- Film, kısacık bir hikâyenin içine ciltlerce anlatılabilecek detayı en basit şekilde yerleştiren ölümsüz eserin pek çok detayını barındırsa da, yine de eğer son okumamızdan bu yana çok zaman geçtiyse bir kez daha hatırlamak için harika bir vesile. Zira Küçük Prens'i unutmamak bu zamanlarda her şeyden daha değerli.
Her ülkenin banknotlarında, unutulması istenmeyen kişiler ve değerler yer alır. Fransa’da, 1993’den ortak Avrupa para birimi Euro’ya geçilen 2002 yılına kadar 50 Franklık banknotlar üzerinde Küçük Prens ve yaratıcısı Antoine de Saint-Exupéry bulunmaktaydı. Bir banknotun üzerinde (ne kadar kendi özüne ters de olsa) yer alabilecek en güzel figürlerden biridir bu; çünkü Küçük Prens, unutulması istenmeyen bir kişiliğin ötesinde, kişileri ve değerleri unutmamak gerektiğinin bir simgesidir. Filmde de Küçük Prens figürünün bozuk paraların içinden çıkması bir tesadüf olmasa gerek.
Bugüne kadar en çok Almanya ve Fransa olmak üzere Belçika, Avusturya, Macaristan gibi ülkelerde televizyon filmi olarak uyarlanan Küçük Prens’in tek ciddi beyazperde deneyimi, Stanley Donen’in 1974’te müzikal olarak aktardığı filmdir. Ancak dönemin teknoloji ve dekorasyon imkânları ile sunulan dünya, Küçük Prens’i okuyanların hayal edebileceklerinin elbette çok gerisindedir. Kısacası bugüne kadar on binlerce öykü aktaran sinemanın, 1943’ten bugüne 210 ayrı dilde yayınlanan Küçük Prens’i hakkıyla anlatamamış ve bunu çok da fazla denememiş olması ne büyük bir kayıp! Irena Brignull ve Bob Persichetti’nin kaleme aldığı, Mark Osborne‘un yönetmenliğinde animasyon olarak çekilen The Little Prince / Küçük Prens, işte böylesi büyük bir eksiği layıkıyla doldurabildiği için kim bilir ne kadar çok kişinin yüzünü güldürdü.
Orijinal eserde Sahra Çölü’ne düşen bir pilotun, B–612 adlı küçük gezegeninden çıktığı yolculuğun sonunda dünyaya varan Küçük Prens ile tanışması ve ondan nasıl etkilendiği anlatılır. Bir çocuğun bakış açısının, değerlerinin ve hayal gücünün, yetişkinlikte nasıl değiştiği ve kaybolduğu; yaşamın anlamının, dünyanın güzelliklerinin ve sevdiklerimizin kıymetinin nasıl unutulduğu çarpıcı biçimde yüzümüze vurulur. Filmde ise aynı pilot, bu kez yaşlanmış olarak yeni öyküde yer alır; ancak bu kez tanışan o değil, yetişkinliğe koşar adım gitmek isteyen bir kız çocuğunu Küçük Prens’le tanıştıracak olandır. Nasıl ki ilk başta kendisi de Küçük Prens’i anlayamamış ve garipsemişse, onun sayesinde tekrar hatırladığı değerleri ve bakış açısını kaybetmemek, Küçük Prens’i unutmamak adına çocuksuluğuna sımsıkı sarılarak yaşama devam ederken, diğer yetişkinlerin anlamadığı ve garipsediği bir yaşlı olarak yaşam sürmektedir. Küçük Prens ile tanışacak olan küçük kız ise annesi tarafından en ileri okullarda okuması için programlanan, neredeyse tüm hayatı planlanan; stres, koşturmaca, sorumluluklar, zamansızlık, asosyallik gibi günümüz yetişkin dünyasında önemli biri olmanın gerekliliği gibi sunulan, ancak aslında kendi kendimizi zincirlediğimiz şartlara hazırlanan bir çocuktur.
Pilot ve küçük kızın komşuluktan kaynaklanan ve ikisinin dünyaları arasında uçurumlar olması sebebiyle tatsız başlayan tanışma sonrası, Küçük Prens’in hikâyesi en önemli kısımlarıyla küçük kıza olduğu gibi, seyirciye de aktarılır. Küçük Prens’i öğrendikçe kendisine aşılanan hayatın ne kadar kurallara, sorumluluklara, önceliklere, mecburiyetlere, faydacılığa ve egolara dayalı soğuk bir dünya olduğunu keşfeder. Her doğum gününde babası tarafından gönderilen gökdelen küreleri, sınavına hazırlandığı okulun “gerekli biri” olma vizyonu, tanışma fırsatı bile bulamadan yaşayıp gideceği komşuları ve daha 9 yaşında yalnız kutlanmaya başlanan doğum günleri ile yetişkin hayatı denilen şey, Küçük Prens’in bakış açısıyla ne kadar tuhaf ve yalnızdır.
Küçük Prens’in koyununun neden çok küçük olması gerektiğini, B–612 asteroidindeki tek gülün neden bir eşinin daha olmadığını öğrenen küçük kızın, onu ve pilotu tam olarak anlayabilmesi için tek bir engel kalır; sevdiğimiz veya ihtiyaç duyduğumuz insanlar her zaman yanımızda olmadığında neye tutunacağız? Ya öldüklerinde veya çok uzaklara gittiklerinde?
Film, ikinci yarısında orijinal hikâyenin dışına çıkarak, aslında dünyada geçirdiği bir yılın ardından ortadan kaybolan Küçük Prens’in büyümüş halini sunar. Bu durum küçük kızın, hayatının belki de son günlerini yaşamakta olan pilota, pilotun da Küçük Prens’e ihtiyacı olduğunu düşünmesi nedeniyle Küçük Prens’i bulma çabasıyla gerçekleşirken, aslında bir iç yolculuğa ve küçük kızın hayal gücündeki gelişmeye kapı açar. Küçük Prens’i babasının gökdelen kürelerine benzer bir gezegende bulur ve onunla yer değiştirmiş gibidirler. Küçük kız, bu mini-dünyada boyut olarak herkesten küçükken, Küçük Prens ise büyümüş, aslını ve geçmişini unutmuş, bir zamanlar tuhaf ve tutarsız bulduğu dünya şartlarında yaşamayı kabullenmiş bir konumdadır. Asıl sorunun büyümek değil, unutmak olduğunu ona tekrar hatırlatarak gezegenine ve gülüne dönmesini sağlayacak ve asla erişemeyecek olsak da yıldızların neden dünyadaki herkes için gerekli olduğuna bizi de ikna edecektir.
Film, kısacık bir hikâyenin içine ciltlerce anlatılabilecek detayı en basit şekilde yerleştiren ölümsüz eserin pek çok detayını barındırsa da, yine de eğer son okumamızdan bu yana çok zaman geçtiyse bir kez daha hatırlamak için harika bir vesile. Zira Küçük Prens’i unutmamak bu zamanlarda her şeyden daha değerli. Mesela hikâyenin, filmde yer almayan bir bölümünde (*) Küçük Prens, susuzluk giderici haplar satan bir satıcıya rastlar. “Zamanın boş yere harcanmasını önleyen bu haplar alınınca haftada 53 dakika kazanılıyor”, der satıcı. Küçük Prens ise “keyfimce harcayacak 53 dakikam olsaydı, ağır ağır bir çeşmeye doğru yürürdüm” der. Ne kadar güzel anlatır zamane yaşantımızdaki faydacılığı ve yavanlığı!
* Antoine de Saint-Exupéry. Küçük Prens. Çev. Cemal Süreya & Tomris Uyar. İstanbul: Can Çocuk Yayınları, 2015.
İşletme ve Radyo-TV-Sinema mezunu. Eleştirel alanında aktif olmaya DVD+ dergisinin resmi forumunda moderatörlük yaparak başladı. İlk eleştirileri ise 2008 yılında Kanal D Home Video dergisinde yayınlandı. 2009’da Sinemaximum sitesinde, 2010’dan itibaren ise kişisel blogunda yazmaya devam ederken Aralık 2013’de Cineritüel’e katıldı. Antalya’da yaşamaktadır.