András Bálint Kovács, Avrupa Sanat Sinemasının II. Dünya Savaşı sonrasındaki altın çağını Modernizmi Seyretmek kitabında kapsamlı bir biçimde incelemiştir. Kovács kitapta Bergman, Antonioni, Fellini gibi auterlerin önemli filmlerinin yanı sıra az bilinen filmleri de gün yüzüne çıkarmaktan geri durmaz. İki bölüm halinde yayınlayacağımız II. Dünya Savaşı Sonrası Modern Sinemanın Dönüm Noktası Olan Filmler listesi, Kovács’ın kitapta önemlerini bizzat altını çizerek belirttiği filmlerden oluşuyor.
- Fangelse / Zindan (1949) – Ingmar Bergman (İsveç)
Filmin olay örgüsü yaşlı bir adamın bir filmin yapıldığı bir stüdyoya gelmesiyle başlar. Onun, filmin yönetmeni Martin’in eski matematik öğretmeni olduğu ortaya çıkar. Yaşlı adam geldiğinde Martin öğle yemeği arası için çekimleri durdurur. Yemekte, kısa bir süre akıl hastanesinde kaldığını öğrendiğimiz yaşlı adam kendi film projesini anlatır. Onun kuramına göre; cehennem yeryüzündedir ve gündelik yaşamlarında insanların kendilerini rahat hissetmesini sağlayan, şeytanın faaliyetidir. Kötü yeryüzünü fethetmiştir ve Martin’in yapmayı istediği film budur. Bir sonraki sahnede yönetmen bu öyküyü arkadaşları olan gazeteci Thomas’a ve karısı Sofia’ya anlatır. Yeryüzündeki cehennem hakkındaki konuşma Thomas’a bir süre önce tanıştığı ve röportaj yaptığı bir fahişenin öyküsünü hatırlatır. Böyle bir film için bunun güzel bir konu olduğunu düşünür. Kızla ilgili yazdığı öyküyü sesli olarak okumaya başlar, bunun ardından Martin şu sonuca varır: “Bunda hakkında film yapacak hiçbir şey yok.” Başlangıcın sona erdiği ve jeneriğin ve yönetmenin düşüncesinin ortaya çıktığı yer burasıdır. Bunun ardından gelen filmin ikinci bölümü Thomas ve Sofia’nın evlilik krizlerinin öyküsünün mutlu sonuyla iç içe dokunan fahişe Birgitta Carolina’nın trajik öyküsüdür. İki öykü hattının sona ermesinden (Birgitta Carolina intihar eder, Thomas ve Sofla yeniden bir araya gelir) sonra, yaşlı öğretmenin yeryüzündeki cehennem hakkındaki bir film düşüncesiyle ilgili düşüncesini duymak için yönetmen ile yeniden buluştuğu stüdyoya döneriz. Martin ona böylesi bir filmi yapmanın imkansız olduğunu, çünkü insanın bir filmi izleyicide endişeyi tahrik edecek sorularla bitiremeyeceğini söyler.
Önemi: Modernist eleştirel kendini yansıtmanın ilk örneği bu filmdir.
- Cronaca di un amore / Bir Aşkın Öyküsü (1950) – Michelangelo Antonioni (İtalya)
Milano’nun donuk şehir manzarasını arka plan olarak kullanan Bir Aşkın Öyküsü, sanayi sektöründe çalışan zengin bir adamın, genç karısı Paola’nın geçmişini araştırmak üzere özel detektif kiralamasını anlatıyor. Araştırmanın sonucunda Giudo adlı eski bir sevgili ortaya çıkar. Öte yandan, Guido ve Paola’nın, Guido’nun kız arkadaşının ölümünden sorumlu olma ihtimalleri de belirir. Guido ve Paola’nın ilişkisi tekrar alevlenir, fakat yeni konumu sebebiyle Paola’nın yalnızca aşka dayalı bir hayat sürdürme şansı yoktur… Antonioni’nin ilk uzun metraj filmi, James M. Cain ve film noir’dan ilham alır, fakat, Macera’dan 10 yıl önce bile, yönetmen odağını Postacı’dan uzağa, kendi zihnini meşgul eden konulara çevirmiştir. Yönetmenin olup bitenleri geriden izleyen kamerası ve sözde ilgisizliği açıktır. Antonioni, ihtiraslı bir aşk hikayesini, yüzer-gezer kaygı, kaçınılmaz yolsuzluk ve savaş sonrası sanayi toplumunda ihanet hikayesine dönüştürür.
Önemi: Hem sinema tarihinin biten bir dönemi hem de aynı zamanda modern film biçiminin önemli bileşenlerinden biri olarak Yeni-gerçekçi mirası yeniden yorumlayan ilk filmdi. Bu film Antonioni’nin ilk dönem modern sinemasının bütün önemli özelliklerini içerir.
- Viaggio in Italia / İtalya’da Yolculuk (1954) – Roberto Rosselini (İtalya)
Bu filmde üst orta-sınıf bir İngiliz çift, ilişkilerindeki kimi problemleri çözmek için Napoli’ye giderler. Öykünün başından itibaren aralarındaki gerilim hissedilir. Napoli’nin sokaklarında dolaşırken, birbirlerine giderek yabancılaşırlar ve en sonunda boşanmaya karar verirler. Filmin son sahnesinde kendilerini dini bir geçit töreninin ortasında bulurlar ve kadın kalabalığa karışır. Kocası ona yetişmek için arkasından koşar ve ‘mucize’ burada olur: Çift büyük bir duygusal patlama içinde aniden barışırlar. Onlar birbirlerine sarılırken, kamera onlardan ayrılır ve kalabalık içindeki bir adamın yüzünde durur.
Önemi: Yeni Gerçekçilikten farklı bir aşamaya geçip, daha tinsel bir gerçekçilik oluşturmaya başlandı. Rosselini ayrıca filmin sonunu çevre ile karakterleri etkileşimde göstererek daha mucizevi ve mutlu bir sonla bitirerek Yeni Gerçekçi karamsarlığı aşmaya çalıştı.
- Ballada o soldate / Askerin Türküsü (1959) – Grigoriy Chukhray (Sovyet Rusya)
Bu film II. Dünya Savaşı’nda tek başına iki Alman tankını devre dışı bıraktığı için bir hafta tatile gönderilen bir askerin içten bir doğrusal öyküsüdür. İlk olarak kahramanca eylemin isteyerek yapılmadığını görürüz; o sadece o kadar korkmuştur ki, nereye ateş ettiğine bile bakmaz. Filmin geri kalanı bize onun annesinin evinin çatısını tamir etmek zorunda olduğu evine uzun yolculuğunu anlatır. Yolda çeşitli olaylar ona engel olur, çünkü başka insanlara yardım etmek zorunda kalır ve bu nedenle sonunda evine vardığında izni bitmiştir ve hemen cepheye dönmek zorunda kalır.
Önemi: İki biçim arasında tereddüt eden yeni bir anlayış gelişmeye başladı. Dram ve gündelik bayağılığın tanımlanışı. Kahramanlığa karşı yavaş yavaş modernizme geçişin belirtileri görülmeye başlandı.
- Pociag / Gece Treni (1959) – Jerzy Kawalerowicz (Polonya)
Kawalerowicz’in filmi kendisini tesadüfen bir kadınla bir kompartımanda uyurken bulan gizemli, hatta şüpheli bir karakterin bir gece trenindeki yolculuğuyla ilgili bir öyküyü anlatır. Onların kompartımanı paylaşmanın bir yolunu bulmaktan başka tercih hakları yoktur. Daha sonra polisin trendeki bir suçluyu aradığı ortaya çıkar ve kısa süre sonra film izleyicinin kompartımandaki adamın polisin şüphelendiği kişi olduğundan kuşkulanmasına olanak sağlar. Sonunda gerçek suçlu bulunduğunda ve kaçmaya kalkıştığında Kawalerowicz, bütün trenin tarlalar boyunca adamı takip ettiği neredeyse gerçeküstücü bir sahne yaratır. Finalde tren son durağına vardığında, yolcular kendi yollarına giderler, trende kurulan ilişkiler bir kez daha kaybolur, kadın boş bir deniz kıyısında tek başına yürür ve film teker teker boşalışını gördüğümüz boş kompartımanlarla biterek, rahatsız edici bir boşluk duygusu yaratır.
Önemi: Polonya Sinemasının ilk modern auteur’ü Kawalerowicz’dir. Polonya sineması 1959’da genel Avrupa modernizminin ortaya çıkışında yerini aldı ve bu da bu film sayesinde oldu.
- Hiroshima mon amour / Hiroşima Sevgilim (1959) – Alain Resnais (Fransa)
Emmanuelle Riva, Hiroşima’ya atılan bombanın ardından barışla ilgili çekilen bir filmde oynar. Hiroşima’daki son gecelerini Eiji isminde Hiroşima’lı bir adamla geçirir. Birbirlerine aşık olurlar ve izleyici şiirsel, düşsel ve belirsiz mekanların yarattığı esrikliğe kapılırken bir yandan da savaşın açtığı yaraların görünür olma hallerine tanıklık eder.
Önemi: Birçok düşünüre göre bu film sesli sinemanın ilk gerçek modern filmidir. Resnais, yeni roman anlatı tekniğini uygulayarak sanat sinemasında en tutarlı şekilde modernizmi ortaya çıkarmıştır.
- L’année dernière à Marienbad / Geçen Yıl Marienbad’da (1961) – Alain Resnais (Fransa)
Film, Avrupa’da çok şık bir şatoda geçer. Aynı zamanda bir otel olarak da kullanıldığı anlaşılan bu şato, barok tarzdaki şatafatlı tavan süslemeleri, çok büyük salonları, sonsuz gibi gözüken koridorları, duvarlarındaki devasa aynaları ve yağlıboya tablolarıyla, bir de geometrik şekiller verilmiş çalılar ve bitkilerle süslenmiş muazzam bahçeleriyle göz kamaştırıcı, hatta neredeyse gerçeküstü bir görünümdedir. Bu mekanları dolduran şık ve zarif insanlar da en az mekanlar kadar gizemli görünürler. Bu karakterlerin bir isimleri yoktur. Film başlıca üç karakterin etrafında gelişir: Güzel ve alımlı bir kadın olan “A” (Delphine Seyrig), sinema yıldızlarını andıran “X” (Giorgio Albertazzi) ve muhtemelen A’nın kocası veya sevgilisi olan “M” (Sascha Pitoeff). Olaylar X’in ağzından anlatılır, diğerlerinin diyalogları çok azdır. X, A’ya yaklaşarak geçen yıl Marienbad’da karşılaşmış olduklarını söyler ve birlikte yaşadıkları anları ve aralarında geçen konuşmaları ona hatırlatmaya çalışır. X’e göre, M kumar masalarında meşgulken A’nın odasında buluşmayı, sonra da birlikte uzaklara kaçmayı planlamışlar ama bu gerçekleşemeyince A’nın ricası üzerine planlarını bir yıl sonrasına ertelemişlerdir. Oysa A bunların hiçbirisini hatırlamaz, ama kendisini de tamamen X’ten uzak tutmaz. Filmin ilerleyen dakikalarında bilinen anlamda dramatik bir gelişme olmaz. Diyaloglar ve olaylar birkaç kez daha ama bu kez başka mekanlarda tekrarlanır.
Önemi: Bu filmde her şey anlatının kendine gönderme yapma haline gelen hareketine tabi kılınır ve bu da geç modern eleştirel kendini yansıtmanın temelidir.
- The Loneliness of the Long Distance Runner / Uzun Mesafe Koşucusunun Yalnızlığı (1962) – Tony Richardson (İngiltere)
Bu film Truffaut’nun filminin bir İngiliz versiyonu ya da devamı olarak bile yorumlanabilir. Filmin öyküsü Truffaut’nun filminin bittiği yerden başlar: Bir genç, ergin olmayan çocuklar için yapılmış bir ıslahevi kurumundan kaçar (ancak Richardson’un başkarakteri Truffaut’nunkinden beş-altı yaş büyüktür). Aile geçmişi Antoine’ınkine çok benzer (babasının ölmüş olması hariç) ve iki arkadaşın bir unlu mamuller dükkanına girdiği sahnede, onlardan biri bir daktiloyu çalmayı ister – Truffaut’nun filmine açık bir gönderme. Richardson filmini Truffaut’nun yaptığı gibi donmuş bir çerçeve ile bitirir. Bazı sahnelerde kullanılan hızlı çekimler de Truffaut’nun filmini hatırlatır.
Önemi: Modernizme bir tür yenilik getirmesinden ziyade modernist standardın onaylanmasına ve yerleşmesine katkıda bulunması açısından önemli bir filmdir.
Andras Kovacks’a Göre II. Dünya Savaşı Sonrası Modern Sinemanın Dönüm Noktası Olan Filmler (Bölüm 2)
İngilizce Öğretmenliği’nden mezun. Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Yüksek lisans tezini Haneke’nin kent üçlemesi ve modern bireycilik üzerine çalıştı. Şu an bir kurumda Sinema ve Kent üzerine atölye çalışması yürütüyor.