Anna Karenina (2012): Her Günahın Bir Bedeli Vardır

Anna Karenina (2012): Her Günahın Bir Bedeli Vardır

Share Button

Daha önce yirminin üstünde uyarlanan bir roman tekrar uyarlanıyorsa, mutlaka yönetmenin söyleyeceği yeni bir şey olmalı. Nitekim sağlam bir senaryonun yanında bu film bir yönetmen başarısıdır. Anna Karenina gibi katı realist bir romanın epik bir uyarlamasını yapan Joe Wright, izleyicinin gerçeklik algısını bozması ve aşk konusundaki cesur yorumu ile farklı bir yerde duruyor. Sinemadaki mekân algısını baştan aşağı değiştiren film, bir tiyatro sahnesinde açılır. Tiyatro binasını bir habitat gibi kullanan yönetmen 19. yüzyılın bu gerçekçi romanından epik bir aşk hikâyesi çıkarmayı başarmıştır.

Klasik 19. yüzyıl Bovarik karı-koca-âşık üçlüsünden tipik bir melodram çıkarmak yerine, önceki birçok Anna Karenina uyarlamasından farklı olarak Tolstoy’un harmonik anlatısını perdeye yansıtabilmiş ender uyarlamalardandır. Roman Anna-Vronski aşkı ve Levin-Kiti evliliğinin eş zamanlı aktarımı ile harmonik bir anlatım sergilerken şimdiye kadar yapılan çoğu uyarlama daha çok Anna’nın dramına odaklanarak Tolstoy’un demokratik anlatımını ıskalamıştır. Fakat bu filmde Levin karakteri o kadar az sahne ile o kadar iyi çizilmiş ki; önceki uyarlamaların aksine yan karakter olmaktan çıkıp romandaki gibi hikâyenin merkezine oturmuştur. Hem aşkı yücelten Anna’nın hem aileyi yücelten Levin’in öyküleri metni zenginleştirmekle kalmayıp Joe Wright’ın ustaca uyguladığı yabancılaştırmalarla izleyiciyi metnin içine değil, karşısına alarak izleyiciyi karar vermeye zorlamaktadır. Karenin, Oblonsky ve Tolstoy’un bir prototipi olan Levin’in dâhil olduğu ünlü yemek sahnesinde ahlak üzerine çekilen nutuklar bir tarafa, yönetmen, Tolstoy’un aksine açıkça aşktan yana bir tutum sergilemiştir. Filmde ahlak üzerine çekilen muhafazakâr nutukların orijinal metne ve yazarın dünya görüşüne bir saygı emaresi olarak ayrıca filmin harmonisini dengelemek adına yer bulduğunu düşünebiliriz.

Anna’nın yer aldığı planlarda yönetmenin çerçeve içinde çerçeve kullanması Anna’nın sıkışmışlığını anlatır. Haz ile günah arasında sıkışıp kalmış olan Anna’nın Vronski ile flörtleştiği sahnelerde, çevresindeki insanların Anna’yı tahkir eden bakışları ve Anna-Vronski ilişkisi artık herkesin dilinde iken gidilen bir tiyatroda, Anna ile konuştuğu için ahlak anlayışının ayaklar altına alındığını söyleyerek kocasını azarlayan kadını seyreden bakışların birden Anna’nın locasına çevrilmesi ile sıkışmışlığı bir kat daha artar. Yönetmenin tiyatro sahnesini filmin temeline yerleştirmesi hiç şüphesiz bakan-bakılan ilişkisini anlatan iyi bir metafordur. Alışıldık ıstırapların aksine Anna en özgür ve en fütursuz hali ile perdededir.

Filmin hafızalara kazınacak iki sahnesi var ki, bütün bir meseleyi bu iki sahnede üstelik muhteşem bir görsel şölen ile aktarmayı başarmış Joe Wright. Anna ile Vronski’nin birbirleri ile ilk tanıştıkları balo sahnesi ve tiyatro sahnesinde gerçekleşen at yarışı sahnesi. Sadece bu iki sahne bile yönetmenin üslubunun özgünlüğünü anlamak için yeterlidir.

Anna Karenina her hali ile özgün bir uyarlama. Tekrara düşmüyor, cesur üslup denemeleri izleyiciye afişte vadettiğini sunuyor: Destansı bir aşk hikâyesi anlatıyor. Yönetmen ne kadar kamerasını Anna’nın aşkından yana konuşlandırsa da Goethe’nin Stella tragedyasındaki ütopik karı-koca-aşık arkadaşlığı film boyunca birbirlerini anlayan insanların sessiz kabullenişleri ve yer yer medeni itirazlara dönüşse de Anna’yı intihar etmekten kurtaramıyor. Joe Wright gerçekliğin paramparça edildiği bu destanın sonunda metnin ayaklarının yere basmasını istemiş. Farklı bir varyant denemiyor; ki daha önce çift varyantlı Anna Karenina uyarlaması denenmişti. Filmin Anna’nın intiharından sonra Levin’in mutlu aile tablosu ile bitmesi Tolstoy’un hayaleti ile bizi yüz yüze bırakıyor: Her günahın bir bedeli vardır.

, , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir