The Revenant (2016): “Göğü Delen Beyaz Adam”ın Aşırı Acıklı Hikayesi

The Revenant (2016): “Göğü Delen Beyaz Adam”ın Aşırı Acıklı Hikayesi

Yazar Puanı2
  • Film baştan sona doğa-insan ve insan-insan mücadelesi içinde geçiyor. Glass’ın müthiş doğa bilgisi, naif Kızılderili duyarlılığıyla birleşince karakter oluşturma mitinin en önemli unsuru olan makbul beyaz adam ahlakı ortaya çıkmış oluyor. Hayatta kalma güdüsü çerçevesinde doğa üzerine egemenlik kuran Glass, kâh beraber yaşadığı kabilenin katledilmesi üzerine kurulan rüyalarını kâh yerlilerin doğal yaşamını bozan ‘uygar’ insanların mezalimini düşünerek kamçılanıyor ve intikam üzerine kurulan motivasyonu bu yeni güdülenmeler çerçevesinde artıyor.
Share Button

Oscar’ın en güçlü adaylarından biri olarak gösterilen The Revenant (Diriliş), geçen yıl Birdman filmiyle en iyi yönetmen ödülünü alan Alejandro González Iñárritu’nun yönetmenliğinde ve uyarlama bir senaryoyla karşımıza çıkıyor. Filmde, Hugh Glass’ı (Leonardo DiCaprio) kürkleri için hayvan avına çıkmış bir grubun iz sürücüsü olarak görürüz. Grupta, çevreyi en iyi bilen kişi olan Glass’ın yanında, oğlu olarak tanıttığı Kızılderili bir çocuk bulunuyor. Glass’ın rüya sahneleriyle bu çocuğun katledilmiş bir Kızılderili ailenin üyesi olduğu anlaşıyor. Glass, av sırasında bir ayı saldırısına uğrayarak ağır yaralanıyor. Ölümle pençeleşirken grubu yavaşlattığı gerekçesiyle yanına oğlu ve gruptan iki kişi bırakılarak kendisine huzurlu bir ölüm tasarlanıyor. Yanında kalan John Fitzgerald (Tom Hardy), Glass’ın oğlunu öldürüp onu da ölüme terk ediyor. Böylece intikam şöleni de başlamış oluyor. Glass, göz dolduracak bir doğa mücadelesiyle hayatta kalmayı başarıyor ve intikamını alıyor.

Film baştan sona doğa-insan ve insan-insan mücadelesi içinde geçiyor. Glass’ın müthiş doğa bilgisi, naif Kızılderili duyarlılığıyla birleşince karakter oluşturma mitinin en önemli unsuru olan makbul beyaz adam ahlakı ortaya çıkmış oluyor. Hayatta kalma güdüsü çerçevesinde doğa üzerine egemenlik kuran Glass, kâh beraber yaşadığı kabilenin katledilmesi üzerine kurulan rüyalarını kâh yerlilerin doğal yaşamını bozan ‘uygar’ insanların mezalimini düşünerek kamçılanıyor ve intikam üzerine kurulan motivasyonu bu yeni güdülenmeler çerçevesinde artıyor.

Hollywood anlatısının organik yapısı içinde yoğrulan senaryo beyaz adam uygarlığının günah çıkarma ayinine de kapı aralıyor. Kızılderili çocuğu ölümden kurtarma lütfu yetmiyormuş gibi bir de bu çocuk üzerine kurulan intikam duygusuyla hayatta kalan Glass, çocuğun kanını da yerde bırakmıyor. Bu mücadeleye bir de DiCapriyo’ya Oscar aldırmayı kafaya koymuş bir görüntü yönetiminin sürekli yakın plan yüz çekimleri de eklenince duyu-motor hareketlerin etki alanı sel gibi artıyor ve seyirciye bir özdeşleşme duşu aldırılıyor. Mekânın karlarla örtülü olması bu duşun etkisini daha dinç tutuyor diyebiliriz. Bu duşla birlikte bilmediğimiz hayatları kendi meşrebince anlatan ana akım sinemanın istediği olayı -soykırım olur, siyahî sorunu olur, Kızılderili sorunu olur… envai çeşidi mevcut- istediği biçime eviren retoriği tekrarlanmış oluyor.

Filmde bahsi geçen hikâyeye bir de diğer kutuptan yani yerlilerin gözünden bakmaya çalışalım. Göğü Delen Adam kitabında bir kabile reisinin kent yaşamına bakışı reisin kendi deneyimleri ekseninde anlatılıyor. Kitapta Papalagi kelimesi, Samoa yerlilerinin ‘göğü delen beyaz adam’ anlamında kullandıkları bir terim olarak karşımıza çıkıyor. Beyaz adam uygarlığının yaşantı pratiğini bir süreliğine deneyimleyen Tiavea kabilesinin reisi Tuiavii’nin kabilesine anlattıklarına bakılırsa hiçte uygarlıktan bahsedilecek veya doğayı kendi emeğiyle dönüştürerek ona sahip olabilecek bir ilişkilenme biçimi doğmuyor. Bizim için sıradanlaşmış ve bu sıradanlıkla fark etmeden kendimize gün geçtikçe daha da yabancılaştığımız davranışlar Tuiavii’nin kabilesi için yapılmaması gereken ve dalga geçilen davranışlar olarak karşımıza çıkıyor. Kitapta, Papalaginin son derece karmaşık bir düşünce tarzının olduğu ve her şeyi kendisi için yaratılmış bir nesne olarak gördüğü üzerinden beyaz adamın mülkiyetle kurduğu ilişki narsistik bir davranış olarak betimleniyor.(sayfa 58-59)* Övünülen hukuk sistemi ise Tuiavii’nin sözcüklerinde “birinin kendisine ait olduğunu söylediği bir şeye bir başkasının dokunmaması için, o şeyin ona ait olup olmadığını düzenleyen özel yasalar” olarak tanımlanıyor. Avrupa’nın tüm kolluk güçleri bu saçma yasaların çiğnenmemesini gözetmekten başka iş yapmayan insanlar olarak ifade ediliyor.(sayfa, 59)*

Hayatı mülkiyet uğruna bu denli karmaşıklaştıran Papalagi, bu karmaşıklığının meşru zeminini sağlamak için ‘arkaik’, ‘geri kalmış’ ve ‘uygarlaşamamış’ insan gruplarına ihtiyaç duyuyor. The Revenant’ın uygar insanı Glass burada devreye giriyor. Kürkü için avlanan ayının meşru intakımı Glass’a saldırarak gerçekleşirken, Glass’ın beyaz adam duyarlılıklarını meşrulaştırmak için yarattığı hayatta kalma heyulası bir efsaneye dönüşüyor. Bu ahlakçı heyulanın tüm dünyada işlerlik kazanacağı bir alan olan sinema endüstrisi de beyaz adam mitine tüm ödül kapılarını açık bırakıyor. Ödül kapıları o kadar cazip geliyor ki örneğin Coen Kardeşlere Bridge of Spies gibi bir filmin senaryosunu yazdırabiliyor veya Iñárritu’ya The Revenant’ı çektirebiliyor.

Kaynakça:
* Scheurmann, Erich, Göğü Delen Adam, Çev. Levent Tayla, 2013, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

, , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir