The Lobster (2015): Kurumsal İroninin Yasaya Üstünlüğü

The Lobster (2015): Kurumsal İroninin Yasaya Üstünlüğü

Yazar Puanı4.5
  • Kurumsallaşmış iktidar ağının yönetimsellik alanını aşmanın bir yolu yeni bir kurum yaratmaktan geçiyor ve Lanthimos yarattığı yeni toplumsal kurumun içine yasayı en katı veçhesiyle oturtuyor. Böyle bir kurumu yetkin bir şekilde kurduktan sonra geriye bu kurumdan hareketle oluşturulan toplumsal kültürün saçmalığını göstermek kalıyor.
Share Button

Bir filmi ironik yapan unsur nedir? Anlatının absürtlükten mi, mizahtan mı yoksa ironiden mi beslendiğinin belirlenmesinde ölçümüz ne olmalıdır? Bu üç kategorinin çevrelediği imgesel düzlemler nasıl bir eleştirel yapı oluşturur? Bu sorular temelinde bir okuma faaliyetine girildiğinde Yorgos Lanthimos’un son filmi The Lobster, ironi eksenli analizle değerlendirilecek bir film olarak karşımıza çıkar. Sayılan üç kategori de verili yasa düzenlemelerine karşı işleyen mekanizmalar olsalar da bu karşı duruş, seçilen üslubun mahiyetine göre köklü değişimlere uğrar. Mizahi üslup dendiğinde yasanın öngördüğü cezayı haz aracına dönüştüren bir eleştirellikten söz edilebilir –Mazosh’ta veya Kafka’da olduğu gibi-. Egemen söyleme eklemlenen yasadan türeyen cezanın caydırıcılığı, mizahın gücüyle etkisiz hale getirilir. Absürtlükte ise sıradanlığın yasayı yadsıyan bir konumlanışından söz edilmesi gerekir –Camus’de olduğu gibi-. Camus’nün tarifiyle sıradanlığın tekrarına dayanan absürt konum, yasanın varlığını yok sayarak onu bozuma uğratır. İroniye geldiğimizde artık yeni gerçeklik ortamlarına ihtiyaç vardır. Yani yasanın yadsınmasının veya etkisinin yok edilmesinin veya hazza ikame edilmesinin dışında, artık konumumuz, yasayı aşacak yeni bir kurumsal mekanizma yaratmak olmalıdır –Sokrates’tan, Sade’a kadar salınan bir yapı-. Filmi kavramsal belirlemelere çok boğmadan, kabaca değinilen noktalardan hareketle The Lobster’ın bir ironi filmi olduğunu söyleyebiliriz.

Filmi ironik yapan unsur nedir sorusuna geri dönelim. Film, yalnız yaşamanın yasak olduğu ve yalnız kalan insanın bir otelde kırk beş gün içinde kendisiyle uyum kurabilecek bir eş bulamaması durumunda seçtiği bir hayvana dönüştürüleceği bir toplumda geçiyor. Bu temel yasanın katı biçimde uygulandığı bir devlet ve toplumsal kültür ortamı üzerine oturan senaryo, bizi ironik söyleme götürebilecek başlıca izlek. Çünkü ironi kuraldan beslenir. Yasanın kendisini nesnesiz ve kendisine içkin, önsel -a priori- olarak dayatması söz konusudur. Yasanın nesnesizliği Kant’ın ahlaki yasa söyleminden hareketle şekillenir. Klasik yasa imgesi, toplumsal iyiye yaslanarak kurulur. Yani yasanın nesnesi klasik dönemde toplumsal iyi kapasitesinden hareketle kurulurken, modern dönem yasasında bu işleyiş, yasanın temel belirlemeciliğinde, iyiyi de üreten bir yasa mekaniği içinde kurulur. Böylece yasa, toplumsal iyiye hizmetten türeyen nesnesini kaybetmiş olur. İktidar ilişkisinden doğan yasa, toplumsal iyinin ne olduğuna da karar verir hale gelir ve bunun doğal sonucu olarak topluma dışsallaşır. Toplum dizaynı, yasanın koşulsuz dışsallığıyla oluşturularak toplumsal örgütlenmeler ağında bulunan insan, iradesini bu dışsallıktan neşet eden devlet aygıtına bırakır.

Özetlenen modern toplumun yasa mekaniği içinde Lanthimos bize ne öneriyor? Katılımcı demokratik tahayyülün, seçme fırsatını bir kereliğine halka verdikten sonra toplumsal egemenlik alanını istediği gibi dizayn etme durumu The Lobster’ın ironisinin başladığı noktaya tekabül ediyor. Eş bulmak için geldiği otele kayıt yaptıran David’e eş bulamama durumunda hangi hayvana dönüştürülmek istediği soruluyor. Bu seçim, modern siyasal sistemlerin en meşrusu olarak görünen ve neo-liberal şizofreniyle devleti daha da büyütüp kapitalizmi genleştirmekten başka bir zemine kapı aralayamamış liberal demokrasiye kurulmuş önemli bir provokasyon olarak karşımıza çıkıyor. Seçim dönemlerinde verilen oylarla varlığını meşrulaştıran ve bu meşrulukla kendisine eklemlediği yasayı kullanma tekelini elinde bulunduran devlet organizasyonlarının maskesi David’in ıstakoz olmayı seçmesiyle düşürülüyor. Filmde kurulan iktidar ilişkilerinin meşruluğu, insanların istedikleri hayvana dönüştürülme seçimini ellerinde tuttukları kuraldan türüyor.

Kurumsallaşmış iktidar ağının yönetimsellik alanını aşmanın bir yolu yeni bir kurum yaratmaktan geçiyor ve Lanthimos yarattığı yeni toplumsal kurumun içine yasayı en katı veçhesiyle oturtuyor. Böyle bir kurumu yetkin bir şekilde kurduktan sonra geriye bu kurumdan hareketle oluşturulan toplumsal kültürün saçmalığını göstermek kalıyor.
Filmde toplumsal kültür üç temel mekân üzerinden eleştiriliyor. İlk mekân David’in köpeğiyle -David’in abisi eş bulamadığı için köpeğe dönüştürülüyor- geldiği otel olarak kuruluyor. Otelde gündelik yaşam katı kurallara bağlı olarak yaşanıyor. Bu mekân, kültürün serimlendiği yer olarak konumlanıyor. Yalnız yaşamın tehlikeleri otelin animasyonlarıyla anlatılıyor. Otel kamusal alanın sterilleştirildiği bir aygıta dönüştürülüyor. Yasaların üretildiği ve topluma tanıtıldığı bir meclis ve yasanın öngördüğü nizamı bozanların ehlileştirildiği bir ıslah evi olma koşulları otelin toplumsal önemini belirtiyor. Filmde insanın hangi hayvan olacağına karar vermesinin yanında, bir diğer hakkı da, avlanma zamanlarında yalnız insanları avlayarak otelde kalma süresin arttırabilmesi olarak veriliyor. Bu hakkı kullanma isteği kişinin kendi becerisine bırakılıyor. Fakat insanın öldürme eyleminden sağladığı yarar otelde bir gün daha fazladan hayvana dönüştürülmeden kalmak olurken, devlet kurumunun bu kuraldan sağladığı yarar düşmanı olan yalnızların sürekli azalması olarak veriliyor. Bu hakkın işlevselliği kurumun meşruluğuna değil devamlılığına hizmet etmesinden kaynaklanıyor. İktidar konsolide olduğu ölçüde ebedileşir ve milliyetçilik bu konsolidasyonu sağlamak için üretilmiş bir mittir. Film milliyetçilik mitinin ironisini toplu avlanma seansları üzerinden kuruyor. Avlanmaya katılan yalnızlar yasaya uymayan diğer yalnızları öldürerek hayvana dönüşme korkularını iktidarı beslemek için kullanıyor. Korku modern iktidarın yönettiği önemli bir duygudur ve birey aidiyetini devlet üzerinden kurarken kendisine verilen sembolik imtiyazı kaybetme korkusuyla yasanın yılmaz bir bekçisine dönüşür.

Filmde ikinci mekân David’in otelden kaçıp kendisi gibi yalnızlardan oluşan bir cemaatin içine geldiği orman olarak sunuluyor. Ormandaki cemaat genel toplumsal yasaya uymuyor. Filmin önemli bir başarısı bu mekânı sisteme muhalif bir mücadele alanı olarak değil yine bir yasa ve kurallar manzumesi olarak vermesinden geliyor. Ormanda evlilik yasak. Eşi olmayanın insan olarak yaşayamadığı toplumdan, evlenmenin yasak olduğu ve kendisine ait tüm işleri başkasının yardımı olmadan yapmak zorunda olan insanlardan oluşan bir cemaate geçiliyor. Bu yasalar muhalif cemaati de bir kuruma dönüştürerek ironi dozunu arttırıyor. Ayrıca modern muhalefet biçimlerinin iktidarın simetrisine düşen faaliyetleri ormandaki ilişkiler üzerinden veriliyor.

Yalnız yaşamak için ormana gelen David, eş bulma statüsüne erişebileceğini görünce müstakbel eş adayıyla sıradan toplumsal hayata karışmak için ormandan kaçıyor. Üçüncü mekân bu kaçışla ve ormandan şehre yapılan günübirlik ziyaretlerle veriliyor. Sıradan toplumsal yaşam olarak kurulan üçüncü mekânda filmin temel sorusu cevaplanıyor. Direniş koşulları nelerdir ve yasayı aşacak bir mücadele nasıl yapılmalıdır? Filmin asıl sözünü mücadele pratiklerine söylüyor. Yani iktidar kendisine karşı girişilen mücadeleleri de simetrisine düşecek şekilde yöneterek kendisine eklemliyor. David, uyumlu bir eş bulma statüsüyle makbul vatandaş olma yönünde bir adım atarak mücadelenin nasıl yapılamayacağını gösteriyor.

Filmin seyirciye yönelik eleştirisi son sahnede veriliyor. Miyop oldukları için uyumluluk yakalayan ve beraber yaşamaya karar veren çiftimiz bu amaçlarına ulaşmadan kadının kör olmasıyla uyumluluklarını yitiriyor. David ormandan kaçtıktan sonra eşiyle yeni bir uyum yakalamak için gözlerini bir restoranda kör etme girişiminde bulunuyor. Yönetmenin bir diğer önemli başarısı bu sahnenin kurgusunda kendisini gösteriyor. Bir çift restoranda bir masada oturuyor. Arka plandan yoğun bir ağır vasıta trafiği seyrediyor. David garsondan et kesmek için kullanacağı bir bıçak istiyor. Sevgilisinin dirseklerine ve yüzüne son kez bakarak bıçağı alıp tuvalete gidiyor ve aynada kendi gözlerinin içine bakarak bıçağı gözüne sapladığı izlenimi veren bir plan çekiliyor. Yönetmen sonucu film açısından tabii ki belirsiz bırakıyor. Fakat seyirci olarak bizler için biçtiği konumun sonucu gayet net. Küçük imtiyazların ve hazların kollarında kendi kimliklerinin sınırlılığına hapsolmuş ve kendinden başkasını göremeyen bireyleşme düzleminden başka bir varoluş oluşturamamış toplumsallık.

, , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir