Yönetmen Sineması: Andrey Tarkovski

Yönetmen Sineması: Andrey Tarkovski

Share Button

1930’lu yıllara kadar Rus Sineması çağının en ilginç sinematografik gösterimlerine sahne olmuştur. Deneysel sinemanın, fütüristik çalışmaların kol gezdiği, sinemacıların aynı zamanda bir öğretmen bir kuramcı olduğu yıllardı. Elbette bu dönemde de sinema üzerinde bir baskı vardı; ancak Stalin, dönemin bütün sanatını propaganda malzemesi yapma konusunda ısrarcıydı. Stalin ve sonrası dönemlerde kademeli olarak bir yumuşama olmuşsa da sanatçılar asla bağımsız ve özgür olmadılar ve devlet – parti devleti – partinin doğrularını filmlerde, romanlarda, resimlerde, tiyatrolarda görmek istedi. Partinin doğruları değiştiği anda sanatçının görüşlerinde de bir değişme beklendi. Rusya’nın bu yıllarında sanatçıların hali pür melalini anlamak için – denk bir örnek olduğu için not ediyorum – Andrzej Wajda’nın son filmi Powidoki (Afterimage, 2016) filmine şöyle bir göz atmak yeterlidir.

Andrey Tarkovski işte böyle bir dönemde film üretmeye başladı. Ne hazindir bugün büyük bir iştahla izlediğimiz filmleri (Rusya dışında çektiği filmler hariç) makaslanmış, senaryosuna müdahale edilmiş, sansürlenmiştir. Birçok senaryo taslağı ise daha başlangıç aşamasında reddedilmiştir. Andrey Tarkovski her ne kadar Rusya dışında kapitalist bir ülkede bu filmleri yapamazdım dese de -ki belki bazı filmleri için (örneğin Ayna) doğrudur – elimizde bulunan filmlerin bir parti devleti süzgecinden geçtiğini bu filmleri izlerken ve üstüne düşünürken unutmamalıyız. Yine Tarkovski gibi bir dehanın da sansürü aşamayacağı düşünülemezdi ve nitekim aştı da. Tarkovski 1962’de ilk filmi Ivan’ın Çocukluğu (Ivanovo detstvo) ile Venedik’te Altın Aslan alarak uluslararası bir üne kavuştu. Daha sonra 1966’da 15. yüzyılda yaşamış bir Rus ikona ressamı olan Andrey Rublev’in hayatını konu alan bir film yaptı. 1968’de özel bir Goskino komisyonu tarafından dikkat çekici bir sanat eseri olarak nitelenen film Cannes’da SSCB’yi temsil etmek üzere seçilmişti. Ne var ki Moskova hava alanında uçağın hareket etmesine bir saat kala film uçaktan indirildi ve yerine daha sonra da Tarkovski’nin başına çok bela olacak bir yönetmen olan Sergey Bondarçuk’un filmi Savaş ve Barış gönderildi. Merkez komiteye film hakkında Rus karşıtı, tarih karşıtı muhalefetlerle dolu bir film olduğu söylenmişti. Film altı yıl boyunca gösterilmedi. Tarkovski Andrey Rublev’e gelen eleştirilerden sonra artık mimli bir yönetmen olmuştur. Asla muhalif bir isim olmayan, her filmiyle yurtdışında ödüller alan ve Rusya’ya önemli paralar kazandıran Andrey Tarkovski’nin hiçbir filmi Rusya’daki film festivallerinde gösterilmemiştir ve yirmi yılda bu büyük yönetmenin sadece beş film yapmasına müsaade edilmiştir. Dostoyevski’nin Budala uyarlaması, William Shakespeare uyarlaması ve iki senaryosu kuruldan geçmez. Bu sadece Tarkovski için insanlık tarihi için önemli bir kayıptır.

Tarkovski filmlerinin sansürlenmesinin nedeni Tarkovski’nin politik kimliğinden kaynaklanmaz, onun felsefi kimliğinden kaynaklanır. Parti devletinin sansür kurulu sanıldığından daha akıllıdır ve Tarkovski’nin mesajını belki de en önce anlamışlardır. Tarkovski, Ortodoks Hristiyan gelenekten gelen bir aydındır ve materyalizmin kol gezdiği bir çağda Rusya’da yaşayan nadir idealistlerdendir. Komünist propagandanın aksine o emeği asla yüce bir değer olarak görmemiştir. Bedenin, fiziğin, mekaniğin yüceltildiği bir devirde Tarkovski en başat sorunun ruhsal iktidarsızlık olduğunu düşünmüştür. Dostoyevski’nin Rusya’nın bu ruhsal iktidarsızlığını ilk keşfeden yazarlardan biri olduğunu düşünür Tarkovski ve Dostoyevski’nin metinlerini oldukça önemser. Dostoyevski, Tarkovski için bir değer üretme kaygısı güttüğü için önemlidir. İnsanın kendini bulduğu maddi konum ve kendi içindeki manevi ideal arasında bir çatışma vardır. Çağımızın temel probleminin bu çatışmadan kaynaklandığını söyler Tarkovski ve buna Tolstoy kompleksi der. Pratik insanların yaptığı her şeyin amacı dünyayı değiştirmektir ama insan önce manen kendini geliştirmelidir, diye düşünür Tarkovski.

10 Temmuz 1984 Salı günü Milano’da düzenlediği bir basın toplantısında Sovyetler Birliği’ne döndüğü takdirde iş bulamayacağını söyleyerek SSCB’ye dönmeme kararı aldığını açıklar. Andrey Tarkovski ömrünün son iki yılını da çok sevdiği Rusya toprakları dışında geçirecektir. Son filmi Kurban‘ı (Offret, 1986) İsviçre’de çekecektir. 29 Aralık 1986’da Paris’te dört yıllık zorunlu sürgün son bulur ve Tarkovski ölür. Sovyet sinemalarında yasaklanan ünlü filmleri yeniden gösterilmeye başlanır. Ölümünden sonra çalışmalarını, filmlerini kutlamak ve incelemek üzere SSCB’de hem ulusal hem de uluslararası seminerler düzenlenir.

Mutlaka İzlemeniz Gereken 5 Andrey Tarkovski Filmi

1. Andrey Rublev (1966)

Tarkovski’nin hem biçimsel hem de muhteva açısından en olgun filmlerinden biridir. İman ile bilgi arasındaki çatışmayı anlatması ve imanın yanında saf tutması açısından da önemlidir. 15. yüzyıl ikona ressamı Andrey Rublev’in hayatının anlatıldığı filmde hayatı hakkında pek fazla bilginin olmadığı Rublev’in “iman sarsıntısı” ve bilgi/iman çatışmasından doğan ruhsal bunalımı konu edilir. Tarkovski’nin şiirsel sinemasının en yetkin örneklerinden olan film uzun sekanslar ve planlarla bezenmiş bir yol hikayesidir.

2. Stalker  (İz Sürücü, 1979)

İz Sürücü, Türkiye’deki dindar sinema yazarlarının özellikle tasavvufla ilgilenenlerin tasavvufi metinlerle özellikle Mantık’ut Tayr ile ilişkilendirdikleri bir yol filmidir. Kapitalizmin güç anlayışının aksine yolu tamamlamak için zayıf olunması gerektiğini vurgular. Andrey Tarkovski kahramanlarının tamamı materyalist anlayışın aksine zayıf insanlardır. Kapitalizmin insanları güçlü olmaya çağırdığı bir çağda Tarkovski; “Maddeciliğe dayalı sıradan hayata direnen her türlü insan enerjisine hayranım. Zayıflık beni bunun için ilgilendirir,” demektedir. Tarkovski; “Hayatın yegane galibi zayıf insandır. İz Sürücü zayıflığı biricik doğru değer ve hayattaki tek umut olarak savunur,” der. Tarkovski gücü zayıflıkta görür. Kibir büyük bir günahtır. İz Sürücü’nün dilsiz ve sakat kızı ve diğer filmlerindeki çocuk karakterler zayıflığın temsili olarak varlardır; ama hepsinin doğaüstü güçleri vardır. Bu güçler zayıf olan insanoğluna Tanrı’nın bahşettiği lütuflardır. İz Sürücü çocuklar gibi çaresiz olmayı diler. Maddi dünyanın gücünü reddederek güçsüzlüğün her şey ve gücün hiçbir şey olduğunu ilan eder.

3. Nostalghia (Nostalji, 1983)

Tarkovski İtalya’da çektiği filminde maneviyata duyulan nostaljiyi anlatır. Nostalji’nin ayrıksı karakteri Domenico eski bir matematik öğretmenidir. Evinin duvarında şöyle yazar delinin: 1+1: 1. Bu matematiğin, mutlakıyetçi materyalist anlayışın Tarkovski’deki yıkılışıdır. Çünkü ona göre bir damla bir damla daha iki değil daha büyük bir damla eder. Tarkovski bu Domenico karakterini şöyle izah eder: “Acıyla yoğrulmuş aklı salt bireysel kurtuluşu peşinde değildir. Onun hedefi çağdaş uygarlığın çılgınlığı ve acımasızlığından insanlığı genel olarak kurtarmaktır.” Faydacı gerçekliğe uyum sağlayanlar Tarkovski filmlerinin karakterleri olamazlar.

4. Offret (Kurban, 1983) 

Daha çok bilimin, daha çok fakirlik ve daha çok zorbalık getireceğine inanan Tarkovski’nin bu son filmi adeta yönetmenin bir manifestosu gibidir. Diğer Tarkovski filmlerinden daha “geveze” olan bu filmin açılış sekansındaki uzun vaaz adeta yönetmenin seyircisine bir deklarasyonudur. Dünyayı büyük bir yıkımdan kurtarmak için yine kendisini feda edebilecek bir çileci lazımdır tıpkı Nostalji’nin baş karakteri gibi ve Kurban’ın baş kişisi büyücü ile yatarak insanlığı kurtarır, bu fedakarlığın bedeli olarak da delirir.

5. Solaris (1972) 

Stanislaw Lem’in bilimkurgu romanından uyarladığı Solaris, Tarkovski’nin en çok sansüre uğrayan filmidir. Tarkovski bu yüzden Solaris filmini çok sevmez; ama yine de klasik bir bilimkurgu filmi olmaması Solaris’i bir adım öne çıkarır. Filmden neredeyse Hristiyanlığı anıştıran her şey çıkartılır. Bilimin yine geçmiş karşısında aciz kalması, geleneksel olanın toplumların bilinçaltını örmesi ve gelenekten kurtulmanın imkansız olması olarak okunabilir. Filmin sonunda baş karakterin babasına dönmesi, Dostoyevski’nin meşhur “baba evi” metaforuna gönderme olarak okunabilir.

, , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir