Kelimelerin semantik tahlilinde beni kendine çeken bir muhteşemlik vardır. Bu yüzden esaslı eserlerin isimlerine ayrı bir önem veriyorum. Peki neden? Günlük yaşantımızda sıkça kullandığımız birçok kelimeyi ve kavramı gerçek anlamını bilmeden ya da anlamından oldukça uzakta bir çağrışım oluşturacak şekilde kullanıyoruz. Bu durumun dinleyici/okuyucu/izleyici algısında yanlış çağrışımlara sebebiyet vereceğini düşünen anlatıcıların eserlerine verdikleri isimler, anlatıyı temelde özetleyecek maiyettedir de o yüzden. Terrence Malick’in aynı adlı romandan uyarladığı 1998 yapımı filmi İnce Kırmızı Hat (The Thin Red Line) da bize bu tür bir özet sunuyor. Yaşam ve ölüm, insan ve doğa, korku ve zafer, doğal ve yapay kişi karşıtlıklarının arasındaki ayrımdan bahsediyor ve onları ince bir çizgi ile ayırıyor. Birbirlerinden oldukça zıt konumlarda bulunan bu kelimelerin ince bir çizgi ile ayrılacak seviyeye kadar eşitlenip, zihinde karmaşıklığa neden olacağı tek ortam; savaş. Savaş kelimesi her ne kadar içinde bulunmamış insanlarda kahramanlık, zafer, kutsallık gibi kelimeleri çağrıştırsa da, bizzat yaşayan insanda oluşturduğu çağrışım dehşettir.
Malick “İnce Kırmızı Hat” filminde, II. Dünya Savaşı sırasında Amerikalı askerlerin kritik bir öneme sahip tepeyi Japonlardan almak için bir adaya çıkartma yapmasını kullanarak savaşın anlamsızlığını ve insanın acizliğini anlatır; ölümün kaçınılmaz gerçekliği karşısındaki acizliğini. Bunu da acizliği en yoğun temsil edecek duygu olan korku ile yapar: Erlerin ölüm karşısında duyduğu korku, albayın emrini ters çeviren astından dolayı yaşadığı çaresizliğin oluşturduğu korku.
Doğanın, yaşamı; insanın, ölümü temsil ettiği bu film, insanın şehvet bakiri olabildiği gibi, dehşet bakiri de olabileceğini(1) gösteriyor. Daha ilk sahnede gördüğümüz timsah ile savaşın nasıl bir dehşeti temsil ettiğini ve sonrasında bu dehşet karşısında bireylerin kendilerini nasıl kaybettiğini görürüz. Daha önce birbirlerine hiçbir kötülük yapmamış, tanışmamış insanların, neden ve kim için savaştıklarını bilmeden, düşman olarak, sırf bir yerlerden gelen emir ile cehennemin ortasına bırakıldığında ümitsizce değişmeden dönmeyi ummalarına, üzülerek şahit oluruz. Çünkü biliyoruz ki değişim en başta gerçekleşmiştir. Cehennemin ortasına girmeden birer yapay kişi olmuşlardır.
Doğal ve yapay kişi ayrımını Malick en açıklayıcı şekilde karakterlerin iç sesleri ile gösterir. Karakterlerdeki iç ses kullanımını, bireyin tefekkürü ya da sorgulaması olarak kullanarak bireyin kendi temsiliyetini, kendilerine verilen yetki doğrultusunda sahip oldukları askeri kimlik altında gerçekleştirdikleri ile yetki verenin temsiliyetini ortaya koyduklarını imler. Bunu ayrıca yerli halk ve askerler ile de gösterir. Sözleri ve eylemleri kendisine ait olan yerliler doğal kişilerin, sözlerini ve eylemlerini temsil ettikleri kişilerden alan askerler de yapay kişilerin sembolüdür ve yapay kişiler yetki ile hareket eder.
İnsan doğası gereği üç şey için kavga eder: Rekabet, korku, şan-şöhret. İlkini, egemenlik kurmak için; ikincisini, kendini korumak için; üçüncüsünü, kendi kişiliğine karşı olacak saldırılara karşı koymak için kullanır.(2) Filmde bir insanı öldürdüğü için ağlayan kişiyi de, öldürdükleri ile beylik pozlar verip onlarla dalga geçen kişiyi de görürüz. İlki, acıma duygusunu ve günah işlemenin getirdiği korkunun; ikincisi, zaferin (rekabetin) örneğidir.
Terrence Malick’in bu başyapıtı savaş temalı filmler içerisinde felsefesi gereği bir başkaldırıdır. Film, ölüm-yaşam-insan temelinde gerçekleştirilen bir felsefik sorgulama, kişilerin/şeylerin hem kendini, hem de “ben” dışındakini içinde barındıran bir karşılaştırma manifestosu ve savaş temalı filmlerde göz ardı edilen ve genel yapısı gereği en önemli unsuru olan insan ve insan duygularına odaklanmış bir itiraz filmdir. İnce Kırmızı Hat, dünyanın en kadim iki sorusunu “Ne Yapmalı?” ve “Nasıl Yapmalı?” sorularını tekrar tekrar düşünmenizi sağlayacak ve üç saat boyunca insanın aciz bir varlık olduğunu size kanıtlayacaktır.
(1) Louis-Ferdinand Céline, Gecenin Sonuna Yolculuk, Yapı Kredi Yayınlar, Şubat 2012
(2) Thomas Hobbes’un Leviathan kitabındaki bir paragraftan esinlenilerek yazılmış bir cümle.
Kimya Mühendisliği mezunu. İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini bırakarak Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansına başladı. Çeşitli film festivallerinde görev almasının yanı sıra İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nin yürütmesini yaptı. Cineritüel sitesinin kurucusu ve yazarı.