*Chris Kutschera tarafından yapılan bu röportaj Ortadoğu Dergisi’nin (The Middle East) Ocak 1983 tarihli sayısında yayınlanmış ve Devrim Kılıç tarafından İngilizce’den çevrilmiştir.
Paris’in kuzeyinde küçük bir köyde yer alan eski bir manastır birden bire Türkiye’nin bir parka yansıması oldu. Ana giriş kapısının hemen üstünde Meryem Ana heykeline yukarıdan bakan bir yere Türkçe bir yazı yazılmış; “… Merkez Cezaevi”. Mustafa Kemal’in Türkiye’sini öven yazılar yazılmış her yere, örneğin; “Ne mutlu Türküm diyene!”.
Manastırın ana bahçesinin içinde yeni inşa edilen duvarlar avluyu daraltarak yeni bir bölüm oluşturmuş. Bu yeni yerde tutuklular kendilerini gözetleme kulesinden izleyen askerlerin bakışları altında spor yapıyorlar. Ana binaya giden dar yolda Ankara plakalı bir Cadillac araba başları geleneklere uygun biçimde örtülü olan kadınların ve geniş paça pantolon giyinmiş erkeklerin arasından yavaşça süzülerek ilerliyor.
Yılmaz Güney, Cezaevleri Genel Müdürü’nün ani ziyaretini filme çekmekte o anda. Oyuncu aynı zamanda Fransız Kültür Bakanlığı’nda çalışmakta olan bir Fransız aktör. Her zaman gülümseyen, sabırlı ve esprili Yılmaz Güney bir figüran ordusunu yönlendirmeye çalışıyor. Geçici ismi “Camları Kırın ki Kuşlar Özgürlüğe Uçabilsin” olan film (Güney’in Duvar filmi-çevirenin notu) bir cezaevindeki isyanı anlatıyor. Güney’in son filmi Yol’da da cezaevi teması işlenmişti.
Cezaevindeki çocuklar isyana önderlik ediyor. Yılmaz Güney Uruguay’lı amatör bir aktöre cezaevi mutfağında bir çocuk tarafından bıçakla tehdit edildiği anda nasıl davranması gerektiğini gösteriyor. Ama isyan bastırılacaktır ve film yeni gelen genç tutukluların görüntüsüyle biter.
Cezaevi içindeki atmosferi profesyonel olmayan oyuncularla yeniden yaratmak zor bir iş, ama Yılmaz Güney “şiirsel gerçekçi” tekniğini kullanarak bu sorunu aşmaya çalışıyor.
Batı Berlin ve Fransa’dan gelen çoğunluğu Kürt 100 çocukla çekiyor filmi, ayrıca 100’e yakın da yetişkin figüran ise asker, gardiyan, tutuklu, tutukluların akrabaları ve benzeri rolleri oynuyor. Ayrıca yine 100’e yakın teknik eleman yer alıyor Yılmaz Güney’le filmin çekimleri boyunca eski manastırda kalan.
Çocuklar böyle bir maceraya katıldıkları için çok memnunlar. “Batı Berlin veya Paris’i bir düşünün, ama şimdi onlar birer yıldız” diyor Tuncel Kurtiz, filmde rol alan tek profesyonel oyuncu olarak.
Normal zamanlarda bu manastır köyün okulu işlevini görüyor. Bir duvarda ilkokul çocuklarının duvarlara yazdığı kuralları okuyabiliyorsunuz hala, örneğin; “Ders sırasında hayallere dalmak yasaktır.”
Yılmaz Güney birkaç büyük prodüktörün beraber çalışma teklifini reddetmiş, çünkü kendi filmini özgür bir şekilde çekmek istiyor. Ama sonuç olarak anlaştığı prodüktör oldukça katı çalışma kuralları koymuş. Filmin senaryosu ile ilgili hiçbir bilgi prodüktörün filmin gösterimi için seçeceği tarihten önce dış dünyaya yansıtılamıyor. Bu röportaj çok önemli bir istisna.
Şöyle bir geriye baktığınızda Sürü ve Yol filminizi nasıl görüyorsunuz?
Bütün yönetmenlik yaşamım boyunca düşüncelerimi belirtmek için sürekli olarak dolaylı araçlar kullandım ve çok açıkça itiraf etmeliyim ki bugüne kadarki çalışmalarımda istediğim her şeyi ifade edemedim, filmlerimin özü veya tarzı anlamında. Bu çalışmalarımdaki egemen olan uzlaşmadır. Sürü filmi aslında Kürt halkının tarihidir ama filmde Kürt dilini bile kullanamadım; eğer Kürtçe’yi kullansaydık filmde rol alan herkes cezaevine gönderilirdi. Yol filminde ise odakta olan Diyarbakır, Urfa ve Siirt’ti. Müzik aracılığıyla Kürt atmosferi yaratmaya çalıştım. Film Almanya’da seslendirilmiş olsa bile Yol’u Kürtçe yapmayı başaramadım.
Kürt olduğunuzu ne zaman fark ettiniz?
Asimile olmuş bir Kürt olduğumu söylemek zorundayım. Annem bir Kürt’tü, babam ise Zaza Kürt. Tüm çocukluğum boyunca Kürtçe ve Zazaca bizim evde konuşulan dildi. 15 yaşına kadar Kürtçe konuşuyordum. Sonra ailemden koptum. O dönemlerde“Kürtler ve Kürtçe dili yoktur” türünden konuşmalar duydum. Ama Kürtçe konuşan şarkı söyleyen insanlar da duyuyordum ve Kürtler’in çok zor koşullarda yaşadıklarını görebiliyordum. Babam Siverekli, ilk defa 16 yaşındayken Siverek’i gördüm. İşte ne olduğumu o zaman anladım. Köklerinden koparılmış bir ailenin ıstırabını öğrendim, babam dedi ki “Sen köklerinden koparıldın”. 34 yaşındayken annemin doğduğu Muş’u ve Jibran aşiretini görebildim. Sürü filmi bu aşirete ne olduğunu anlatan bir öykü.
Filmlerinizdeki karakterlerin Kürt ve konularınızın da Kürdistan’la ilgili olduğunu göz önüne alırsak; ülkenizden uzakta nasıl film çekeceksiniz?
Burada şöyle bir sorunla karşı karşıyayız; sadece bir profesyonel oyuncumuz var, Sürü filminde baba rolünü oynayan Tuncel Kurtiz. Diğer tüm oyuncular ise amatör, birçoğu daha önce hiçbir filmde rol almamış. Türkiye’den profesyonel oyuncu getirmek imkânsız, Avrupa’da olanlar ise benimle çalışmaya cesaret etmiyorlar hatta benimle konuşmayı bile reddediyorlar.
Türk aktörler Cannes’da Altın Palmiye ödülü almış bir yönetmenle çalışmak istemezler mi?
Sakin zamanlarda devrimci şarkılar söyleyenler zor anlarda kapılar arkasında saklanmayı tercih ederler. Bir Türk kameramanım var ama teknik ekip profesyonel değil. Setleri hazırlamak için bir tek profesyonel teknisyenim bile yok. Bir sonraki filmimin konusu cezaevleriyle ilgili. Karanlığı, üzüntüyü ve manzara ve doğa görüntüsü gerektirmeyen her şeyi resmediyorum.
Neden cezaevi?
İki neden var. Birincisi; Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu duruma en uygun konu, ayrıca ben henüz Avrupa’da film çekmeye hazır değilim.
Sonraki filminizde Kürdistan ne kadar yer edinecek?
Kürt sorunu çok zor bir konu. Bir gün bir halkın doğum veya yeniden doğum kavgasını anlatan filmi çekmek isterim. Şu anda bu zor bir mesele. Birisi Kürtlerin nasıl bölündüklerini ve farklı durumlarla ilgili değişik perspektiflerini anlatmalı. Bu sorunu objektif bir biçimde işlemek zor. Tarih sadece zaferlerle dolu değil, tarih aynı zamanda başarısızlıklar, yanlışlar ve hilelerden oluşur.
Yurtdışında film çekerken karşılaştığınız teknik sorunlardan bahsettiniz. Ülkenizle kesilmiş olan
köklerinizi nasıl yaratacaksınız? Ülkenizin insanları ve doğası ile ilgileniyorsunuz ama kendi yurttaşlarınız tarafından filmleriniz izlenemiyor. Bu sorunu nasıl halledeceksiniz? Yurtdışına mı yerleşeceksiniz?
Kesinlikle bu filmi insanlarımıza göstermenin bir yolunu bulmalıyız ama nasıl olacağını size anlatamam. İkinci sorunuzla ilgili olarak; cezaeviyle ilgili olacak son filmimden sonra yapay ortamlarda ve şartlarda Kürdistan’la ilgili bir film çekmek istemiyorum.
Öyleyse Fransa’da kalışınız kariyerinizde kısa bir ara dönem?
Fransa’da bu filmi çekmek için özel bir izinle kalıyorum. Filmi gösterime sokmak için Fransa’da kalma iznim var. Ondan sonrasını bilmiyorum. Şimdi gelecekle ilgili konuşmak istemiyorum.
Cineritüel editörlerinin ortak hesabıdır.
Pingback: Kurdistan Turkey: Yilmaz Guney’s last Film. – Pirtûk û Wêje
Pingback: Yılmaz Güney Röportajı* – Edebî Meclis