Kara filmin suçla olan grift ilişkisi her zaman türün ana damarlarından biri olmuştur. Suçun olduğu yerde hikâyeye dâhil olması kaçınılmaz dedektifler -genelde özel bir dedektif-, türlü karanlık oyunlar, ihanet ve aldatmalar, amnezi ve soygun, dolandırıcılık, cinayet gibi unsurların olaya dâhil olması; özellikle eksikli ve bezgin kahramanlarıyla özel bir tür olan kara film, bugün türlü dönüşümler geçirmiş olmasına rağmen varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Klasik kara filmlerin o kesif kokusunu içinde barındıran ancak türün hikâye anlatımındaki kaostan uzak duran Ida Lupino imzalı The Hitch-Hiker (Otostopçu) gerilim ve gerçek hikâyeden uyarlanan senaryosu ve kadın bir yönetmenin gözünden anlatılan bir kara film olma özelliği ile türdeşlerinden ayrılır.
Kara filmlerde oynadığı karakterlerle ünlenen ve yönetmen birliğine kabul edilen ikinci kadın yönetmen olan Ida Lupino’nun, 1950’ler de Hollywood’da tek kadın film yönetmen olmasını sağlayan filmi The Hitch-Hiker, otostop çeken eski bir mahkûmu arabalarına alan iki balıkçının (Roy ve Gilbert) yolculuklarının değişen seyrini anlatır. Oldukça basit bir düzlemde ilerleyen hikâye -mahkûm balıkçıları esir alır, onları tehdit ederek ülkeden kaçma planı yapar- umutsuzluk ve tedirgin edici atmosferden güç alarak ilerlemektedir.
Silah, Araba ve Adam
Ida Lupino’nun anlattığı hikâye gerçek bir olaydan uyarlanmıştır. Yönetmen filmin hemen başında, cinayetine şahit olduğumuz ancak yüzünü görmediğimiz Emmett Myers’ın paranoyak kaçış deneyimine izleyiciyi ortak eder. Myers’ın kaçış bittiği zaman Roy ve Gilbert’i öldüreceğini ima etmesi ile de aksiyon ayağı kurulmuş olmaktadır. Bu yanıyla kara filmde görmeye alıştığımız gizemlerden uzaklaşan The Hitch-Hiker yol ve western kalıplarına da göz kırpmaktadır. Diğer taraftan türün anti karakter kalıplarına uygun bir anlatı da tutturulmuştur. Lupino’nun öyküyü süslemeden ve dallandırmadan anlatmasının bir diğer olumlu yanı da izleyicinin öykünün bir parçasına dönüşme ihtimalinden kaynaklanmaktadır. Filmin girişinde belirtildiği gibi; film bir adam, silah ve araba hakkındadır. Arabanın içinde mahsur olan siz de olabilirsiniz duygusu filmin içinde lokomotif, oldukça güçlü bir söylem şeklinde kendisine yer bulur.
Lupino, katilin olayın sonuçlandığı noktaya kadar -ülkeden kaçma hariç- bu işi yapma dinamiğini sorgulamaz. Ancak geçmiş kâbusları ve diken üzerinde paranoyak tavırları Myers’ı kara filmin gözde kötü kahramanlarından biri haline getirir. Hatta Myers’ın tedirgin hali ve esir aldığı kişiler üzerinde kurduğu fiziksel ve zihinsel baskı ile neredeyse hiç şiddet uygulamadan filmde kötücül bir enerji yaymaktadır. Lupino, erkeklerin bir oyun gibi gördükleri ve kendi aralarında kurduğu bu gücü elinde tutma haliyle ise ironik olarak silahı merkeze alarak eleştirir. Hepsinin iyi nişancı olduğunu vurgular ancak güç sahibi silahı elinde bulunduran kişidedir.
The Hitch-Hiker gerçek bir öyküyü, alışılmışın dışında kadın bir yönetmenin gözünden ve klasik kara film kalıpları ile anlatır. Öyküyü bilinçli bir şekilde bir yol hikâyesine çeviren ve dar bir alana hapseden Lupino, bu sayede üst düzey bir gerilim elde etmeyi başarır.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.