The Orphic Trilogy (1932-1950-1960) – Jean Cocteau

The Orphic Trilogy (1932-1950-1960) – Jean Cocteau

Share Button

İnsanın kendisini tamamladığı çemberler vardır. Başlangıçtan uzun bir süre sonra aynı noktaya döndüğü ama aynı kalmadığı, ancak tamamlandığında yolculuğun farkına vardığı çemberler. Jean Cocteau’nun düşsel otobiyografisi Orfe Üçlemesi’ni (The Orphic Trilogy); şair, ressam, heykeltıraş, senaryo yazarı olan yönetmenin farklı disiplinlerden elde ettiği deneyimleri ile tamamladığı bir yolculuk olarak tanımlamak isterim. Mitlerden çıkarak kendine döndüğü ve saf geçmiş anımsayışından farklı olarak eskiyi de değiştirdiği bu şiirsel yolculuğun merkezinde bir şair olması kuşkusuz anlatıyı üst düzey bir entelektüel söyleme taşımaktadır. Cocteau, şairin düşsel yolculuğunu sanat, yaşam ve ölüm gibi temalar etrafında, alegorik bir biçem ardında anlatır. Anlatının ne kadarının beslendiği mitolojik ve gerçeküstü ögelerden ne kadarının da Cocteau’nun yaşamından kesitler içerdiği net olmasa da, yönetmenin kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak yeni bir mit yarattığını söylemek doğru olacaktır.

Jean Cocteau’nun deneysel sürrealist filmi Bir Şairin Kanı (Le Sang d’un Poète, 1932) görsel referansları yüksek düşsel bir atmosferde geçer. Yönetmenin şiirde kelimelerle yapılan sanatın görsel olarak sinemada görüntüler aracılığıyla yapılacağını savunmasının etkin bir örneği olan film, imgenin gücünü etkin bir şekilde kullanması ile dikkat çekmektedir. Aynı zamanda imgelere metaforik anlamlar da yükleyen Cocteau, birbiri ile bağımsız görünen olayları aynı düzlemde ele almayı başarmıştır. “Şiir yaratmada şair bir dil kullanır; ne yaşayan ne de ölü, az kişi tarafından konuşulan ve az kişi tarafından anlaşılan.” Jean Cocteau’nun anlatısını net ifade eden bu cümle aslında tüm üçlemeyi de çözümleyecektir.

“Her ozan armalı birer kalkandır, şifrelerinin çözülmesi gerekir.”

Bir Şairin Kanı’nın açılışında şairin tuvale çizdiği yüzdeki dudaklar şairin avucuna yapışır ve canlanır. Şair elini bir heykele sürdüğünde ise heykel ona direktifler vermeye başlar. Heykel, şairden duvardaki büyük aynadan geçmesini söyler ve o kendisini bir otelin koridorlarında bulur. Cocteau tüm üçlemede yapacağı gibi şairi aynalar vasıtasıyla yolculuğa çıkarmaktadır. Otel koridorlarında gezen ve anahtar deliklerinden içeriyi gözleyen şair, yeni şeyler keşfetmektedir. Koridorun sonunda ise ölümle karşılaşacaktır. Cocteau tüm üçleme boyunca ölümü farklı kodlar ile tanımlar, burada ölüm intihar eylemi ile gerçekleşmez. Ölüm şairin keşfetmekten sıkılıp heykeli parçalaması ile şairi heykele dönüştürerek gerçekleşir. Filmin sonunda da görüleceği gibi Coctau’ya göre ölüm bir son değil yeni bir formdan ibarettir.

Aynalar ve ilham: Orphée

Üçlemenin ikinci filmi Orphée’de (1950), Cocteau Yunan Mitolojisindeki bir söylenceyi sürrealist bir biçimde ele alır. Söylenceye göre sevgisi Eurydice’nin ölümü ardından Ölüler Diyarı’na kadar giden Orphée, Hades ile anlaşmaya çalışır. Diğer diyarda lirini öyle içli, öyle hüzünlü çalmıştır ki Hades sevgilisini alıp gitmesine izin verir. Tek bir şart vardır: Dönüş yolunda asla arkasına bakmaması gerekmektedir. Ama Orphée yeryüzüne dönerken dayanamayıp arkasına bakar ve Eurydice’i sonsuza kadar kaybeder. Cocteau ise Orphée’yi günümüzde orta yaşlı bir şair olarak tasvir eder. Gözden düştüğü hissine kapılan Orphée’nin küçümsediği genç rakibi gözünün önünde bir trafik kazasında hayatını kaybeder. Bu sayede Prenses Ölüm ile tanışır ve ondan etkilenir. İhmal ettiği eşi Eurydice de benzer bir kazada ölünce Orphée mitolojik öyküde olduğu gibi ölüler diyarına iner. Ancak Cocteau öyküyü kendisine göre yorumlayacaktır. Orphée’nin tek istediği söylencenin aksine eşi değil Prenses Ölüm’dür; ancak iki ayrı dünyanın birleşme şansı yoktur.

Cocteau, ilk filmde olduğu gibi burada da aynaları ölüm ve geçişin kapıları olarak kullanır. Filmde ayna, ölümün gelip gittiği kapılardır. Şairlerin geçip gittikleri bu yeni bölgede / arafta yaşananlar ile düşsel bir dünya yaratılmıştır. Diğer taraftan öte dünyaya geçmeye yaradığına göre aynanın berisi de günümüzdür. Cocteau bu muğlâk geçişlerin yansımalarını şaire ilham olarak filmde ifade eder. Şairin arabanın içindeki radyodan dökülecek sözcüklerden medet umması gibi Orphée’nin asıl sıkıntısı sanatsal tıkanmadır. Şiiri hangi dünyadan geldiği tam olarak belli olmayan ancak ahenkli bir dışavurum olarak ele alan Cocteau, Orphée’de bir düş yardımıyla bu sıkıntıları aşmaya çabalamaktadır.

“Anlamaya çalışmakla geçen 70 yılda, yorulmadın mı?”

Ölümün sayısız formu: Orfe’nin Vasiyetnamesi

Jean Cocteau’nun üçlemeyi sonlandırdığı ve otobiyografik referanslarını güçlendirdiği -şairi kendisi oynamıştır- Orfe’nin Vasiyetnamesi’nde (Le testament d’Orphée, ou ne me demandez pas pourquoi!, 1960) ölüm merkezdedir. Ölümü soyut bir düzlemde ele alan yönetmen, zaman ve mekânı olmayan bir yolculuk gerçekleştirir. “Bir şairin ölümü, onu ölümsüz kılmak için fedakârlık gerekir.” şeklindeki tanımı gibi yaşam ve ölüm iç içe geçmiş durumdadır. Orphée’de gördüğümüz gibi ölümün kendisi bile fedakârlık yapabilir. Bu sebeple yaşadığı sürece bir şeyleri anlamlandırmaya çalışan şairin yeni virajının ölüm olması bir son olmayacaktır. Ölümün sayısız formu vardır ve Cocteau’ya göre şair, yeni bir yolculukla kendisini tamamlamaktadır.

Şiirsel bir reenkarnasyon olarak adlandırabileceğimiz Orfe’nin Vasiyetnamesi ile Cocteau yolculuğunu / çemberini tamamlayacaktır. Film ayrıca yönetmenin yaşamının da son filmidir. Cocteau’nun tüm sanatsal üretimlerinin doruk noktasını oluşturan ve yaklaşık otuz yılda tamamladığı Orfe Üçlemesi, bizlere hem yönetmenin zengin düşsel dünyasını hem de sanatsal zenginliği ufuk açıcı bir platformda sunar.

Yine de belirtelim, şiir asla ölmez.

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

1 comment

  1. Suat

    Sevgili Gökhan Gök; Jean Cocteau üçlemesini çok güzel betimlemişsiniz, emeğinize sağlık. Üçlemenin son filmine (Orfe’nin Vasiyetnamesi) ilişkin yazınızdan alıntı yapmama izin verir misiniz? Teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir