The Hateful Eight (2015): Bir Doğal Hukuk Felsefecisi Olarak Quentin Tarantino

The Hateful Eight (2015): Bir Doğal Hukuk Felsefecisi Olarak Quentin Tarantino

Yazar Puanı4
  • Quentin Tarantino, The Hateful Eight filminde Amerika’nın yüzleşmeyi sürekli ertelediği ve ırkçı şiddetin ülkeyi kurucu bir unsur olarak şekillendirdiği iç savaşa sonrası döneme yoğunlaşır. Tarantino filmografisinin ayırıcı özelliği olan şiddet vurgusu bu filmde de kendini gösterir. Fakat bu filmde şiddet olgusu Django Unchained filmindeki şiddetten çok farklı.
Share Button

Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri kitabında şiddete kolonileşme karşıtı bir öz atfeder. Küresel kapitalizm nasıl post-kolonyal yöntemlerle şiddeti kurucu bir unsur olarak ‘Üçüncü Dünya’ ülkelerine dayatıp, hukuk kisvesiyle bu şiddeti meşrulaştırıyorsa, Fanon’da sömürgecilikle mücadele etmede şiddeti meşru bir araç olarak önerir. Bu öneri Fransız sömürgeciliğine yapılmış en köktenci eleştiri olarak hem Fransa’da yankı uyandırır –Sartre’ın kitaba önsöz yazması kitabın etki gücünün artmasında etkin rol oynar.- hem de şiddete devrimci bir bakış açısı kazandırdığı düşünüldüğü için Ali Şeriati’den Che’ye kadar geniş bir yelpazeye yayılır. Fanon’un şiddetle ilgili yaklaşımları sinemaya Üçüncü Sinema’nın manifestosu sayılabilecek Solanas ve Getino’nun La Hora De Los Hornos (Kızgın Fırınların Saati) filmiyle girer.

Fırat Çakkalkurt’un çevirisiyle yayınlanan Robbie Collin’in “Quentin Tarantino: ‘Müttefik Bayrağı Amerika’nın Swastika’sıydı’” yazısında Quentin Tarantino, “Amerika’nın diğer ülkelerde yaşanan utanç dolu olaylara ilişkin filmler yapmakta çok hızlı davrandığını, ama kendi utançlarıyla ilgili filmler yapmakta geç kaldığını” belirtir. Bu geç kalma hali Amerikan iç savaşına ve köle ticaretine gönderme yapar. Yazıda ırkçı şiddetin üst boyutlara ulaştığı iç savaşa değinilmeme durumunun, günümüz Amerika’sında da ırkçı ayrışmanın gün geçtikçe artmasına rağmen hasıraltı edilmeye çalışıldığı vurgusu hâkimdir.

Quentin Tarantino, The Hateful Eight filminde Amerika’nın yüzleşmeyi sürekli ertelediği ve ırkçı şiddetin ülkeyi kurucu bir unsur olarak şekillendirdiği iç savaşa sonrası döneme yoğunlaşır. Tarantino filmografisinin ayırıcı özelliği olan şiddet vurgusu bu filmde de kendini gösterir. Fakat bu filmde şiddet olgusu Django Unchained filmindeki şiddetten çok farklı. Bu nedenle Tarantino, bahsi geçen yazıda, The Hateful Eight’in gişe başarısının Django Unchained’den daha az olacağını vurgular. Aslında bu vurguya Oscar’da en iyi film adayları arasında filmin olmamasını eklersek The Hateful Eight’in şiddet unsurunun rahatsız ediciliğini daha iyi anlayabiliriz. The Revenant’ın makbul kahramandan çepere doğru yayılan şiddeti meşru görülüp en iyi filme aday gösterilirken, Tarantino’nun kurucu şiddetinin ırkçı maskesini düşürdüğü The Hateful Eight, yardımcı kadın oyuncu, en iyi müzik ve en iyi görüntü yönetiminde aldığı adaylıklarla yetindi. Oscar piyasasının tartışmasını bu örnekle bitirip filmin muhteviyatına girmeye çalışalım.

Peki, The Hateful Eight’deki şiddetin farkı nedir? Bu şiddeti basmakalıp şiddetten ayıran temel özellik nedir? Fanon’un anti-kolonyalist şiddetiyle Tarantino’nun kurucu şiddeti kesişir mi? Film, iç savaş sonrası adaletin kelle avcılarıyla sağlandığı ve ırkçı ailelerin kendi mevzilerini korumak için silahlandığı bir ortamda geçer. Yoğun tipiye yakalanan posta arabasıyla kelle avcısı John Ruth (Kurt Russell), yakaladığı suçlu Daisy Domergue’u (Jennifer Jason Leigh) adalete teslim etmek ve parasını almak için Red Rock kasabasına götürmektedir. Bu yolculuğa sonradan kelle avcısı Marquis Warren (Samuel L. Jackson) ve Red Rock’un yeni şerifi olduğunu iddia eden Chris Mannix (Walton Goggins) de katılır. Hikâyenin kırk dakikaya yakın kısmı bu yolculukta geçer. Yolculuk boyunca iç savaş anıları anlatılır ve siyahî kelle avcısı Warren’e savaş sırasında Abraham Lincoln’un yazdığı mektup konuşmaların ana fikrini belirler. Tipiden korunmak için gelinen konuk evinde filmin geri kalan iki buçuk saatlik kısmı geçer. Bu evde safların sürekli değiştiği ve iç savaş tarihinin farklı versiyonlarının her karakterin ağzında yeniden üretildiği bir tartışmadan sonra Domergue’yu kurtarmaya gelen çeteyle birlikte bir şiddet sarmalı başlar. Bu kez şiddet Django’da olduğu gibi filmin tümüne yayılan ve bir karakterin özgürleşme mottosu etrafında örülen düzlemden kurtarılmıştır. Hal böyle olunca şiddetin sunumuna dayalı bir anlatıyla seyirciye katarsis sağlayan Django, yerini anti-kahramanların müphem dünyasına bırakmıştır.

Filmde, zenginlerin elindeki kölelik kurumunun uyguladığı şiddetle kurulan Amerika’nın, köleliğin kurum olmaktan çıkarılıp gönüllü kölelik olarak yeni kolonyal sisteme entegre edildiği ve böylece kurucu şiddetin ırkçı şiddete ikame edildiği toplumsal yapısı anlatılır. Bu anlatım üç saatlik bir filmle ve hayran olunacak bir senaryoyla yapılır. Filmin kurgusu şiddetin sadece betimlendiği bir anlatı kurmaktan uzak tutulup, verili şiddet kalıpları içinden yeni bir kurucu şiddet doğuracak niteliğe haiz olarak oluşturulmuştur. Bence, Tarantino filmlerinde sıklıkla rastlanan şiddet betimlemeleri, bu filmle bir üst söyleme geçmiş ve yeniden üretilen şiddet üzerinden bir tarihsel utanca sağlam eleştiri okları yöneltilmiş.

Şiddet hukuk felsefesi açısından genellikle iki türlü sonuç doğurur. İlki kurucu şiddetin ganimetini yiyerek, kendisini hukuk nosyonuyla topluma dışsal olarak konumlandıran ve ‘istisna halinin’ müzmin sahibi konumundaki devletli toplumların oluşması sonucudur. Temeli iki bin yıla dayanır ve insanlık tarihinin yüzde onu bile devletli toplumlarda geçmemiştir. İkinci sonuç, toplumsal düzen için devlete devredilen toplumsal iradenin geri alınması çabasından kaynaklanan anarşi toplumlarının oluşmasıdır. The Hateful Eight, şiddetin birinci sonucundan kaynaklanan ve kurucu şiddeti devletleşme olarak kullanan erkin günahlarını, ikinci sonuç olarak bahsedilen ve anarşiye kapı açan şiddeti belirsiz bir hukuk süjesine dönüştüren anlatı kalıplarıyla açığa çıkarmaya çalışır.

Fanon’un ‘sömürülenlerin meşru şiddeti’ söylemi film boyunca kelle avcısı Warren’in kullandığı şiddet olarak karşımıza çıkar. Filmde Warren’in şiddeti öyle bir abartılır ki, Western türünün seyirciyi gerçek şiddetten yalıtan üslubu yerini şiddeti hukuksal bir araca dönüştürmeyi onaylayan doğal hukuk felsefesine bırakır.

Walter Benjamin, “Şiddetin Eleştirisi Üzerine” makalesinde şiddetin, biri doğal hukuktan kaynaklı diğeri pozitif hukuktan kaynaklı iki göstergesi üzerine önemli açılımlar getirir. Doğal hukuk nosyonu adaleti tesis etmek için bireyin şiddeti araç olarak kullanmasında bir sakınca görmezken, pozitif hukuk nosyonu amacın sadece adalet tesisi değil hukukun kendi varlığını da mutlaklaştırması olduğu için bireyin her türlü şiddetini engeller. Böylece pozitif hukuk, şiddet tekelini bireye karşı ele geçirerek sadece hukuksal amaçları korumakla kalmaz kendisini de bireye karşı koruyarak mutlaklaştırır. Bu nedenle Benjamin, örgütlü işçi sınıfının uygulayacağı şiddeti, pozitif hukuk normlarıyla oluşan devlet şiddeti kadar meşru görür (Benjamin, 2010:23).[1]

Benjamin ve Fanon’un[2] şiddeti ele alış biçimlerinden de anlaşılacağı üzere The Hateful Eight filmi hem sıklıkla şiddet kullanarak bu şiddeti sadece seyircide bir hayranlık nesnesine dönüştüren Western tarzlarından hem de Tarantino’nun diğer şiddet içerikli filmlerden ayrıksı bir yere sahiptir. Bu filmde Tarantino, pozitif hukukun şiddeti kendi meşruiyeti için tekelleştirmesine karşı bir doğal hukukçu olarak şiddeti ırkçılığın aşılması yönündeki meşru bir araca dönüştürmüştür. Tarantino’nun filmin gişe başarısının düşük olacağı yönündeki tespiti ve filmin Oscar’da düşük seviye adaylıklarla yetinmesinin nedeni filmin şiddet olgusunu rahatsız edici bir yapıdan hareketle tartışması olarak okunabilir.

Kaynakça:
[1] Benjamin, W. (2010), “Şiddetin Eleştirisi Üzerine”, çev. Ece Göztepe, Ed. Aykut Çelebi, İstanbul: Metis Yayınları.
[2] Arendt’in Bülent Peker çevirisiyle Cogito’nun sayı: 6-7, 1996, Şiddet sayısında yayınlanan “Şiddet Üzerine” yazısında Fanon’cu şiddet söylemi, sömürülenlerin mücadele pratiklerini eşitsizliklere değil zengin mallarının yok edilmesine veya hukuksuzluklara karşı değil şiddeti yeni bir hukuksal araç olarak kullanmaya iteceği düşüncesiyle eleştirilir (sayfa:10-11). Bu eleştirinin haklı bir eleştiri olarak görüldüğü halde film söylemiyle örtüşmediği düşünüldüğünden yazıda değinilmemiştir.

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir