Picnic at Hanging Rock (1975): Kayalıklarda Kimlik Bunalımları

Picnic at Hanging Rock (1975): Kayalıklarda Kimlik Bunalımları

Share Button

Sinemanın ya da edebiyatın kurgusu ile gerçek hayatın netliği arasında bir uçurum var gibi görünse bile daha çok ince iplerle örülmüş sıkı bağlar bulunmaktadır. Kurgu; gerçeklikten kaçış olarak basitleştireceğimiz bir durumdan çok, insanların gerçeği farklı şekilde görmesine sebep olmaktadır. İzlenenin ya da okunanın birey üzerinde bırakmış olduğu etkiyi ölçümlemek göründüğünden de karışık bir dizi eylem içerir. Bireyin algı düzeyi ve kendi alanını koruma içgüdüsü ile şekillenen bu öğrenme süreci yazarın hayal ettiği yoldan çok farklı bir yola sapmasına neden olabilir. Bunun tedirgin edici bir yanı olduğunu kabul etsek de -farklı yol her daim doğru sonuca ulaşmaz- bu özgürlük toplum için sanılandan daha değerlidir. Bireyin algıladığı ya da deneyimlediği kurgunun onun için yeni bir düşünme balonu yaratacak kadar güçlü olması gerekir, ancak bu sayede izlemenin ötesine geçebilecektir. Bu noktada izlemeyi değişik fraksiyonlar içeren olay olarak kabul edersek doğal olarak her birey farklı sonuçlar bulacaktır. Tarkovski’nin Solaris’inde Kelvin’in karısı Harey’in sürekli uzay mekiğine geri gelmesini düşünelim: İzleyici her seferinde yeni sorular sormaktadır, cevaplar değişkendir. Tarkovski soruları cevaplamaktan çok soru sorma eğilimindedir. Bunun amacı izleyiciyi avucuna almak değil, deneyimlediği konu hakkında düşünmesini ve soru sormasını sağlamaktır. Peter Weir’in Picnic at Hanging Rock’ında olduğu gibi. Dört kızın onları aramaya giden bir öğretmenle birlikte kayalıklarda kaybolması ve bulunan bir kızın hiçbir şey hatırlamaması izleyiciyi rahatsız edici bir kurgunun içinde düşünmesine sebep olur. Weir izleyicinin tatmin duygusundan çok sistematik olarak düşünmesine yol açtığı filmi farklı okumalara açık olmakla birlikte daha çok bireyin kimlik bunalımını irdeler.

Kimlik; inşa edilebilen, değişken ve heterojen bir kavramdır. Bu sebeple bir eğitim sürecinden bahsetmek de mümkündür. Picnic at Hanging Rock’un ana ekseninde yatılı bir kız okulu yer alması bu açıdan önemlidir. Öğretmenler kadar tecrit edilmiş okul da öğrencilerin kimliğinin oluşmasında etkendir. Okul, Viktoryen dönemin tüm kalıplarını içeren, dışarıdan korunaklı ancak içten çürümüş sistemin bir karşılığıdır. Baskıcı ve burjuva bir mekân olmasının yanı sıra gizlenmiş bir lüks ve muhafazakârlık içerir. Verilen eğitim sözde ahlaki bir temele dayanmaktadır. Ancak her türlü eğitim sistemi bireyin algı, yorumlama ve özümseme deneyiminden geçer. Hayat ile kurgu arasındaki ince bağlantıda değindiğimiz gibi; bu şartlarda edinilmiş bilgi, bir noktadan sonra gerçekliği düzenlenmiş kurguya dönüşmektedir. Kurallar altına alınmış bilgi ne kadar değerlidir? Weir kimliğin inşa edilmemesine sebep olarak “okul”u işaret ederken, soru sormayı cevaplamanın yerine tercih etmesinin altında bu yatmaktadır. Okul sistemin küçük bir örneğine dönüştükçe, birey bastırılmış kimliği dışa vurma yöntemlerini aramaya devam edecektir.

Felsefenin, bizi alışılageliş düşüncenin, yerleşmiş fikirlerin hegemonyasından kurtaracağı düşünülür. Bu yeni sorular üreterek, sorgulayarak ve kendi kimliğinin farkına vararak olabilecek bir şeydir. Spinoza’nın bilgi yerine mutluluk arayışı Weir’in filmine yansımıştır. Bu noktada mutluluğu özgürlükle ve kendini keşfetmekle bağdaştırmak doğru olacaktır. Öyle ki baskıcı bir rejimden  -okul- çıkan öğrenciler mutluluğu keşfetmekte ve özgürlükte bulmuşlardır. Kimlik inşası da işte o noktada başlar. Örneğin Husserl’a göre kırmızı soyuttur, çünkü renk figür olmaksızın var olamaz. Somut yalnızca kendi kendisiyle var olabilen bir bütünlüktür. Öğrencilerin “okul” içerisinde soyut olmaları –rutin alışkanlıklar, seçilmiş eğitim sistemi- onları kimlik bunalımına itmiştir. Bireysel irade ya da yasağa meyil etmeleri yani kendi fikirlerini ifade ettikleri anlarda somut –birey- olmaya başlarlar. Bunun içinde “okul”dan ve onun temsil ettiği kurgulanmış bilgiden kurtulmak gerekir. Sorgulamak bu noktada önem kazanır. Diğer taraftan Hanging Rock’ın tekinsiz atmosferi, gizemi de tetikleyici bir unsur olmaktadır. Geleneklerin askıya alındığı bu sıra dışı bölge kuşkusuz cinsel kimliğin de uyanmasına sebep olacaktır.

Foucault, Cinselliğin Tarihi’nde uzun zaman Viktoryen bir düzene katlandığımızı ve bugün hala katlanıyor olduğumuzu vurgular. O görkemli iffet düşkünlüğü tutuk, suskun ve ikiyüzlü cinselliğimize adeta mührünü vurmuştur. Picnik at Hanging Rock’ı Viktoryen dönemde bir cinsel uyanış olarak okumak da mümkündür: Hanging Rock filmde dipten gelen ve aniden göğe fışkıran yapış yapış lavların ve kayaların eriyip bir araya gelmesiyle oluşmuştur diye tanımlanır. Öğretmenin birebir penisle bağıntı kuran bu açıklaması, yol boyunca eldivenler ve ayakkabıların çıkarılması, içeriye girdiklerinde hipnotize edilmiş halleri, kaybolan korseler, okul içindeki lezbiyen imaları bastırılmış cinselliğin bir tezahürüdür. Aslında kimlik inşasının bir diğer paralel aşaması da cinsel uyanıştır. Bu açıdan kayanın cinsel bir nesne haline gelmesi -göğe yükselir şekilde ifade edilir- hatta baskıcı okul -içe doğru, kapanık- ile karşıt bir söylem içerisinde eril bir anlam yüklenmesi kaçınılmazdır. Bastırılmış cinsellik bir felakettir, mutlaka kendine çıkış yolu bulur: Bu yol bazen bireyin öz varlığına zarar vermesine de sebep olmaktadır.

Picnic at Hanging Rock birçok cevabı olan bir bilmece gibidir. Kaybolan üç kız ve öğretmenin en azından cesetlerine neden ulaşılamamıştır? Oradaki yarıklardan birine düşmüş olabilirler ya da uzaylıların geçici bir istilası mı olmuştur? -saatlerin durması, alınlardaki leke, toz bulutu vs.- İsteri şeklinde cinsel uyanış yaşayan kızlar orayı terk mi etmişlerdir? Weir bize bir son göstermez sadece olanı anlatır, soru sormamızı ister. Gösterdiği tek şey baskıcı bir toplumun küçük bir örneği olan okuldan hareketle birey olmanın nasıl baskı altında tutulduğudur.

twitter.com/gok_gkhn

, , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir