- McKay bu arada sinematografiyi unutup kendini biçimlendirdiği büyük ekonomi kriz senaryosunda kurtarıcı bir alter egoya bürünüyor. McKay burada da durmuyor, ekonomi sisteminin kötücüllüğünü de anlatma gayretine giriyor. Bu kötülüğü anlatırken kapitalizm, yüzde 1’in para üstündeki hâkimiyeti, yüzde 99’un ekonomik sistem hakkında hiçbir şey söyleyemediğini eylemleştirme yoluna gitmiyor.
Konuk Yazar: Burç Karabulut
The Big Short (Büyük Açık) filmi, Amerika’da yaşanan mortgage krizini ve onun ardından gelen finansal sistemin çöküşünü, yolları kesişmeyen ama farkında olmadan birbirine bağlı karakterler üstünden anlatıyor. Yönetmen Adam McKay, 2008 finansal krizini derinleştirirken, bir yandan da geniş bir şekilde kişinin etik değerleri ve parayla olan yüzleşmesiyle de seyirciyi baş başa bırakıyor. Bunun yanı sıra McKay, izleyiciye ekonomik ve finansal terimleri geçirmek üzere çok uğraş veriyor. İkinci izleme deneyiminden sonra bile ne kadar seyircisini bu finansal krizin gerçekliğine götürebiliyor orası tartışma konusu ama McKay mesajını düzgün veriyor: İçinizdeki etiği öldürün ki ekonomik sistem yaşayabilsin.
Kant’ın Etiğiyle McKay’in Alter Egosu Birleşince
Kant, etik üzerine yaptığı çalışmalarında, etiğin mantık üzerine oturtulmasını ve insanın niyetini bir yana bırakarak karardaki niyetin doğruluğuna vurgu yapar. Adam McKay’in Büyük Açık filmi ile vermek istediği mesaj, finansal kriz hakkında seyircisini bilgilendirmek ve onlara bu durumu harfiyen, kesintisiz anlatmaktır. McKay, karakterleri arasında sahip olduğu üniversal etiği sonuna kadar kullanıyor. Örneğin; Hedge fonlarını yönetip ekonomiyi alt üst eden krizi çıkaran Burry, bencilce başlattığı bu hareketten dönerek adeta melekvari bir insana dönüşebilmektedir. Beraberinde çalıştığı yatırımcılara bankacılık sisteminin dolandırıcılık üstüne kurulduğunu söyleyebilmektedir. Bir başka şekilde bankacı Ben de kazandığı bonolarla insanların batacağını ve uyarılması gerektiğine hükmeder. McKay’in izdüşümü olabilecek bu karakterler sanki kendi ceketinden çıkmış, etik sahibi yüce insanlar olarak görünüyor. Sanki o eleştirdikleri bankacılarla bir alakaları yok.
McKay bununla da yetinmeyip, karakterlerinin seyirciyle direk konuştuğu sahneler kullanıyor. Bu sahnelerde dramatik yapıyı adeta kestirip yırtarcasına –öncüllerinden farklı olarak– seyircisine doğrudan bilgi veriyorlar. Bu sahnelerde McKay’in alter egosunun filmin önüne geçtiğine tanıklık ediyoruz. Televizyonda gösterilen belgesel estetiğine benzer bir şekilde, seyircisini hikâyesine ortak etmeye çalışıyor. Bir süre sonra hikâyeden bağımsız olarak, pratik bilgiler öğrenmeye başlıyoruz. Mesela CDO nedir gibi. Seyircinin ne kadar bu sahnelerin içine girebildiği muamma olmakla birlikte, McKay’in niyeti film boyunca aynı şekilde sürüyor. Fakat bir telaşla seyircisine bir şeyler öğretmeye çalışarak aslında filmini de yersiz uzatıyor. McKay, empati yaratmak adına Steve Carrell’in oynadığı Steve Baum karakterini kullanmaya çabalıyor; Baum, bir bankacı figürden uzak, sürekli kendinden nefret eden, pişman olan bir karakter olarak karşımızda çıkıyor. Baum’un McKay ile bağlantısı, diğer karakterlerle olağandan daha mümkün; çünkü bir kitap uyarlaması olan filmde, sadece Baum karakteri McKay tarafından yaratılıp filme eklemleniyor.
McKay’in Anlatıyı Çeşitlendirme Denemesi
McKay’in kullandığı sinematografi normalden çok farklı ve sıra dışı görünebilir. Hatta kimi yerde ilham verici bir hale de dönüşebilir. Ünlü oyuncuları sadece bir bilgi vermek eylemiyle kullandığı sahneler kuşkusuz ses getirecektir ama yine de bu McKay’in anlatıyı eksik bıraktığı gerçeğini göz ardı etmiyor. 90’ları andıran video klip estetiği belki bir dönemi anlatmakta yardımcı rol oynuyor ama kuşkusuz bu durum lineer anlatıyı lime lime ediyor. Özellikle kurgusal olmayan (nonfiction) bir senaryoyu böylesi bir anlatıyla kullanmak, filmin hızlı eriyecek süresine ekstra yavaşlık katıyor. Bankacılık, ekonomi ve finans sistemi konularında seyircisinin geride kalmaması için bekleyen yönetmenin anlatıyı çeşitlendirme derdi filmi ilerletmiyor. Yine de ekonomi ile finans terimlerini açıklamak için ünlü kullanımı tercihi, 90’ları çağrıştıran video kliplerin aksine çok iyi bir izlenim bırakmış. Köpüklü banyo sahnesindeki oyuncunun finans hakkında konuşması ya da ünlü bir şarkıcının film için değerli başka bir bilgiyi güzelce ve usulca anlatması, filmin artılarından olmuş.
McKay’in anlatısındaki bir diğer dikkat çekici farklılık ise, oyuncuların Fransız Yeni Dalgası’ndaki gibi bilinçli bir şekilde kameraya dönmeleri ve kendi yaptıklarını anlatmaları. Aslında McKay’in seyircisini çok önemsediğini, onlarla alay etmediğini, hikâyesini onlara da geçirebilmek için en mantıklı yolları aradığını sezinliyoruz.
Final tahlilinde, Kant’ın üniversal etiğini içeren, McKay’ın alter egosunu da yaratmasına olanak veren Büyük Açık, kendini çok ciddiye alarak seyircisini telaş içinde bilinçlendirmeye soyunuyor. McKay bu arada sinematografiyi unutup kendi biçimlendirdiği büyük ekonomik kriz senaryosunda kurtarıcı bir alter egoya bürünüyor. Ekonomi sisteminin kötücüllüğünü de anlatırken yüzde 1’in para üstündeki hâkimiyetini, yüzde 99’un ekonomik sistem hakkında hiçbir şey söyleyemediğini eylemleştirme yoluna gitmiyor. Bir anlamda seyircisini Yılmaz Güney’in Umut’unda yaptığı gibi; at arabalarının üstünde haklarını arayanları ciddiye almayan Cabbar’ın hali misali, eyleme girişmeden imamla beraber hazine aradığı sahneye yönlendiriyor. Bu yüzden sanki yaşanan ekonomik kriz ve kaos ortamı Amerikan ekonomisinin yeniden güçlendiğini vurguluyormuş gibi bir sonuca varılıyor. ‘Büyük Açık’lar bile sistemin lehine çalışıyor ve yönetmenin kendisi de farkında olmayarak, son senelerde yeni bir açık yaratıldığının haberini bize geçiriyor.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.