- Whiplash’in başarısı ikili arasındaki gerilim ve kendilerini kaybettikleri puslu vadi, mükemmeliyetçilik adına akan gözyaşı, ter ve kan, hatta birbirlerine duydukları nefret-sevgi ilişkisidir. Bunu hiçbir kişisel gelişim kitabında bulamazsınız.
Amerikalıların çok kullandığı, bizim de dilimize pelesenk olmuş good job (iyi iş) bir nevi vasatın kutsanması, sınırların belirlenmesi gibi anlamının zıttı çıkarımlara sebep olan bir sözcüktür. Başarıya ulaşmada önümüze çıkacak, geçilmesi en zor engel olan “kendimizi” yatıştırmaya, beceriksizliğimizi örtmeye yarayan “good job”ı başarı imasıyla yan yana getirmek, en hafif tabiriyle günü kurtarmaktır; ancak bazı davranışlar zincirleme sonuçlar doğurur. Burada başarının tanımına bir parantez açmak faydalı olacaktır: Maddiyattan çok, yeteneğin maksimum miktarda dışa vurulmasından bahsediyorum. Diğer taraftan kişi, başarısını doğrudan kendi istekleriyle tartar. Bir bakıma başarının çıtasını bireyin kendisi belirler; ancak ölçme, toplum ve eğiticiye bırakılmıştır. Eylemlerin zincirleme sonuçlarında “good job” tam o başarı eşiğinin yanlış belirlenmesinde devreye girer, bireyin aklını bulanıklaştırır ve hedeflerini düşürür. Damien Chazelle’ın Sundance’i birbirine katan filmi Whiplash, her ne kadar bir müzik öğrencisi ile öğretmeni arasındaki gerilimli ilişkiyi ekrana yansıtsa da, özelde insanların yeteneklerine koydukları sınırlarla, potansiyelleri ve başarı süreçleriyle ilgileniyor.
Whiplash vasatı kabul etmeyen ve gerçek başarıyı, hatta ötesini arayan, okulda sertliği ile nam salmış caz hocası Terrence Fletcher ile okula yeni girmiş, yetenekli ve hırslı Andrew’un birbirlerinin sınırlarını test ederek kusursuzluğa erişme çabasını, gerilim filmlerini aratmayacak bir tempoyla ekrana taşıyor. Chazelle, Whiplash’te aslında sıklıkla karşımıza çıkan bir senaryo formülü uyguluyor; ancak senaryonun otobiyografik etkisinden de faydalanarak kurduğu anlatıda filmi içselleştirmeyi becerebiliyor. Otorite, sınırları zorlama, mükemmeliyetçilik ve hırs hakkında düşünmemizi sağlarken şaşırtıcı bir biçimde klasik senaryo hamleleri ile izleyiciyi soluk soluğa bırakan bir tempo tutturuyor ve bu tempo içerisinde sinirleri germek dışında yaşanan psikolojik ve fiziksel şiddetin seslerini de duymak filmin ayrıştığı en önemli eşik olarak göze çarpıyor.
Başarının Tanımlanması
Chazelle, Whiplash’te Andrew üzerinden adım adım başarıyı tanımlamaya çalışıyor. İlk önce yeteneği -birinci sınıfta en önemli orkestraya seçilmesi- tespit ediyor; ancak yeteneğin başarı getirmediğini bildiğinden, kişinin hedefinin ve potansiyelinin sınırlarıyla daha çok ilgileniyor. Fletcher’ın tüm varlık sebebi de bu aslında; yetenekli kişilerin kendilerinin farkına varması. Burada bir parantez açarak hırsın, başarının anahtarı mı yoksa katalizör görevi mi gördüğünden de biraz bahsetmeli. Baştan sona kadar hırsından hiçbir şey kaybetmeyen Andrew’a bakarsak hırsa önem atfetmek mümkün; ancak diğer taraftan başarının ter, kan ve gözyaşı istediğinin de altını çizmek gerekiyor. Modern dünya hırslarının çalışma olmadan bir işe yaramayacağının ayırdına varmanın ise aslında birçok kişi için “good job” eşiğini aşmanın anahtarı olduğunu görüyoruz. Aksi takdirde tesadüfü başarılar olsa bile o eşik her an kişiye engel olacaktır. Diğer taraftan hırsın mutluluğun kapısını kapattığını ve bireyi yalnızlığa ittiğini söylemek mümkün; Benjamin Franklin’in tabiriyle “hırs ile mutluluk birbirlerini hiç görmezler.”
Andrew’un makineleşen toplumun bir çarkı olmamak ve başarılı olmak isteği, birbirinin zıttı gibi görünen, ancak aynı damardan beslenen söylemler. Babasının başarısızlığının kendi başına gelmesinden korkması, onu ilginç bir şekilde ayrık otu misali hırpani bir hırs ile motive etmesine rağmen, yer yer başarı hissinin müzik tutkusunun önüne geçmesine sebep oluyor. Keza Fletcher’ın seçtiği yol da farklı değil. Sıra dışı başarı öykülerinin yalnızlıkla dolu olduğunun altını çizen Fletcher’ın, öğrencilerin potansiyellerini ortaya çıkararak onları özgür bırakması -bir nevi yalnızlığa itmesi- her daim başarıya ulaşmaz. Fletcher’ın hiç Cherlie Parker’ı (1) olmadığını söylemesi boşa değildir. Okulu bırakan öğrencilerden ya da trajediye sürüklenen hayatlardan Fletcher’ın pişman olmaması bu noktada anlaşılabilir bir durumdur; mükemmeliyetçilik, azim ve fedakârlık ister. Ancak Chazelle neredeyse antipatik olacak bu karakterleri garip bir şekilde özlerinde bir dönüşüme sebep olmadan dönüştürmeyi başarıyor. Başarı elde edilirken kişinin de kaybedeceği şeyler olduğunun altını çizmesi ikilinin ilişkilerini bambaşka bir boyuta taşıyor.
Başarının tanımlanması yapılırken Chazelle’ın dikkat çektiği bir diğer nokta; ‘potansiyelin, şiddet vasıtasıyla ortaya çıkması’ gerçeğidir. Psikolojik ve yer yer fiziki şiddet bireyi sindirttirdiği gibi, diğer taraftan da onu kin ile ayakta tutar. Zaten Fletcher’ın ayakta duramayan ve yenilenlerle işi yoktur. Whiplash’in başarısı ikili arasındaki gerilim ve kendilerini kaybettikleri puslu vadi, mükemmeliyetçilik adına akan gözyaşı, ter ve kan, hatta birbirlerine duydukları nefret-sevgi ilişkisidir. Bunu hiçbir kişisel gelişim kitabında bulamazsınız.
(1) Filmde sıklıkla Jo Jones ile Charlie Parker arasındaki ilişkiye atıfta bulunulur.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.