Konuk Yazar: Faik Onur Acar
Stefano Sardo, 2015 yılında çektiği Slow Food Story isimli belgeselde, ortaya çıktığı andan itibaren birçok farklı çevrede karşılık bulan ve etkisini günümüze değin arttırarak sürdüren Slow Food Hareketi’nin hikayesini anlatıyor. Hareketin ortaya çıkışını, gelişimini ve gösterdiği etkileri anlatan belgeselin bir diğer odak noktasının ise hareketin kurucusu ve gösterdiği başarıda en büyük pay sahibi olan Carlo Petrini olduğunu söylemek mümkün. Slow Food Hareketi (ve bu hareketin birincil öznesi olan Slow Food Derneği) nasıl Petrini ve onun düşünceleri etrafında şekillendiyse, belgesel de Petrini ve Petrini’nin çalışmaları ile büyük bir güç kazanan Slow Food Derneği çevresinde şekilleniyor. Bu anlamda filmin iki ana öznesinin olduğunu söyleyebiliriz: Slow Food Derneği ve Carlo Pertrini.
Arşiv görüntülerinin, hareketin özneleriyle yapılan röportajların ve animasyonların kullanıldığı belgesel, Carlo Petrini’nin ve arkadaşlarının Slow Food Derneği’ni kurmadan önce içerisinde yer aldığı politik faaliyetlerin anlatısı ile başlıyor. Filmin bu kısmında her ne kadar bu politik faaliyetlerde yer alan insanlarla yapılan röportajlar yer alsa da, kullanılan arşiv görüntülerinin ve animasyonların üzerine yerleşen voice-over’ın[1] izleyicinin gösterilen politik faaliyetlerin niteliğine ve politik ortama dair çıkarımlarını bilinçli ve etkili bir şekilde yönlendirdiğini söylemek mümkün. Belgeselde, Carlo Pertrini’nin ve arkadaşlarının Slow Food Hareketi öncesinde içerisinde yer aldıkları tüm politik hareketler ve faaliyetler yalnızca Slow Food Hareketi bağlamında ve hatta bu hareketin hazırlayıcıları, öncülleri olarak gösteriliyor. Hala daha farklı biçimlerde varlık gösteren bu hareketlerin diğer öznelerine ise söz hakkı tanınmıyor. Bu hareketlerin belgeselin ana öznelerinden biri olmadığı çok açık. Ancak yine de gösterilen bu tavrın belgeselde Slow Food Hareketi’ne dair gerçekleştirilen temsilin geçerliliğine/güvenilirliğine de dolaylı olarak gölge düşürdüğü söylenebilir. Belgeselin Slow Food Hareketi temsiline dair soru işaretleri, yazının takip eden kısımlarında gösterileceği gibi, filmin ilerleyen aşamalarında da artarak devam ediyor.
Belirttiğimiz gibi belgeselin iki öznesi var: Slow Food Derneği ve bu hareketin kurucusu olan Carlo Pertrini. Ancak Pertrini’yle doğrudan yapılan röportajların belgeselde yer almaması nedeniyle hem Slow Food Derneği’nin hem de Carlo Pertrini’nin temsillerinin eksik kaldığını söylemek mümkün. Bu eksikliğin, Slow Food Derneği ele alınırken Pertrini’nin geçmişte verdiği konferans görüntüleriyle, röportajlarla kısmen giderildiği iddia edilebilir. Nitekim derneğin toplumsal ve politik bir değer taşıyor olması, hareketin yürütücülerinin verdikleri röportajları ve konferansları güvenilir bir konuma taşıyor. Nihayetinde toplumsal bir hareket, kamuoyu açıklamaları aracılığıyla temsil edilmiş oluyor. Ancak aynı şeyin Pertrini’nin temsilinde geçerli olduğunu iddia etmek oldukça güç. Örneğin Pertrini’nin geçirdiği rahatsızlıklar sırasında hissettikleri, bu rahatsızlıkların ona ne kazandırdığı ve hayata karşı tavrını nasıl değiştirmesine neden olduğu gibi bilgileri ancak ikinci ağızlardan öğreniyoruz. Pertrini’nin Prens Charles ile var olduğu iddia edilen dostluğunu ve nedenlerini de (Pertrini’nin teklifsizliği) benzer bir şekilde Pertrini’nin arkadaşları ile yapılan röportajlardan öğreniyoruz. Daha önce belirtildiği gibi Pertrini’nin kendi kendini temsili ise belgeselde yer almıyor. Belgeselde özne olarak Pertrini’nin yaşadığı değişimlerin belgeselin bir başka öznesi olan Slow Food Derneği’ne olan etkilerinden ise ancak iki özne arasındaki fark göz ardı edilerek bahsediliyor.
Yaşadığı ağır hastalıkla ilgili arkadaşlarıyla yapılan röportajların ardından Pertrini’nin Güney Afrika’da yerel üreticilerle yaptığı görüşmelere ait görüntüler sunuluyor ve bu görüntülerle birlikte sunulan konuşmalardan (Pertrini’nin bir arkadaşı ile yapılan bir röportajdan parçalar) Pertrini’nin atlattığı ağır rahatsızlık sonrası bu tarz projelere (dolayısıyla Slow Food Derneği’nin) yoğunlaştığını öğreniyoruz. Slow Food Derneği’nin bu tarz bir yönelim belirlerken dernek içerisinde yaşanan tartışmalar ya da Pertrini’nin bu tavrı hangi gerekçelerle benimsediği gibi sorular ise göz ardı ediliyor. Bir özne olarak Slow Food Derneği’ndeki değişim ile Pertrini’nin kişisel hayatında yaşadığı değişim nedensiz bir şekilde özdeşleştiriliyor ve bu şekilde bu soruların üstü örtülüyor. Bu nedenle, Slow Food Story’nin kurumsal bir özne (Slow Food Derneği) ile bir bireyi (Petrini) bir arada temsil etme gayreti içerisinde aralarındaki ayrımı zaman zaman yitirme hatasına düştüğünü iddia etmek mümkün görünüyor.
Slow Food Derneği’nin politik niteliği ve başarmak istedikleri (insanların yemek yeme ve hatta yaşama biçimlerini değiştirmek) ise ister istemez özne olarak bu hareketin (Pertrini dışındaki) diğer özneleri-bireyleri nasıl etkilediğinin de ele alınmasını gerektiriyor. Sardo, bu gerekliliği Slow Food Hareketi’nin ortaya çıkışını, ilk eylemlerini (sol hareketlerin düzenledikleri toplantılardaki yemekleri değerlendirmek, festivaller düzenlemek ve bir şarap kataloğu basmak gibi) ele aldıktan sonra Slow Food Derneği’nin yöneticileriyle ve dünyanın birçok farklı bölgesinde çalışan aşçılarla yapılan röportajlardan parçaları sunarak yerine getiriyor. Hem bu röportajlar sırasında sarf edilen “Slow Food bir felsefedir”, “Hayatımı değiştirdi”, “Beni asla aralarına almayacaklarını düşündüm” gibi sözler, hem de hareketin ilerleyen aşamalarında kurulan The University of Gastronomic Sciences (UNISG)[2], hareketin kendisinin de birçok öznenin temsilcisi konumuna yükseldiğini ortaya koyuyor. Slow Food Derneği’nin bu temsiliyeti nasıl gerçekleştirdiği de bu röportajlar aracılığıyla ele alınıyor. Ancak göz ardı edilmemesi gereken Slow Food Hareketi’nin temsiliyetinin bu insanlarla (aşçılar, yöneticiler ya da tüketiciler) sınırlı olmadığı. Daha önce farklı bir bağlamda söylendiği gibi Slow Food Derneği’nin önemli bir etkinlik alanı da dünyadan yerel üreticilerle birlikte gerçekleştirdiği projeler.
Slow Food’un kuruluş manifestosunda[3] da belirtildiği gibi endüstrileşen dünya, önce makineyi icat etti ve sonra insanların yaşam biçimlerini bu modele göre yeniden formüle etti. “Hızlı yaşam” ile ifade bulan bu anlayışın bir getirisi de hiç kuşkusuz fast-food idi. Verimliliğin bir cinnet hali ile karıştırıldığı iddiasında bulunulan manifestoda verimlilik adına doğamızın ve yaşam alanlarımızın yok edildiği ifade ediliyor. Ve bu evrensel “hızlı yaşam” çılgınlığı karşısına bir alternatif olarak Slow Food Hareketi çıkarılıyor.
Tatların taklit edilmesindense geliştirilmesi gerektiğine dikkat çeken hareket, bu hedefin ancak tarihi yemek kültürlerinin korunması ile mümkün olduğu iddiasında. “Tarihi yemek kültürleri” ile ifade etmek istenilen ise yemeklerin yenme biçimi olduğu kadar üretim biçimi de. Yerel üreticilerle gerçekleştirilen projeler tam da bu bağlam içerisinde anlam buluyor. Slow Food Derneği’nin yayınladıkları metinlerden ve bir ölçüde belgeselin kendisinden bu anlamı kısmen çıkarmak mümkün olsa da biraz önce belirtildiği gibi belgeselde bu anlam Petrini’nin geçirdiği hastalık sonrası yaşadığı değişime indirgenerek ve Petrini ile Slow Food Derneği özdeşleştirilerek büyük ölçüde yitiriliyor ya/ya da göz ardı ediliyor.
Felsefelerinin, üç temel ilke (iyi, temiz ve adil) çerçevesinde oluşturulan “yemek” kavramına dayandığını ifade eden dernek[4], adil olandan ne kastettiğini açıklarken[5], toplumsal adaletin sağlanması için insana ve insan haklarına saygılı çalışma koşullarının sağlanmasının ve üreticilere yeterli miktarda karşılığın verilmesinin gerekliliğine dikkat çekiyor.
Ancak Slow Food Story belgeselinde Petrini’nin üreticilere verdiği söylevlere şahit olmamıza karşın üreticilerin (özellikle Güney Afrikalı üreticilerin) sesini pek fazla duyduğumuz söylenemez. Bu eksikliğin ise temsiliyet bağlamında birkaç farklı anlama geldiği iddia edilebilir. Öncelikle belgeselde, Slow Food Derneği’nin temsil ettiği iddiasında bulunduğu insanları ne kadar başarılı bir şekilde temsil ettiğinin değerlendirmesini yapmak mümkün olmuyor. Diğer yandan Slow Food Derneği’nin kendisini bir kolektif özne olarak ele alırsak bu kolektif özne içerisinde yer alan üreticilerin temsillerinin eksikliği doğrudan derneğin temsilinin de eksikliği anlamına geliyor.
Kısacası Slow Food Story’nin tüm belgesellerde karşımıza çıkan temsil[6] sorununu birbirleriyle bağlantılı iki ana özne ele alarak, kendi tercihi ile zorlaştırdığını ve bu sorunun altından pek de başarılı bir şekilde kalkamadığını söyleyebiliriz.
[1] Bill Nichols, Introduction to Documentary, 2nd ed. Bloomington and Indianapolis: Indiana University Press, 2010, sf. 167
[2] The University of Gastronomic Sciences. “History and Mission”. Erişim Tarihi: 13.12.2017 https://www.unisg.it/en/administration/storia-e-missione/
[3] Slow Food. “Slow Food Manifesto” Erişim Tarihi: 13.12.2017 http://slowfood.com/filemanager/Convivium%20Leader%20Area/Manifesto_ENG.pdf
[4] Slow Food. “Our Philosophy”. Erişim Tarihi: 13.12.2017 https://www.slowfood.com/about-us/our-philosophy/
[5] Slow Food. “Good, Clean and Fair: the Slow Food Manifesto for Quality” . Erişim Tarihi:13.12.2017 https://www.slowfood.com/wp-content/uploads/2015/07/Manifesto_Quality_ENG.pdf
[6] Stella Bruzzi, New Documentary: A Critical Introduction, 2nd ed. (London and New York: Routledge) sf. 30-35
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.