Ingmar Bergman’ın eserlerini (tiyatro/sinema) geniş bir perspektifte değerlendirdiğimizde geçmişin tozlu izleri ve kalıntılarına fazlasıyla rastlarız. Daha çok dinsel simgelerle yoğrulmuş anlatılar yoğunlukta olsa da, filmler çevreleyen koşulların kültürleriyle girift bir ilişki içindedir. Bu ilişkinin alegorik bir biçem etrafında geliştiğini ve ana izleğinin şüphecilik olduğunu söylemek mümkün. Zaten Tanrı ile olan ilişkisi de bir noktada bu tip gelgitlere göre şekillenmekte; inanç ile şüphe aynı kulvarda yer almaktadır. Bergman’ın düşünce sistematiğinin -en azıdan söz konusu din olduğunda- genel filmografisindeki sorunsalların dışında kalmamakla birlikte anlatısında farklılaşan filmi Jungfrukallan (The Virgin Spring -Kaynak/Genç Kız Pınarı); pagan miti üzerine inşa edilen Hristiyan mitini bir iç sorgulaması şeklinde ele alır. Bergman’ın 13. yüzyıla ait bir halk baladından yola çıkarak çektiği film toprak sahibi koyu Hristiyan bir ailenin kızları Karin’i kilise ayinine mum götürmesi ve yolda çocuk yaştaki üç Pagan çobanın tecavüzüne uğrayıp öldürülmesini merkeze alır. Genç kıza eşlik etmesi için gönderilen ailenin yanında çalışan pagan hamile Ingeri ise olayı gördüğü halde müdahale etmez. Çobanların zorlu hava koşulları yüzünden öldürdükleri kızın evine sığınmaları Karin’in ailesi için bir iç hesaplaşmaya dönüşecektir.
Hristiyanlığa geçiş aşamasında bireyin dinle olan ilişkisini tanımlamak oldukça güç olmuştur. Kilisenin dogma ve otoritesini kabul etmeyen tüm politeist inançlar pagan genellemesi altında dışlanmış, kaybolmuş ruhlar olarak nitelendirilmiştir. Diğer taraftan aynı ailede hem pagan hem de koyu Hristiyan geleneklerin bir arada olması geçiş aşamasını gözler önüne serer. Ancak baskı ve günahın Demokles’in kılıcı gibi insanların başında sallandığı, diğer taraftan mensup oldukları bu yeni inancın şekil şartları dışında idrak edememiş/sindirememiş bir geçiş döneminde geçen Kaynak, kilisenin metalaşması üzerinden çizdiği yolda sosyolojik bir spekülasyona imkân tanımaktadır. Din henüz tanımlanmamış bir olgudan ibarettir. Öyle ki anlatı dilindeki provokasyon pagan-din arası sorgulama yapılmasına olanak sağlarken; izleyici taraf olmaktan ziyade üçüncü göz olarak iki tarafa eşit mesafede kalmak zorunda kalır.
Tecavüz ve kararma
The Virgin Spring’in izleyiciye izlettiği iki vahşi eylem bulunmaktadır: Bunlardan birincisi Karin’nin pagan kardeşler tarafından tecavüze uğraması ve öldürülmesidir. Cinsellik, cinsiyet ve güç erki tecavüzle ilgili söylemlerin ayrılmaz parçasıdır. Burada Freud’un içgüdü ve itici kuvvet/itki arasındaki ilişkisine bir parantez açabiliriz: Freud içgüdünün yemek, uyumak gibi yaşamsal gerekliler olduğunu söylerken cinsellik itkisini ise asla tatmin olmayan bir arzu olarak adlandırır. Tecavüz eyleminin -itki- yemekten -içgüdü- sonra olması tesadüf değildir. Burada bir arzudan bahsetmek mümkün değildir ve Bergman bize saf haliyle bunu gösterir. Arzu Freud’u destekleyecek şekilde bilinçaltında oluşmuş bir itkidir ve kontrol edilememiştir. Film için bu oldukça önem arz eder çünkü tecavüzü/cinayeti pür bir kötülük olarak algılamamız önemlidir.(*) Kardeşlerin hayatında bir kadın figürü olmamasının yanında tecavüz bir ikame aracına dönüşmüştür. Alt kademeden birinin elde edemeyeceği “soylu bekareti” genel ahlak açısından türler arası bir geçiştir, izleyiciyi şok eden eylemde aslında budur. Güç devri olduğunda bu kez kardeşler kurban pozisyona geçeceklerdir. Neden sorusunun cevabının olmamasını hesaba katarsak pür kötülüğe ulaşmış oluruz. Diğer bir taraftan hamile bırakıldığı için Karin tarafından değersizleştirilen Ingeri’nin olaya müdahil olmaması da pür kötülüğün diğer bir göstergesi olarak göze çarpar.
Bergman tecavüzün vahametini filmin ortasındaki üslup değişikliği ile vurgular. Tecavüz öncesi çiçeklerle dolu bir bahar ortamı, yolculuğa çıkış esnasında Karin’in elbisesinde renkler ve şarkılar varken tecavüz sonrası tüm bunlar değişir. Kar ve dondurucu soğuk havaya hâkim olur, gökyüzü kararır. Bu kararmayı masumiyetin yitirilişi ve Tanrı’nın cezalandırması şeklinde yorumlayabiliriz. Bergman filmlerinde bireylere karşı “sessizliği” ile var olan Tanrı ilk kez olaya müdahil olmuştur. -Eğer bir anda kış gelmese belki de kardeşlerin cezalandırması da mümkün olmayacaktır.- Ancak yine de son karar insana bırakılmış, geride kalanlar test edilmeye devam etmişlerdir.
İntikam ve Kaynak
Kaynak’ın ikinci vahşi eylemi çobanların Karin’in babası tarafından öldürülmeleridir. Bergman eylemi ve eylemin sonuçlarını din ekseninde değerlendirir. Güç erkinin değişimi ile başlayan süreçte tecavüz erkek otorite tarafından çözülmesi gereken bir sorun olarak gösterilir. Ancak eylemin sonucu tüm aileyi etkileyecek kadar büyüktür -Karin’in annesi de kapıyı sürgülemiştir-. Çobanlardan çocuk olanın da öldürülmesi ile bu kez Hristiyan aile masum kanı dökmüştür. Aile kiliseyi metalaştırırken -oysaki İsa mabedi göğsü olarak tanımlar- imandan uzaklaşmışlardır. Bir anlamda çekilen ilk çilede Tanrı’nın emirlerine karşı gelmişlerdir. Bu Eyüp’ün hikâyesiyle paralellik gösterir. Eyüp’ün bedenini saran çıbanlar sonrasında karısı Allah’a lanet et diye isyan eder. Eyüp ise iyiliği kabul edelim de kötülüğü kabul etmeyelim mi der.(**) Maalesef insanoğlunun dirayeti pamuk ipliğine bağlıdır.
Francis Bacon insanın yaradılışının öç almaya çok yatkın olmakla birlikte, bundan kökten kurtulması gerektiğini söyler.(***) İntikam yasalara karşı gelme olduğu gibi yasayı yok sayma eyleminin bir sonucudur. Tamamen refleks olarak yapılsa bile eylemin sonucunda kişi düşmanıyla eş değer hale gelir. Oysaki bağışlamak erdemdir ve “öldürme” eylemi kutsal kitaplarda yasaklanmıştır. Burada Bergman ceza mekanizmasını acı ile eşdeğer tutar. Filmin başında Tanrı’ya yaklaşmak için “acı çekme” gerekliliğinin vurgulanması bir nevi sınavda tüm ailenin başarısız olmasına eşdeğerdir. Filmin sonunda yaptığı için af dilemesi ve pişman olması vicdan muhasebesi sonucudur ancak temelsizdir. Dini gereklikleri şekil şartlarından ibaret sayan, içselleştirilmemiş bir itikat çökmeye mahkûmdur.
Her ne kadar Bergman Tanrı’nın erdemden hoşlandığının altını çizse de son tahlilde film pişmanlık ve imanı kutsayarak biter. Bu açıdan intikam geride bırakmak demektir, Tanrı’ya sığınması bir katarsis yöntemidir. İrade kontrolü olmadan, kusurlu davranıştan vazgeçmeden itikat olanaksızdır. Bergman eskinin -pagan- kurban edilmesini üzerinden yeni -Hristiyan- bir söylemi benimser. Ancak filminin kapanışında Karin’in ceseti ardından tekrar akan yaşam pınarında ellerini ilk yıkayan Ingeri’dir ve hamiledir. Yaşam döngüsü devam edecektir: Kötülük ve iyilik tercihi insana bırakılmıştır.
(*) The Virgin Spring’in çağdaş tecavüz-intikam filmleri için bir temel şablon olduğunu da belirtmeliyiz. Her ne kadar şablon eğilip bükülse, farklı şekillere girse de temel izleğinde Kaynak yer alır. Staw Dogs, A Clockwork Orange ve Wes Craven’ın birebir etkileşimle çektiği The Last House on the Left en iyi örneklerindendir.
(**) Tevrat, Eyüp II, 711.
(***) Francis Bacon, Denemeler, YKY
![Gökhan Gök](https://www.cinerituel.com/wp-content/uploads/userphoto/10.thumbnail.jpg)
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.
Analizinizi başarılı buldum, teşekkürler.