Belki de yaşam süremiz boyunca en sevdiğimiz ve hala unutulamayan dönemdir çocukluk. Ve belki de bir neslin hiç unutamadığı dönemdir 90’lar. İyisiyle kötüsüyle pek çok acayipliği içinde barındıran bu dönemde, pek çok film de çıktı karşımıza. Listeyi oluştururken kült olarak sayılabilecek birçok film listeye giremedi. Bu filmlerin listede yer alamamasının sebebi, filmlerin iyi ya da kötü olduğu değil dönemin çocukluk-ergenlik çağıyla alakalı olmasından. Genel olarak şu zamanlarda yüzüne bakamadığımız televizyon kanallarında bu filmler; itinayla, az ya da hiç sansüre uğramadan gösterildi. Şimdi olduğu gibi reklam pastası o kadar kabarık değildi tabii. O sebeple, herkesin masumluğundan izlerle rahat rahat fakat dublajlı olarak izlenmişti. 90’ların sonlarına doğru her ne kadar VCD ve DVD rahatlığı ufaktan evlere girmeye başlasa da en büyük kazanç video kaset oynatıcılarıydı ve o da herkeste yoktu. Televizyonlarda başta Parliament Sinema Kuşağı gibi filmlere ayrılmış özel zaman dilimleri mevcut idi. Böylelikle belli başlı filmler televizyonda gösterilir bu sayede bahsettiğim nesil ve üst nesil aynı anda aynı filmleri izleyip mazilerine eklemiş oldular. İşte o filmler:
- American Pie (1999) – Yönetmen: Paul Weitz, Chris Weitz
Bu filmin bu listede olma gerekçesi tabii ki “şahane, ultra-mega güzel” olduğundan değil dönem itibariyle çok konuşulduğundan, insanların hayatlarında izler taşıdığından. İz derken, illa halı deseni iyice ezberlenerek meraktan izlenmişliği vardır anlamında.
- Back to the Future (1985 / 1989 / 1990) – Yönetmen: Robert Zemeckis
Robert Zemeckis’in yönettiği bilimkurgu-macera-komedi filmi Geleceğe Dönüş öylesine ilgi gördü ki dört yıl aradan sonra ikinci film ve ardından serinin sonuncu filmi de geldi. Pek çoğumuz filmdeki gibi geçmişe dönüp “ben nerede yanlış yaptım,” dediğimiz şeyleri düzeltme isteğini bu film sayesinde kazandık. İlk film genç Marty McFly’ın Dr. Emmett Brown sayesinde geçmişte ailesiyle ilgili olan bir durumu düzenlemeye çalışırken işleri içinden çıkılmaz hale sokmasını anlatıyor. Bu durum 1985 ve 1955 arasındaki zaman yolculuğunu kapsamaktadır. Burada yaşanan ufak bir zamanlama yanlışıdır. Çünkü Marty gelecek yerine geçmişe gitmiştir.
- Batman (1989 / 1992) – Yönetmen: Tim Burton
Jokerli, Kedi Kızlı, Penguen adamlı çizgi roman dünyasına hayran hayran bakmamızı sağlayan Gotham prensidir Batman. Bruce Wayne’in kendi dünyasındaki karanlık yaşamı, zenginim ama adaletliyim yaklaşımı tam on ikiden vurdu. Sevdik hepimiz. O kadar sevdik ki çizgi roman ilk çıktığından şu tarihe kadar toplamda 16 Batman filmi çekilmiş. Bond filmleri gibi her Batman filminde de yeni Batman’in kim olacağı da hep merak konusu olmuştur.
- Beetlejuice (1988) – Yönetmen: Tim Burton
Tim Burton’ın tüm gotik ezgileriyle süslediği, 90’lar nesline (o öyle demese de) armağan olarak sunduğu, hayatımıza girmiş ve o dalgalar içerisinden de 27 yıldır çıkmamış bir film Beterböcek. Burton’ın, Betelgeuse yıldızından esinlenerek (Beetlejuice’un – 3 defa söylemiş oldum – mezarında da bu isim yazar) ismini verdiği fırlama karakter, uçuk kaçık ölü insan Beetlejuice, fantastik ve kült sinema serüvenimizin koparılamayacak parçası olarak yer etmiştir.
- Braveheart (1995) – Yönetmen: Mel Gibson
Kim izleyip de sevmemiştir ki William Wallace’ı? Kim o “Freedammm!” diye son nefesini verirken bir damla yaş akıtmamıştır acaba. Evet hepimiz çocuktuk ama bilinçsiz değildik. Ne de olsa özel bir nesildik (90’lar nesli). Her isyanında biz de haykırdık, her başkaldırışında adeta “Allah Allah” nidalarını hücrelerimize kadar hissettik.
- Edward Scissorhands (1995) – Yönetmen: Tim Burton
Bir Frankenstein hikayesi olan Edward Scissorhands, Scissorhands’i yaratan mucidin ölümüyle birlikte hem hüzünlü hem de komik olaylara gebe olur. Scissorhands’in Frankenstein öykülerinden farkı, topluma karışma süreçleridir. Scissorhands Peg Boggs sayesinde toplum içinde kendine bir yer arar ve de aşkı tadar.
- Home Alone (1990 / 1992) – Yönetmen: Chris Columbus
90’lı yıllarda ortalığı kasıp kavuran ve biz çocukları televizyon (evet televizyonu severdik) başına kitleyen bir film daha. Aslında hepimiz istemez miydik ailemiz bir yerlere gitsin biz de evde tek kalalım. İtiraf edelim isterdik ama bu bayram seyran gibi özel anlarda olmak zorunda mıydı? Minik afacan evde unutuldu, hem Noel’de hem de hırsızlara karşı. Buyurun cenaze namazına.
- Jumanji (1995) – Yönetmen: Joe Johnston
Çocukluk serüvenimizdir adeta Jumanji. Bir kız ve erkek kardeşi eski ve esrarengiz bir masa üstü aile oyunu keşfedip oynamaya başladıklarında, aynı oyun tarafından 25 yıl önce yutulmuş Alan Parrish’in serbest kalmasına sebep olurlar. Yutulduğu zaman onlar gibi bir çocuk olan Parrish şimdi koca bir adamdır. Oysa oyun bitmemiştir ve önce evleri sonra tüm kasaba oyunun içinden çıkıp gelen muzip maymunlar, yok edici gergedanlar, filler, aslanlar ve her türden hayvan tarafından işgal edilmeye başlanır. Yarım kalan oyunu durdurmanın tek yolu, tabii ki oyunu kazanıp bitirmektir. Ve son!
- Jurassic Park (1993) – Yönetmen: Steven Spielberg
Ve dinozorların hayatımıza girişi. Önceleri Denver ile sevdik dinozorları. Filmle birlikte dinozorlara olan merakımız da arttı; biraz ürktük de. Ama filmi de çok sevdik. O kadar sevildi ki devam filmleri geldi peşi sıra. Film hakkında detaylara inecek olursak; dinozorlar, çağ ile bilgisayar efektleri yardımıyla oluşturulan görüntüler ile Industrial Light & Sihir ve Stan Winston’ın ekibi tarafından yaptırılan canavarca animasyon dinozorlar. Spielberg, dinozor kükremeleri için çeşitli hayvan sesleri karışımı içeren film tasarımını sergilemek için dijital surround ses formatları konusunda uzmanlaşmış bir şirket olan DTS’nin kuruluşuna yatırım yaptı.
- Problem Child (1990 / 1991) – Yönetmen: Dennis Dugan
Bir seri film daha. İlk filmde baş belası Junior’ın evlat edinme ve adapte olma sürecini izlerken, ikinci filmde aile kavramına alıştığı ama yine adaptasyon sorunu yaşadığını izliyoruz. Üstelik ikinci filmde en az kendi kadar baş belası başka biri daha vardır. O dönemde hepimiz çocuk olduğuna göre hangimiz bu kadar yaramaz değildi ki? Ayrıca film o kadar sevildi ki yerli versiyonu bile yapıldı.
- Space Jam (1996) – Yönetmen: Joe Pytka
Sadece film olarak değil sonrasında peşi sıra gelen promosyon ürünleriyle de gönlümüzün efendisi oldu Space Jam. Tasolar, stikerlar, ne varsa… Biriktirilen koleksiyonlarda illa bir tane zor bulunan olurdu. O zoru bulan ise kral gibi yaşardı. Jordan smaçlamakta, Bugs Bunny sıkıştırmakta ve tüm Looney Tunes starları potaya zıplamakta. Animasyon ve gerçek karakterlerin iç içe geçtiği bu komik filmde, Charles Barkley ve Patrick Ewing gibi NBA yıldızlarının yeteneklerini ele geçiren kötü yaratıklarla Looney Tunes kahramanları bir basketbol maçında karşı karşıya gelirler.
- Richie Rich (1994) – Yönetmen: Donald Petrie
Çizgi film uyarlaması, dünyanın en zengin çocuğu olan Richie Rich, paranın alabileceği her şeye sahiptir. Ancak onun istediği asıl şey dostluktur. Uşağından başka kimsesi olmayan Richie, kendine yeni arkadaşlar edinir. Onları evine davet ettiği gün annesi ve babası çıktıkları tatilde kaybolurlar. Rich Ailesi’nin şirketinin üst düzey yöneticilerinden Laurence Van Dough planlarını devreye sokmuştur çünkü. Richie yeni arkadaşlarının ve uşağının da yardımıyla anne babasını bulmak ve şirketin kontrolünü ele geçirmek zorundadır. Hepimiz onun hayatına özendik, hepimiz onun gibi olmak istedik.
- Terminator 2: Judgment Day (1991) – Yönetmen: James Cameron
Terminatör’e dair tek hatırladığım damarları yerine suspansionlarının olmasıydı. Başka da bir şey hatırlamıyorum, izlemedim ve sevmedim maalesef. Ama sevenlerinin hatırı için burada.
- The Lion King (1994) – Yönetmen: Roger Allers, Rob Minkoff
Çizgi film diye gittik ağlaya ağlaya çıktık. Çocukluk hayallerimizle oynayan animasyon filmdir The Lion King. Bir çocuk için bu kadarı çok fazlaydı. Vahşi Afrika’da, henüz yeni doğan bir aslan, doğaya egemen düzenin kökünden sarsılacağı bir döneme tanıklık etmek üzeredir. Doğanın kralı olan babasının tacının veliahttı olan Simba, kötülüklerle ve kötü hayvanlarla dolu ormanlarda günden güne daha fazla öğrenecek ve daha fazla büyüyecektir. Simba’nın sorumluluklarını üstlenme ve sorunları çözme becerisi, ormanın yeni kurallarını belirleyecektir.
- The Matrix (1999) – Yönetmen: Lana Wachowski, Lilly Wachowski
90’ların sonuna denk gelmesi, yine de böyle bir filmi yakalamak açısından şans. Belki de pek çoğumuz 2000’lerde buluştu Matrix ile. Olsun yine de 90’lar kabul edip Neo’nun takip ettiği beyaz tavşana odaklanalım.
- The People Under the Stairs (1991) – Yönetmen: Wes Craven
Wes Craven’ın 90’lı yılların başında çektiği, korku ve komedi unsurlarıyla bezenmiş modern bir tür Alice in Wonderland hikayesini de andıran The People Under The Stairs (Merdiven Altındakiler), temel izleğini çocuk kaçırma sorunu üzerinden anlatıyor. Kendilerini evden attıran zengin ev sahibinin malikanesine izinsiz giren Fool, burada korkunç olaylar yaşandığını keşfeder. Evde oturan çift, çocukları kaçırmakta; her birine işkence yaptıktan sonra bodruma kapatmaktadır. Craven’ın genel anlamda tek mekanda çektiği film, gerilim unsurlarına da yer vererek hikayeyi dinamik tutmaya çalışsa da filmin sonundaki gidişatla aynı tonu koruyamadığını, biraz dağıldığını söyleyebiliriz. Yine de 90’ların başında yarattığı etkiden çok da uzaklaşmış değil.
- The Silence Of The Lambs (1991) – Yönetmen: Jonathan Demme
90’lar döneminde çocuk olanların pek çoğu The Silence of the Lambs filmini Türkiye’de bir anda filmdekine benzer cinayetler işlendiği üzerine haber yapan ana haber bültenlerinden duymuştur. Yabancı filmlerin bir dönem yerli çakmalarını yapmanın yanı sıra ana haber bültenlerine malzeme olarak kullanılmışlığı da vardır (Bkz: Temel İçgüdü).
- The Sixth Sense (1999) – Yönetmen: M. Night Shyamalan
Dikkat Spoiler: Bruce Willis ölü. İşte filmin tüm gidişatını bozan sözü etmemizi sağlayan dönem ve film. Kimsenin kimseye söylememesi gereken, sonu sürprizlilerden kendisi. Ha bir de şu var tabi: “I see dead people!”.
- Titanic (1997) – Yönetmen: James Cameron
Iceberg, gemi, zengin-fakir, aşk, kötü adam, ne ararsan var denilecek türden, tüm zamanların en hasılatlı ve bol Oscar ödüllü filmiydi Titanic. Tüm kızların deli gibi Leonardo DiCaprio hayranlığının başladığı dönemlerdir aynı zamanda. Batmaz denilen Titanic isimli geminin daha ilk seferinde bir buz dağına çarparak batmasından esinlenerek oluşturan aşk hikayesidir.
- Toy Story (1995) – Yönetmen: John Lasseter
Pixar bizi Andy’nin dünyasıyla buluşturmasıyla birlikte belki de o dönem hepimiz oyuncaklarımıza farklı davranmaya başladık. Andy’nin oyuncak dünyası an itibariyle bizlere o dönem hangi oyuncakların popüler olduğunu, çocukların ne tip oyuncaklarla oynadığı konusunda da bir nevi belge niteliği taşımakta. Gösterildiği sene animasyon teknolojisini başka bir noktaya taşıyan ve Pixar’ın piyasadaki yerini iyiden iyiye sağlamlaştıran Toy Story, bir dönemin çocuklarını derinden etkilemiş bir çizgi-fenomen.
Lise eğitimine başladığından beri Gazetecilik ve Radyo-Televizyon ve Sinema okumaktadır. Doktora eğitimini de bu alanda yapmaya devam etmeyi planlıyor. Çalışma hayatına gazetecilikle başlayıp sinemayı da beraberinde devam ettirmiştir. 8 yıl Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde ve sinema filmlerinde reji asistanı olarak çalıştı. Çektiği kısa metraj filmler pek çok festivalin yarışma bölümünde yer alıp gösterimleri gerçekleştirildi. Bu festivallerden ödülleri de bulunmaktadır. Kendi blogunda yazdığı yazıların ardından kurulduğundan beri Cineritüel’de sinema üzerine yazmaya devam etmektedir. Uzmanlık alanı Türkiye Sineması olup, absürtlük ve komedi favori dallarıdır.