçekler, birbirlerinin gözlerine bakamayan aile…
Atlıkarınca belki de lunaparkın en masum oyuncağıdır ve çoğunlukla çocuklukla ilgili en masum anılarda payı vardır. Kendi halinde döner, diğerlerinin baş döndüren temposundan, adrenalin pompalayan numaralarından uzaktır; ancak dikkatli bakılırsa en korunmasız olanı da odur. Ne düşmeyi engelleyecek bir bariyer vardır ne de başka bir güvenlik önlemi. Bu yüzdendir ki atlıkarıncada yaşanan bir kaza tedirgin eder insanları, beklenmediktir çünkü; hatta çocuk oradan düştüğü için çevrede beceriksiz muamelesi bile görür. Bu açıdan aynı aileler gibidir atlıkarınca: Kendi halinde yaşayan (dönen), içerden bir tehlikenin olmadığı, toplumun en sağlam, düzgün görünen yapı taşları… Ailelerdeki çarpıklıklar da geneli tedirgin eder; ancak yine kutsal aileyi korumak adına olay her zaman istisna olarak görülür. Fakat bazı olaylara istisna deyip geçmek yeterli değildir. İlksen Başarır’ın ikinci filmi Atlıkarınca, çocuklukla özdeşleşmiş naifliği, masumiyeti yerle bir eden bir tabuyu -aile içerisinde yaşanan cinsel istismarı- çekirdek aile özelinde anlatıyor.
Maalesef ki ülkemiz aile içi şiddette olduğu gibi ensest vakalarında da oldukça yüksekte seyrediyor. Aile bireyleri tarafından sistematik olarak cinsel istismara uğrayanların büyük çoğunluğunu ise çocuklar oluşturuyor. Kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla gizlenen, görmezden gelinen ensesti ele alırken yönetmen İlksen Başarır oldukça hassas bir denge tutturmayı başarıyor. Öncelikle filmin en büyük başarısı grafik şiddet ya da pornografiye yüz vermeden derdini başarıyla anlatmış olmasından geçiyor. Ele aldığı konuyu sakin, oldukça rahatsız edici ama hiçbir sömürü unsuruna yer vermeden perdeye yansıtıyor. Genellikle iç mekân ya da kısıtlı alanlarda geçen filmde rutin ve gerçeklerden kaçmanın getirmiş olduğu derin bir sessizlik, bunun sonucu olarak da kasvetli hatta yer yer boğucu bir atmosfer filmin geneline hâkim görünüyor.
Atlıkarınca, boğucu atmosferini ve suskun dilini simgesel anlatımlarla destekliyor. Cinsel istismarı yapanın adını Erdem koyan yönetmen, istismara uğrayanın adını ise Sevgi koyuyor. Bazen balığa çıkmak dert oluyor izleyiciye, denizin ortasında sallanan bir tekne yüreğine oturuyor insanın; bazen de buzlu içilen bir bardak su dağıtıyor her şeyi. Açık kalan kapılar, üstü örtülen gerçekler, birbirlerinin gözlerine bakamayan aile… Sevgi ve Erdem bir arada yitip gidiyor film içinde. Tüm bunları gören, her şeyi bilen ama konuş(a)mayan anneanne ise toplumun genel algısını gösteriyor.
İlksen Başarır hikâyeyi anlatırken görsel tercihleri dışında senaryo açısından da oldukça tatminkâr ve cesur bir işe imza atıyor. Öncelikle geleneksel algıyı yıkıp ensest uygulayan baba figürünü eğitimli, şiir yazan, düzenli, titiz, entelektüel ve sosyo-ekonomik olarak üst-orta seviyede gösteriyor. Aynı şekilde anneyi de yönetici olarak çalışan, aileye önem veren bir kadın olarak konumlandırıyor. Yan komşusu olabileceğiniz hatta çoğumuzun aile yapısına benzeyen bir aile var karşınızda. Böylece ensest uygulayan kişinin eğitimsiz ve gelir durumu düşük kişilerde olmadığının, toplumun genel bir sorunu olduğunu ve aile kurumunu korumak adına göz ardı edildiğini izleyicisine aktarıyor. Bireyin mahremiyetini hiçe sayıp toplumun genel ahlakını korumak adına sessiz kalınan ensest, üzeri örtündükçe yarası kanamaya devam ediyor. O yüzden sessiz kalmak en büyük kusur olarak göze çarpıyor.
Karanlık atmosferini destekleyen, izleyiciyi kapana sıkıştıran yönetmenlik becerisi, kusursuz oyunculukları ile Atlıkarınca cesur bir film. Filmin sonunda dillendirilen Nilüfer Özçelik şiiri ise hassas kalplerde büyük hasar bırakıyor:
Atlıkarınca
Benim kefenim mor
Tabutum ucuz bir günah teknesi
Gönderinde sevgimin çeyiz kanları
Utanç taziyemi tören edenlerin
alnına sürülür nazarımda
Ölü şerbetiyim
zehirli bir merasim suyu
ağıtlarda dağıtılan
yutulup ekşiyen
Dağılan kadının yüzü
Sevgi utancının dibinde
Leşimin helalliğini tükürüyor
Ter kokan mezarımda
Sapsarı bir yük kadının yüzü
Kızılca kıyamet sevginin
Nefret rengi, gözleri ölgün
ağlamıyor yüksünmüyor dahası!
öpüyorum alnını yaralarından
İniltim sıvazlıyor bedenini
Sevgi paramparça, paramparça.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.
Çok özel bir film. Ülkenin kanayan yarası deşilmeli.. Değil mi?