- Gerçeklik ve gerçekdışının, öznellik ve nesnelliğin iç içe geçtiği The Haunting / Perili Ev, atmosfer olarak Freud’un tekinsizlik anlatısının etkin bir örneği olarak göze çarpar. Sıradan ve normal olanın korkutucu bulunması; bilinmeyen değil bilinen, alışılmış, her gün karşılaştığımız objelere yüklenen anlamlar ile insan psikolojisi arasında kurulan organik bağ, filmin ana damarını oluşturmaktadır. Delilik, intikam ve ölüm olayları ile mimlenen “gotik ev”, filmin gerçek anlamda başkarakteridir. “Ev”e atfedilen her olgu, insanların kendi özlerinde aramaları gereken sıkıntılardır.
Duygusal durumların birbirini tetiklediği bir dünya içerisinde yaşıyoruz. Yalnızlık, tekinsizlik ve kendini güvende hissetmeme modern çağın en büyük sorununa dönüşmüş durumda. Öyle ki onca güvenlik önlemleri bile o meşum duyguyu içimizden atmamıza engel olamıyor. Freud, tekinsizliği aslen bilinen ama derinlerde saklanmış, bilindiği bilinmeyenle yüzleşmeye dair bir duygu olarak tanımlamakta (1), hem korkutucu derecede yabancı ve tuhaf hem de şaşırtıcı biçimde tanıdık ve içsel olana dikkat çekmektedir. Gerçeklik ve gerçekdışının, öznellik ve nesnelliğin iç içe geçtiği The Haunting / Perili Ev, atmosfer olarak Freud’un tekinsizlik anlatısının etkin bir örneği olarak göze çarpar. Sıradan ve normal olanın korkutucu bulunması; bilinmeyen değil bilinen, alışılmış, her gün karşılaştığımız objelere yüklenen anlamlar ile insan psikolojisi arasında kurulan organik bağ, filmin ana damarını oluşturmaktadır. Delilik, intikam ve ölüm olayları ile mimlenen “gotik ev”, filmin gerçek anlamda başkarakteridir. “Ev”e atfedilen her olgu, insanların kendi özlerinde aramaları gereken sıkıntılardır.
Robert Wise’in Shirley Jackson’ın romanından uyarladığı Perili Ev’in çok katmanlı yapısında ilk göze çarpan gotik atmosferidir. Wise, film boyunca duyguları mekân aracılığıyla anlatmaya yolunu seçer. Gotik, insanın gerçek gibi durmayan, yabancı, eski ve grotesk olduğu için bizden uzak görünen ama çelişkilerimizle karşılaştığımız bir arenadır. Ortaçağ’ın kaotik yansımalarına dönüşmüş ev, mimarisinin çağrışım yaptığı imgeler ile bir anlatım aracına dönüşmüştür. Çarpıklık ve dengesizlik ise Viktoryanizm’e göndermedir. Roman gibi, film de 19. yy. değerler sisteminin bireyler üzerindeki karanlık anılarını canlandırır. Korku ögesinin geçmişten gelmesi ise hayalet imiyle anlatılmıştır.
The Haunting, Doktor John Markway’in paranormal araştırmalar yapmak için geçmişinde karanlık mazisi bulunan bir evi kiralaması ile açılır. Prolog bölümünde evin karanlık tarihi çarpıcı bir biçimde anlatılmıştır. Deneye malikânenin varislerinden Luke, geçmişinde paranormal olaylar yaşadığını söyleyen, annesini yeni kaybetmiş Elenor ve psişik yönü kuvvetli Theo eşlik eder. Bir süre sonra ev varlığını hissettirmeye başlayacaktır.
Burası tekin bir yer değil, burası senin zihnin. (2)
Gotik yazında toplum dışı karakterler yolculuğa çıkıp, güç kazanmalarına rağmen sistemin içinde çoğu zaman varlıklarını kanıtlayamaz. Bu açıdan Elenor’un eve varana kadar yaşadığı yolculuğa bakmakta fayda var: Sevmediğini kendine bile itiraf etmediği annesine, sadece çevrenin kendisinden beklediği için yıllarca bakan Elenor’un “melek” imajı bir söylemden ibarettir. Annesinin ölümü ile kardeşinin yanında sığıntı olarak yaşamaya başlar. Herhangi bir mesleki deneyimi olmayan, kendini geliştirememiş biridir. Eve doğru çıktığı yolculuk kendini ispatlama kaygısı ile doludur. Diğer taraftan ev, kadınlar için bir ölüm merkezidir. Evin ilk sahibi Crain’in ilk eşi eve gelirken, ikincisi evde düşerek, üçüncü de yine ev içerisinde veremden ölmüştür. Ev, Crain’in iki kızından büyüğüne kalır. Evlenmeyip yaşlanınca bakımını yaptırmak için köyden hizmetçi bir kız tutar. Ancak hizmetçi kız başkasıyla vakit geçirirken kadın ölür. Hizmetçi ise vicdan azabı ve toplum baskısına dayanamayarak evde intihar eder. İhmal üzerinden ölmüş bir yaşlı kadın ve birbirini sevmeyen kızlar: Evin kişisel tarihi ile Elenor’un geçmiş yaşamındaki paralellik dikkat çekicidir. Ev’in gotik atmosferi ile Elenor’un trajediye meyilli karakterinin kesişmemesi olanaksızdır. Canlı tutmaya çalıştığı duygusal bağ onu kaosa, tek kurtuluşun ölüm olduğu çıkarımına sürükleyecektir. Ev hem Elenor’u yansıtan bir ayna, hem de derinliklerde kendini gördüğü puslu bir alandır. İkisi de çarpıktır.
Robert Wise gerilimin dinamosu olarak duyguyu merkeze koyar. Kan, vahşet, irkilme olmadan en eski usulde, korku söylemi üzerinden izleyicisini tedirgin etmeyi amaçlamıştır. Bu aynı zamanda izleyicinin korkuyu değişik şekillerde algılamasına da sebep olur. -“Tarih öncesi çağlarda güneş tutulması insanı korkudan öldürebilirdi.”- Bilinmeyenden korkma ve tekinsizlik hissi izleyicinin de karakterler gibi doğaüstüne meyilini hızlandırır. Elenor’un derinlerde saklanmış yüzleşmeye korkulan anıları ve bastırılmış kadınlığının düşünce sistemini tetiklemesi, yukarıda bahsettiğimiz hayalet iminin filme hâkim olmasına sebep olmaktadır. Oysaki evin hayalet olarak sunduğu, bireysel korkulardan ibarettir.
1) Sigmund Freud, Imago dergisinde (1919) yayımlanan “Tekinsizlik (Unheimlich / The Uncanny)” başlıklı makalesinden
2) Tepedeki Ev romanının tanıtım cümlesinden, Shirley Jackson, Siren Yayınları
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.