Bir yanıyla dâhil olduğu Fransız Yeni Dalgası’nın küçük bütçelerle kişisel filmler çeken formülünü, diğer tarafıyla da tür sinemasının dinamiklerini bir arada tutan Claude Chabrol’un sinemasını tanımlamak yüzeyde basittir: Chabrol, burjuvazinin aile yaşamından etik ve ahlak anlayışına kadar her şeyi sorgular, eleştirir, baştan çıkarıcı ve huzurlu görüntüsünün yaldızlarını kazır ve yıkar. Ancak unutulmamalıdır ki Chabrol filmlerinde “suç unsuru” temel izleklerin başında gelmektedir. Suç, filmlerinde klasik anlamıyla yer almaz; daha çok atmosferi şekillendiren, karakterleri bir arada tutan bir kavramdır. Genelde sıradan insanlar, sıradan cinayetler işler; katiller çoğu kez izleyiciden gizlenmez, kimlikleri açıktır. Chabrol’un asıl ilgilendiği, suç karşısında çevrenin yaşadığı kayıtsızlık ve suçun sıradanlaşması eylemleridir. Burjuvaziyi hallaç pamuğu gibi attığı filmlerinde kötülüğün nasıl sıradanlaşabileceğinin örneklerini verir. Suç, soyut bir kavram olarak ele alındığı için adaletin tesisinin sağlanması da bilindik kalıplarda olmaz. Suçluyu cezalandırmaktan çok bir hesaplaşmaya iten Chabrol, karakterleri çoğu kez suçluluk duygusu ile yalnız bırakır.
Claude Chabrol’un 50 yıla yayılan üretken kariyerine baktığımızda, tutarlılık konusunda belirli bir çizgiyi tutturduğunu, temalarını zenginleştirip ilerlettiğini görüyoruz. Mekanlar değişse de Chabrol’un filmlerinde sıkılıkla kullandığı Helene, Paul, Charles gibi isimler ve hatta bu karakterlerin aynı işleri yapması gibi tercihleri incelediğimizde, yönetmenin kişisel anlatısının ayrımına daha net varabiliyoruz. Bu ayrımın Chabrol’u Yeni Dalga’dan ayrıştırdığını ancak tür sinemasına yakınlaştırdığını söylemek doğru olacaktır. Bazı kaynaklarda Yeni Dalga’nın başlangıcı, bazı kaynaklarda ise habercisi olarak görülen ilk filmi Le Beau Serge (1958) başlayarak yönetmenin ilerlediği yolu kabaca üçe ayırmak mümkün: Yeni Dalga’nın kodlarını kullanarak çektiği (gerçek mekanlar, bağımsız bir prodüksiyon vb.) ve küçük bir kasabada geçen Yakışıklı Serge, yıllar sonra bir araya gelen iki arkadaşın yüzleşmesini merkeze taşır. Bundan sonraki filmi Les Cousins (Kuzenler, 1959) ise bu yüzleşme temasını Chabrol’un kodlarıyla bir nevi günceller. Filmde biri taşra diğeri şehirli iki kuzen arasındaki ahlaki çatışma taraf tutmadan soğukkanlı bir biçimde aktarılmaktadır. Chabrol 1968’e kadar polisiye kodları ve tür sinemasının örneklerini verir. Bu dönemde Parisli dört kadının sınıf atlama çabalarını merkeze aldığı Les Bonnes Femmes (İyi Kadınlar, 1960) dönemi içerisinde çokça eleştiri alsa da bugün geriye dönüp baktığımızda yönetmenin en iyi işlerinden biridir.
Chabrol’un ikinci ya da olgunluk dönemi olarak adlandıracağımız dönem atmışların sonunda Les Biches (Dişi Ceylanlar, 1968) ile başlar. Yönetmenin fetiş oyuncusu ve eşi Stephane Audran ile kendisine ait temaları net bir şekilde ortaya koyan bu dönemde, en iyi filmi olarak adlandırabileceğim Le Boucher (Kasap, 1970) dışında La Femme İnfidèle (Vefasız Kadın, 1969) ve Violette Nozière (Zehirli Çiçek, 1978) gibi kalburüstü işler bulunmaktadır. Zehirli Çiçek’te, Audran ile Chabrol’un yeni fetiş oyuncusu Isabelle Huppert’i bir arada izleme olanağına sahip oluruz. Parlak geçen 70’li yılların ardından ağırlıklı olarak televizyon çalıştığı ve kendisine olan ilginin yitirildiği 80’li yıllarda Chabrol çıkışını bir dönem filmi olan Une Affaire de Femmes (Bir Kadın Meselesi, 1998) ile yakalar. Daha sonra ise etkileyici bir Madame Bovary (1991) uyarlaması çeker. 1995 de ise La Cérémonie (Seremoni) ile çıtayı yeniden en üstlere taşır.
Chabrol’un inişli çıkışlı kariyerinde Alfred Hitchcock ve Fritz Lang’a gösterdiği referanslar, Yeni Dalga’yı başlatan filmlerden tür filmlerine uzanan skalada burjuva ahlakının ikiyüzlülüğünü açığa çıkaran ve kötülüğün merkezini kazıyan filmler yapmaya çabalaması ve inatçı diyebileceğimiz tutarlılığı ile güncelliğini asla yitirmez.
Mutlaka İzlemeniz Gereken 5 Claude Chabrol Filmi
1. Le Boucher (Kasap, 1970)
Le Boucher, yönetmenin başat temalarını yüzeyde değiştiği ancak dertlerini değiştirmediği, sadece yeni bir form kazandırdığı önemli bir filmdir. Film, burjuvazinin ikiyüzlü yapısı ve kıskançlıkları ile örülmüş, şehir dışındaki malikânelerde geçen bir film değildir. Merkezde, çekirdek burjuva ailesi ve aile kurumunun yozlaşması yer almaz. Ancak suç karşısında çevrenin takındığı tavır ve suçun şekillendirdiği çevre anlatısı yerini korumaktadır. Bir seri katil hikâyesi olmasına rağmen türdeşlerine benzemez. Daha çok tuhaf bir aşk hikâyesi merkezdedir ama arka planda cinayetler de işlenmektedir. Zaten Chabrol da cinayetlerin nasıl işlendiğine, neden hiçbir delil bulunamadığına odaklanmaz. Filmin Eleştirisi (Tuhaf Bir Seri Katil Hikayesi)
2. Le Beau Serge (Yakışıklı Serge, 1958)
Yönetmenin taşraya, doğup büyüdüğü yere geri döndüğü filmde sonsuz gibi gelen iç sıkıntıları ve iki arkadaşın yaşadığı yüzleşme anlatılır. Chabrol’un kalbur üstü ilk filmi, Hitchcook’un Shadow of a Doubt filmine öykünürken, tematik olarak bambaşka bir yönde ilerler. Yönetmenin filmleri içerisinde bile ayrıksı bir şekilde konumlanan Yakışıklı Serge; tüberküloza yakalanmasının ardından Paris’te büyüdüğü kasabaya geri dönen Francois’in, kasabadaki değişimi, alkolik olan çocukluk arkadaşı Serge’nin izlerini takip ederek anlatan Chabrol, kent ve taşra arasındaki ikilemi de çarpıcı bir biçimde ortaya koyar.
3. La Cérémonie (Seremoni, 1995)
Chabrol’un tüm kariyeri boyunca burjuva ahlakı, kötülüğün tanımlanması ve sınıf çatışması üzerine söylediklerinin kan dondurucu bir soğukkanlılıkla ele aldığı Seremoni’de bu kez evin hizmetçisi Sophie ve arkadaşı Jeanne’e odaklanır. Burjuvazinin arka planındaki sisteme hizmet eden kesimin, sınıfsal öfkesinin bu şiddetli dışa vurumu, kötülüğün sınırlarının genişlettiği gibi neden sonuç ilişkisine de ironik bir darbe vurur. Küçük bir kasabada, sakin ve huzurlu görünen bir evden, izleyicileri şok eden, kışkırtıcı bir şiddete uzanan Seremoni’nin etkisini günümüze kadar uzanıyor.
4. Une Affaire de Femmes (Bir Kadın Meselesi, 1988)
Chabrol etkileyici dönem filmi Bir Kadın Meselesi’nde, eşinin İkinci Dünya Savaşı’na katılması sebebiyle çocuklarıyla birlikte zor durumda kalan Marie’nin hikayesini anlatıyor. Yasalarca yasaklanmış olmasına rağmen geçim sıkıntısı sebebiyle komşusuna kürtaj yapan ve bunu bir geçim kapısına geçiren Marie’nin trajediye sürüklenen yaşamından çıkarımla, Chabrol’un eleştiri oklarından devletin ahlaki riyakarlıklarından katı muhafazakarlığa, para hırsından idam cezasına kadar toplumun tüm katmanlarındaki bireyler ve kanun koyucular nasibini alıyor.
5. Les Biches (Dişi Ceylanlar, 1968)
Chabrol’un Yeni Dalga’dan uzaklaşıp kendi olgunluk sinemasını başlatan film olan Dişi Ceylanlar’da, yönetmene özgü tür sineması ile Yeni Dalga temalarını harmanlar. Zengin bir burjuva olan Frederique, Paris sokaklarında resim yapan Why’ı evine davet eder onu baştan çıkarır. Birlikte St.Tropez’deki malikanelerine gitmeleriyle ilişkiye Paul da eklenir. Chabrol’un sınıfsal farklılıklar, eşcinsellik, üst sınıfa ait acımasızlığı suç temasıyla birleştirdiği Dişi Ceylanlar bir tarafıyla da bir masumun yozlaşma öyküsüdür.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.