Üçüncü Sayfa (1999): Yahuda’nın Öpücüğü

Üçüncü Sayfa (1999): Yahuda’nın Öpücüğü

Share Button

İsa, “baba”nın huzuruna sessiz ve tedirgin adımlarla girer. Kapıyı çeker ama kapı kendiliğinden açılır. Babanın arkasında Tansu Çiller’in büyük boy fotoğrafı ve televizyonda Galatasaray’ın maçı vardır. Takımın başında da muhakkak Fatih Terim olmalı. Çünkü Çiller ile birlikte bir gösterge oluşturmalı Galatasaray: Güçlü, kuralsız ve galip… 50 dolar için eşek sudan gelinceye kadar dayak yer İsa ve bir gün mühlet verilir parayı bulması için. Evet, 90’lı yıllarda bir Zeki Demirkubuz filminin ilk sahnesindeyiz. Arabesk filmlerin, dizilerin ekranları kuşattığı, cinayet, tecavüz vs. haberlerin gün aşırı sabah kuşaklarında salonlara boca edildiği, ekonomik krizlerin birbirini takip ettiği, devalüasyon, enflasyon gibi kavramların hayatımıza girdiği yıllar olan 90’ların ruh halini iyi anlatan bir filmdir Üçüncü Sayfa (199).

Filmlerde figüranlık yapan İsa’nın paraya sıkışmış ve ne yapacağını bilemeyen haliyle, ilk sahnede karşı karşıya kalır seyirci. Diyebilirim ki Zeki Demirkubuz’un en iyi senaryosudur Üçüncü Sayfa. Tıkır tıkır işleyen bir matematiği vardır. Biraz güçlü bir prodüksiyona sahip olsa biraz da şatafatı olsa handiyse bir Hitchcock, bir Brain de Palma filmini aratmaz. Kıyaslamayı senaryo matematiği için yaptığımı bilmelisiniz. Çünkü Demirkubuz, en az bu iki isim kadar özgündür, kendi çapında. İsa, elbette parayı bulamayacaktır ve intihar kaçınılmazdır onun için ve ikide bir kapısını kira için aşındıran ev sahibini de öldüreyim de gözüm kapalı gitmesin bari dercesine ani bir kararla ev sahibinin kapısına silah ile dayanır. Ev sahibini öldürür, öldürmesine de kendi canına kıyamaz, düşüp bayılır. İşte bu noktadan sonra filme karşı komşusu Meryem dahil olur. İsa-Meryem sembolizasyonunu anladınız sanırım. Bu Meryem bittabi Meryem anamızı değil, Magdalalı’yı işaret etmektedir. (Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan filmlerinin ortak noktaları üzerine bir yazı yazılsa bu isim sembolizasyonlarına muhakkak değinmek gerekir. Bilhassa kullanılan peygamber isimleri manidardır. İsa, İklimler’de de boy gösterir. Yazgı’da Musa, Masumiyet’te Yusuf, Üç Maymun’da Eyüp, tesadüfen seçilmiş isimler değildir.)

Meryem’in filme dahil olmasıyla olayın aslını öğrenmeye başlarız. Aslında bizim gördüğümüz İsa’nın çilesidir; ama asıl filmin sonunda öğreneceğimiz şey İsa’nın kader(sizliğ)i olacaktır. Meryem, İsa’nın saf halinden faydalanır. İsa da kimsesiz bir çilekeş olduğu için “hayatımı adayacağım birine rastlamışım, bari Meryem için kendimi feda edeyim” dercesine Meryem’in eteklerine sarılmıştır. Dermirkubuz’un boşvermiş karakterlerinin aksine Masumiyet ve Kader’in Bekir’i gibi İsa da hayata tutunmaya çalışan bir karakterdir. Bu hayata tutunma azmi bir yerden sonra Meryem ile karşılaştıktan sonra “kendini feda etmeye” evrilecektir. Oysa Meryem İsa’nın Yahuda’sından başka bir şey değildir. Kocasından kurtulmaya çalışan Meryem, İsa’ya kocasını öldürtmeye çalışır. İsa da bu işi kafasını çok kurcalasa da kabul eder. Nasılsa bir kez adam öldürmüştür. Ancak işler İsa’nın tasavvur ettiği gibi gitmeyecektir. Kocası bir başkası tarafından öldürülecektir. Meryem de kocasından kurtulmuş olacaktır. Kocası artık aradan çekildi; İsa, hayata daha sıkı sarılır, Meryem’i elde etmek için her şeyi yapar derken Meryem ortadan kaybolur. İsa, Meryem’in memleketine akrabaları tarafından geri götürüldüğünü düşünse de aslında olayların tamamen dışında olan İsa’dır. Meryem, ev sahibiyle yatar, kocası da bu duruma sessiz kalırdı. Ama İsa’nın da ev sahibinin de bilmediği, bizim de filmin sonunda öğreneceğimiz gerçek Meryem’in ev sahibinin oğluyla kurduğu ilişkiydi. Meryem ve ev sahibinin oğlu, ev sahibini öldürmek için plan yapmışlardır. Tam adamı ortadan kaldıracaklardır ki İsa o gece tabancayla kapıya dayanıp ev sahibini öldürmüştür. Meryem’in kocası da rastlantı sonucu başka bir adam tarafından öldürülünce aslında biz İsa’nın kader kurbanı olduğunu, “etkisiz bir eleman” olduğunu anlamış oluruz. Ne ki bunu İsa da anlayacaktır. Meryem’e aşık olmuştur o; hatta kocasını öldürmek için plan yaptıktan sonra Meryem, İsa’yı öpmüştür. Bu öpücük İsa’nın umudu olacakken Yahuda’nın öpücüğü [“Onu ele veren kendilerine bir işaret vermek üzere onlarla anlaşmış, “Kimi öpersem, İsa odur; onu tutuklayın ve gözetim altında götürün” demişti” (Markos 14:44)] olmuştur handiyse. İsa, yine tabancayla baş başa kalır ve karanlık koridorda bir el silah sesi duyarız. İsa, kendine mi yoksa karanlık kaderine mi ateş etmiştir, yönetmen bunu göstermez.

Burada Zeki Demirkubuz’un diğer filmlerinde sıkça vurgu yaptığı –ki Kader ve Yazgı adıyla iki filmi vardır; hatta kendi kızının adını da Yazgı koymuştur.- kader sorunsalı önemlidir. Suçun ve suçun doğuracağı cezanın kader açsından yorumlanması gerekmektedir. Üçüncü Sayfa, alelade bir üçüncü sayfa haberinin filmi gibi gözükmekle birlikte suç ve suçlu arasındaki ilişkiye odaklanır. İsa, o gece ev sahibinin kapısına dayanmasa ev sahibi kendi oğlu tarafından öldürülecekken İsa öldürmüştür. Aslında oğul, babasını öldürmese bile suçlu değil midir? İsa, Meryem’in kocasını öldüreceği gece bir başkası tarafından öldürülmüştür. İsa, ne kadar masumdur? Film, suç ve masumiyet mefhumları üzerine düşünmemiz için harika ikilikler yaratmıştır. Ev sahibinin öldürüldüğü gece silah sesini apartman sakinlerinin duymamış olması, her şeyin planlayıcısı olan Meryem’in şimdi ev sahibinin oğluyla mutlu mesut yaşamaya başlaması, İsa’nın işsizlik yüzünden –aslında tüm mesele 50 doların bulunamayışı ve ev sahibinin birikmiş kira ve elektrik faturalarını istemesiyle başlamıştır- girdiği dar boğaz suçu ve masumu yeniden tanımlamamız gerektiğini bizlere hatırlatır. Kötücül bir karakter olan Meryem’e bile filmin sonunda kızamayız çünkü ilk taşı atacak masum insan da yoktur seyirciler arasında. Herkes, bu düzenin kurucusu ve kurgulayıcısı olmuştur çoktan. Meryem’in de bir sahnede söylediği gibi: “insanı bu kadar köşeye sıkıştırırsan ne olur?”

Bu bağlamda filmin arabesk kültürüne yaptığı vurgu oldukça anlamlıdır. İsa, arabesk bir dizide figüranlık yapmaktadır. Dizide mafyatik tipler kol gezmektedir. İsa, aslında her hafta üçüncü sayfa haberlerinden hallice kurgulanmış bir vahşet senaryosunu canlandıran biridir. Ve denebilir ki bir gün bu kurgulanmış aksiyon gerçek olacaktır. İbrahim Tatlıses, Mahsun Kırmızıgül, Sibel Can –Meryem’in kız çocuğunun adı Sibel, erkek çocuğunun adı Can’dır- gibi figürler birer başarı hikayesi olarak anlatılır 90’larda. Eğitimsiz, vasıfsız ve bir değer üretmeyen bu figürler tesadüf eseri bir plakçı tarafından keşfedilir ve tüm zenginliklerin kapısı sonuna kadar açılır. Özal’lı yıllardan sonra memleket, köşeyi dönme heveslisi olmuştur bir defa ve 90’lar bu düzenin devamı niteliğinde seyretmiştir. Mafya, devlet, politika üçgeninde ne idiğü beliriz tipler zenginleşirken birileri de 50 dolar için boğazlanmak istenmektedir. İşte bu kara düzen içerisinde masumu suçludan ayırmak oldukça zordur. Demirkubuz’un karakterleri Kader filminde sahilde rüzgara kapılmış naylon poşet gibi kaderin önünde bir o yana bir bu yana savrulmaktadır. İsa, sette senaristlerin yazdığı senaryonun oyuncusu olurken evde Meryem’in oyuncusu olmuştur. Gönüllü bir oyunculuk değildir onun ki Kader’in Bekir’i gibi bu duruma razı değildir. O tıpkı, Tv’den pompalanan sahte hayatlar gibi kandırılmıştır. Hem de kendini feda etmeye hazır kadın tarafından. Bu sebeple Demirkubuz’un kötülüğe bile isteye razı olan karakterlerinden ayrılır İsa. Demirkubuz’un en trajik karakteridir.

Son olarak filmin estetik tavrını övmem gerekir. Demirkubuz’un çok da umurunda olmayan estetik tavır bu filmde oldukça stilize bir şekilde karşımızdadır. Film baştan sona sabit çekimlerle kurgulanmıştır. Kamera kimi zaman bir bakışta değil, hakim bir tepededir ve karakterlerinin acziyetini dramatik olayların dışında da seyirciye göstermeyi başarmıştır. Kapanmayan kapılar, çerçeve içinde çerçeveler bu filmde de belirgin bir şekilde kendine yer bulur. Karakterlerin sıkışmışlığı dar açılarla iyice vurgulanır ve sürekli açılıp kapanan, çalınan kapılar bir umudu doğuracakken son kapanan kapı bir silah sesinin üstüne kapanır. Hele Meryem’in uzun birkaç planda çekilmiş ilk itiraf sahnesindeki görüntü ve sesin üstü üste bindirilmesi oldukça yaratıcı ve dramatiktir. Zeki Demirkubuz’un iyi bir hikaye anlatıcısı olduğunu her zaman savunmuşumdur ama Üçüncü Sayfa, teknik anlamda da Zeki Demirkubuz’un öykücülüğünün üstünde bir sinematografiyle filmografisinde ayrı bir yerde durmaktadır benim için.

, , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir