Bilinmeyene karşı duyulan korku çağlardan bu yana insanoğlunun gelişme evresinde en az kat ettiği yolların başında gelir. Söz konusu bilgi olduğunda insanoğlunun gaibe olan merakı ile çelişecek derecede tutucu olduğunu söylemek mümkün. Schopenhauer insanın ancak bilgi sayesinde varoluş çemberi içerisinde farklılaşacağını söyler. İnsanda bilgi öz-bilinçten farklı olarak başka şeylerin bilinci yüksek bir dereceye varmış ve aklın ortaya çıkmasıyla öngörü ve düşüncelilik dediğimiz düzeye yükselmiştir.(*) Bir anlamda insanın hayatını sadece varoluş doldurmaz, bilgi ile yaşamı anlam kazanır. Maalesef ki insandaki bilgi belirli bir süzgeçten geçerken çoğu kez tam olarak idrak edilemez. Genelde dürtülerin yönlendirdiği, hedefi olmayan hatta Aristo’nun “o zio lungo d’uomini ignoranti” -cahilin can sıkıntısı- dediği işe yaramaz bilgi akışı bireyin kolaycılığı ve kendine kurduğu setlerle rutine dönüşmüş durumda. Bu da bireyin çevresindeki farklılıkları kabul etmesini güçleştirirken, bilinçsizce de olsa şiddetin doğuşuna sebep oluyor. Bilgisizliğin doğurduğu, bireyden topluma yayılan şiddet, ayrımcılık, fişleme, hoşgörüsüzlük ve anlayışsızlığının omurgasını oluşturduğu X-Men çizgi romanları -ve konumuz olan sinema uyarlamaları- farklı olana karşı yaşanan paranoyanın içselleştirilmesinin toplumda ulaştığı tehlikeli boyutların altını çiziyor.
Mutant
X-Men evreninin mutantı tanımlarken kullandığı dil azınlıkların diline oldukça yakındır. Bulunduğu toplum içerisinde ayrımcılığa uğrayan, tecrit edilme ya da asimilasyon tehdidi ile karşı karşıya kalan her grubu mutant ile özdeşleştirebiliriz.
Çoğunluk veya erk sahibinin, grupların kültürel birikim ve kimliklerini yok etmek amacıyla uyguladıkları sosyal baskının amacı azınlıkların baskın yapı içerisinde eriyerek yok olmasıdır. Söz konusu devlet olduğunda asimilasyon politikasının değişik fraksiyonlarda uygulamaya konulduğu görülmektedir. X-Men: Last Stand (X-Men: Son Direniş)’te vurgulanan “tedavi” bu açıdan oldukça önem taşır. İlk önce mutant -azınlık- bireylere bir seçme hakkı olarak sunulan ve bu “kötü” özelliklerinden onları kurtarıp normal bir bireye döndürmeyi amaçlayan ilaç daha sonra silaha dönüşmüş bir şekilde şiddetin merkezinde yer alır. Tercih şansının ortadan kalkması, farklılığın “kötü” olarak lanse edilmesi gibi sorunlar da barındıran yöntemin en tedirgin edici yanının sözde tedavinin devlet/otorite elinde kontrol edilemez bir boyuta gelmesidir. Asimilasyon politikalarının doğurduğu şiddetin devlet otoritesinin elinde bir güce dönüşmesi ve azınlıklar üzerinde baskısı tüm seride en çok vurgulanan temalardan biridir. X-Men 2’de mutantların deneylerde kullanılması, kontrol altına alınması ve gerektiğinde şiddete yönlendirilmesi günümüz devlet politikalarında da karşılık bulan bir eylemlerdir. X-Men: First Class (X-Men: Birinci Sınıf) Soğuk Savaş ve Küba Füze Krizi’ni filmin merkezine alırken devlet politikalarının nasıl manipüle edildiğinin altı çizer. Serinin son filmi X-Men: Day of Future Past (X-Men: Geçmiş Günler Gelecek) ise bireyin yaşadığı “bilinmezden korkma” eyleminin devletteki karşılığını gösterir. Bilinmezliğin otoritenin en belirgin özelliklerinden olan kontrol etme/denetlemeyi tetiklemesi ile artık itaat etmenin yeterli olmadığı bir gelecek tasviri çizilir. Mutantları şiddetin parçası olmasalar, hatta otoriteye itaat etseler bile tehdit unsuru saymaktan vazgeçmemek ve yok etmeye çabalamak insanlık tarihindeki soykırımların bir yansımasıdır.
Bireylerin ayırt edici özelliklerinden dolayı yaşama hakkının elinden alınması olgusunun günümüz dünyasında halen geçerli olması insanlık için bir utanç kaynağıdır. Ancak X-Men’in asıl vurguladığı azınlığın yaşadığı tecrit duygusudur. İlk X-Men filminin temelinde toplum tarafından dışlanma, yok sayılma ya da ait olduğu kimliği saklama/yadsıma gibi toplumun bireye tahakkümü yatar. X-Men serisi kimliği tanımlarken dar ve tek tipleştirici olan aidiyetten fazla çokkültürlülük üzerinde durur, ortak payda olarak da yaşama hakkını savunur. Fanatizmi ayrı tutarsak çoğu insanın bilinçsizce içselleştirdiği farklı olandan uzak durmak ve onu tehdit olarak algılamak azınlık için tedirgin edici bir kışkırtmadır, her iki taraf içinde onarılmaz sonuçlar doğurur.
Bireysel ve kolektif özerkliğin hâlihazırdaki tahakkümlere karşı gelişmesi, siyasetin geleceği ile ilgili tartışmalar ve toplumsal dönüşümler 21. yüzyılın sıcak gündemlerini oluşturmaya devam etmekte. Elbette erk’in de bu filizlenen tohumlara karşı başlattığı medya destekli sistematik sindirme hareketleri de şiddeti körüklemeye devam ediyor. Sistemin medya aracılığıyla istediği kişiyi kurtarıcı ya da şeytan seçmesi bir algı operasyonundan fazla değil. Bu açıdan bakarsak mutantları yok etmek isteyen devlet ile mutasyonun yeni arî bir ırk yarattığı düşüncesindeki mutantların paylaşamadıkları şey gücü elde tutma çabasından fazlası değil. Bu kaostan beslenen yapının yerle bir olması için sadece bilgiye ihtiyacımız var. Geniş çerçeve de sorun çirkin ördek yavrusuna katlanmak değil onun varlığını kabul etmekten geçiyor.
(*) Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine, Schopenhauer
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.