- Kawase, Dingin Sular’ın anlatısını kurarken sınırlarını belli eden sekanslardan faydalanır. Ruhani durumların açıklamasını dine; aile ilişkileri ve insan ruh halini ise doğaya dayalı bir anlatımla sunar. Ayrıca otorite karşısında boyun eğmeye de değinen filmde otorite, dinsel olgular olarak da göze çarpmaktadır. Ölümün bir son olmadığından ve aslında inanışlar bağlamında bir tanrılaşma olduğundan bahsedilmektedir. Bu inanış, ölecek kişiyi ölümün korku dolu yüzünden uzaklaştırırken, geride kalanların da ölenin ardından duyacağı üzüntüyü hafifletir.
Naomi Kawase’nin inanç ve doğa üzerinden anlattığı filmi Still the Water (Dingin Sular), ölüm ve aile ilişkilerini sergiler. Kawase, Dingin Sular’ın anlatısını kurarken sınırlarını belli eden sekanslardan faydalanır. Ruhani durumların açıklamasını dine; aile ilişkileri ve insan ruh halini ise doğaya dayalı bir anlatımla sunar. Bu bağlamda, girişte hırçın dalgaların çepeçevre sardığı görüntü, izleyiciye filmin genel hatları hakkında ipuçları verirken, kan akıtma merasimi ve ardından gelen “dolunay seremonisi” ile inancın sosyal hayat içerisindeki rolünü irdeleyeceğini belirtir. Doğanın ruhunu anlayarak insanlara yaklaşan Kawase, sonuca ulaşma evresinde ise tayfun metaforu ile kopan ilişkileri dinginliğe bırakmayı tercih eder.
Ergenlikle Çevrili Büyüme Sancıları ve Aile
Dingin Sular, 16 yaşındaki iki gencin kendi hayatları ve birbirleriyle olan ilişkilerini konu edinir. Ana karakterlerin 16 yaşında olması, onların büyüme sancısı içerisindeki ergenliklerinin tasviri için seçilmiş gibidir. Filmdeki ergenlik tasviri ile kendi sinemamız içerisinde anlatılan ergenlik sancıları karşılaştırıldığında toplumsal cinsiyetin kültürler arasındaki farkı görülebilir. Bizim toplumumuzu anlatan filmlere konu olan çerçevede ergenlik dönemi sancıları, çıkmazlarla bir arada verilir. Küçük bedenlerin, ruhlarını büyütmek için yaşadıkları sancılar daha çok buhran ihtiva eder. Dingin Sular’ın ergenlerinin mutluluk arayışları ise bencillik üzerinden verilir. “Ben” bilinci daha baskındır. Kyoko’nun, Kaito ile ilişkisindeki tutumu, Kaito’nun sadece kendi sorunu varmışçasına küsmeleri, bu ben bilincinin vuku bulmuş halidir.
Otorite karşısında boyun eğmeye de değinen filmde otorite, dinsel olgular olarak da göze çarpmaktadır. Ölümün bir son olmadığından ve aslında inanışlar bağlamında bir tanrılaşma olduğundan bahsedilmektedir. Bu inanış, ölecek kişiyi ölümün korku dolu yüzünden uzaklaştırırken, geride kalanların da ölenin ardından duyacağı üzüntüyü hafifletir. Ölen kişinin bedeninin bir ayrılışı simgelemesine rağmen ruhunun onları bırakmayacağına, geride kalanları koruyacağına inanılır. Kyoto’nun Şaman ibadethanesinde ölümle ilgili aldığı bilgiler ise aslında korktuğu bir gerçek karşısında rahatlamayı seçme yöntemidir.
Filmde ilginç ve belki de komik olan tek öğe, liselerde görülen ve hiçbir kültürde değişmediğine şahit olduğumuz “müdür” tavrıdır. Otoritelerde mühim olan, otoriteyi sarsıcı hareketlerden uzak olmaktır. Bu tavra karşı çıkmak ise asilik olarak adlandırılır. Ergenlik sancıları içindeki çocukların gömleklerinin dışarıda olması bile otorite karşısında bir isyan olarak addedilip tehlike olarak görülür. Yani otoritenin sarsılmaz tavrı, kültürel farklılık dinlemeden kendini var etme çabasında bir detay olarak verilmektedir.
Sudan Çıkış = Yeniden Doğuş
Dingin Sular’da okyanus, yöre halkının sığınağı gibidir. Geçimlerini de, kaçışlarını da okyanus ile gerçekleştirirler. Su, insanlar üzerinde bir huzur arama öğesiyken, derinlerindeki arayış ile aslında bir bakıma anne karnına dönüş olarak algılanabilir. Çünkü bireyin içinde bulunduğu ortamdan daha huzurlu ve güvenli olarak gördüğü anne karnına dönme sendromu yeni bir hayat isteğinin habercisidir. Suyun derinliğini anne karnı olarak kabul edersek; sudan çıkış, yeni bir doğum, yeni bir hayat ve şu an sahip olunan akıl ile sahip olunacak yeni bir yaşamın temsilidir. Kawase bu noktada Kaito’nun babasıyla gerçekleştirdiği “köklerine dönüş” konuşması ile bu durumu vurgular. Tüm dünyayı gezen de yine köklerine, bağlı olduğu yere dönüş yapar.
Filmde sürekli bir irdeleme içerisinde ortaya çıkan ölüm kavramı “insanlar neden doğup ölüyor ki?” sözüyle derinlemesine izleyiciye anlatılır. Aslında günümüz insanının da temel sorgulamalarından birisidir, ölüm hakkında düşünmek. Dingin Sular’da bedenlerimizin dünya üzerinden ayrılışı, ölüm evresinin tamamlandığı anlamına gelmez. Bir daha bedene dokunamamak bir son gibi algılanabilse de, baki olan yaşantı yani ruhani süreç hala devam etmektedir. Ayrıca ölüm olgusu, bireyin sevdiği insan üzerinden değerlendirilerek herkesin karşılaşacağı bir görev gibi anlatılmaktadır. Çünkü ölen kişi, öldükten sonra tanrılaşarak fani dünyadaki görevini bitirir ve ruhani boyuttaki görevine başlar.
Filmin bir diğer odak noktası ise Kaito’nun annesi ile arasındaki ilişkidir. Bu durum ödipal olarak incelendiğinde, babadan ayrı bir anne ve anneyi babadan başka bir erkekle ilişki sırasında gören erkek çocuk, anneyi paylaşamamanın getirdiği öfke ile sevdiği ve babasına göz kulak olacağı sözünü verdiği annesine karşı düşmanca tavırlar sergilemektedir. Kaito’nun içinde bulunduğu durum, Kyoto ile arasındaki ilişkiyi de etkiler. Kaito, Kyoto’nun bencil bir tutumla sevişme isteğini, annesinin yaşadıklarını düşünerek kendi “ben” çatışması içerisinde geri çevirir. Bir süre sonra kadınları anne figürü olarak algılamaya başlar. Annesi ile olan sorunlarını hallettiğinde ise paylaşımı kavrar ve sevgilisinin isteklerine ve kendi arzularına cevap verir.
Finalde ise yönetmen yeniden doğuma tekrar döner. Doğa ile özdeşleştirdiği insanların ruh halini hırçın dalgalar ile verir. Bu dalgaların dinmesi başka bir güce tekabül eder; o güç ise Kyoto’nun babası olarak temsil edilir. Çünkü Japon kültürünün de önemli halkalarından biri ailedir ve aile (bu filmde her ne kadar anneler üzerinden bir anlatım var gibi görünse de) baba ile temsil edilir. Bu sebeple fırtına, babanın el atmasıyla diner. Bu, bir bakıma tanrı olgusuyla da eşleştirilebilir; çünkü insanlar, inançları dahilinde savunmasız anlarında bir tanrıya sığınma ihtiyacı duyarlar ve tanrı onlara doğru yolu gösterir. Akabinde günahlardan arınma ve yeniden doğuş onları beklemektedir. Kawase de filminin finalini, sürpriz bir yeniden doğuş ile kapamayı tercih etmiş, iyilik ve huzur dileğinde bulunmuştur.
Lise eğitimine başladığından beri Gazetecilik ve Radyo-Televizyon ve Sinema okumaktadır. Doktora eğitimini de bu alanda yapmaya devam etmeyi planlıyor. Çalışma hayatına gazetecilikle başlayıp sinemayı da beraberinde devam ettirmiştir. 8 yıl Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde ve sinema filmlerinde reji asistanı olarak çalıştı. Çektiği kısa metraj filmler pek çok festivalin yarışma bölümünde yer alıp gösterimleri gerçekleştirildi. Bu festivallerden ödülleri de bulunmaktadır. Kendi blogunda yazdığı yazıların ardından kurulduğundan beri Cineritüel’de sinema üzerine yazmaya devam etmektedir. Uzmanlık alanı Türkiye Sineması olup, absürtlük ve komedi favori dallarıdır.