- Tayfur Aydın’ın Siyah Karga filmi temel anlatısını coğrafya üzerine kurar. Yönetmenin ilk filmi İz/Rec’de de gördüğümüz bu anlatı biçimi film hikâyelerine iki önemli nitelik kazandırır. İlk olarak Kürt bir yönetmenin etnik kimliğin getirdiği politik angajmanı aşması sağlanır. Bu önemli bir noktadır ki salt kaba politik söylem üreterek yapılan filmler daha kolay gösterim imkânı bulur ve politiklik unsurunun haklı kimlik mücadelesine yüklediği dramla filmi kültürel tüketim ve tatmin aracına indirgeme yönünde bir handikap oluşturabilir.
İbn-i Haldun’un on dördüncü yüzyılda söylediği ‘coğrafya kaderdir’ sözü, üzerinden altı yüzyıl geçtikten sonra bile önemini koruyor. Bu sözün önemi eleştiri oklarını tarihselci anlayışa yöneltmesinden kaynaklanıyor. Geçen altı yüzyılda kralların, kraliçelerin veya imparatorların kahramanlıklarına ve aşırı açıklı trajedilerine dipnot düşmekten başka bir işe yaramayan tarih yazıcılığı, iktidarların propaganda araçlarına dönüşmekten başka bir arpa boyu yol alamadı. Peki tarihselcilik ne işe yaradı? Keskin sınır ayrımları, hiyerarşik yönetim aygıtları, kıymeti kendinden menkul faşist ideolojiler, kendi resmi tarih algısının en doğrusu olduğunu kanıtlama çabasından kurtulamayan uluslar, varoluşunu fetişleştirdiği önderlere adayan milletler…
İbn-i Haldun, egemen iktidar kodlarını aşındırarak kendisine biçilen aidiyet kalıplarını bozan en önemli sosyolojik olgu olarak göçebeleri gösterir. Göçebeler, coğrafyalar arası veya yurtlar arası hareket dinamikleriyle özgürleşme potansiyeline haiz toplumsal gruplar olarak karşımıza çıkar. Deleuze ve Guattari, İbn-i Haldun’un göçebe hareketleri tespitleri üzerinden yirminci yüzyılda coğrafya temelli Göçebebilimi kavramını kurar.
Peki, coğrafya temelli Göçebebilimi ne işe yarar? Aidiyet bağlarını suni ulus atıflarından değil toprağın üretim gücünden kuran, sınır ayrımı tanımayan, coğrafyanın kader olarak dayatıldığı iradesiz bir toplumsal yapıdan kadere etkin irade potansiyeli eklemleyen bir toplumsal yapı oluşturan örgütlenme biçimi kurmaya yarar.
Tayfur Aydın’ın Siyah Karga filmi temel anlatısını coğrafya üzerine kurar. Yönetmenin ilk filmi İz/Rec’de de gördüğümüz bu anlatı biçimi film hikâyelerine iki önemli nitelik kazandırır. İlk olarak Kürt bir yönetmenin etnik kimliğin getirdiği politik angajmanı aşması sağlanır. Bu önemli bir noktadır ki salt kaba politik söylem üreterek yapılan filmler daha kolay gösterim imkânı bulur ve politiklik unsurunun haklı kimlik mücadelesine yüklediği dramla filmi kültürel tüketim ve tatmin aracına indirgeme yönünde bir handikap oluşturabilir. Tarihsel kodlardan hareketle piyasa koşullarına göre (bu koşullara festivale göre film üretmek de dâhildir) hesaplı kitaplı oluşturulan filmler iyi pazar bulabilme imkânına da sahiptir. Yönetmenin coğrafyadan beslenmesi filmlerinin bu nitelik kaybına uğramasına engel olur.
İkincisi coğrafya, aidiyet kalıplarına sıkışmış suni tartışmaları özgürleştirerek işin içine toprağı, yurdu veya yurtsuzluğu da katar. Tarihin ulus anlatılarına sıkışmış kodları toprağın evrenselliğiyle aşılır. İki filmde de anlatılan yol hikâyeleri, egemen iktidar ilişkilerinin politik müdahalecilikle kirlettiği halkların toplumsal dokusunu, müdahalelerin gerçekleştiği coğrafyalara çevirdiği sabit kamera açılarıyla, toprağı, suyu, ağacı ve havayı bir hafıza onarım merkezine çevirme deneyimine dönüştürür.
İki filmde de bahsedilen bu iki niteliğe değindikten sonra temel bir eleştiri noktasını belki üçüncü filmden sonrasına saklamak gerek. Yaptığımız röportajda (Tayfur Aydın: “Fırat Nehri Çoktan Denize Karıştı Gitti”) yönetmenin üçüncü filminde de yol hikâyesi anlatarak seriyi bir üçleme olarak tamamlayacağını belirtmesi bu eleştirinin erken olma ihtimalini güçlendiriyor ama yinede değinmekte fayda var. Kendisini tekrarlayan hikâyeler uzun vadede filmografide seviye kaybına neden olur. Özellikle 2000 yılı sonrası filmlerde rastlanan kendini tekrar olgusu öyle bir dolaşıma girdi ki farklı yönetmenler bile aynı hikâyenin varyantlarını uzun planlar, dalgın karakterler ve monoton hikâyeler olarak cisimleşen ‘festival biçimi’ni bir anlatı aracına dönüştürmeye başladı. Bu nedenle Tayfur Aydın’ın üçüncü filmden sonra farklı hikâyelere yönelmesi daha yaratıcı anlatı üslubu ve biçimi oluşturabilmesini sağlayabilir.
Bu kategorik eleştiri rezervinden sonra film hikâyesine değinebiliriz. Film, merkeze aldığı üç karakter üzerinden -Fransa’da yaşayan İranlı bir artist Sara (Şebnem Hassanisoughi), Sara’nın illegal yollarla İran sınırını aşmasına rehberlik eden Yılmaz (Aziz Çapkurt) ve bu yolculukta yerel ilişkilerini kullanarak onlara yardımcı olan Mehmet Selim (Murat Toprak)- üç yurtsuzlaşma hattı çiziyor.
Bu hatlar, mesleği nedeniyle ülkesine giriş yasağı bulunan bir sanatçının yol hikâyesine, memleketinden göç ettirilerek kent hayatında kapana sıkıştırılmış hissi duyan turist rehberi Yılmaz’ın ve kendi memleketinde yurtsuzlaştırılan, sınır kaçakçılığına itilmiş Mehmet Selim’in hikâyesini eklemliyor.
Hikâyenin kentte geçen çekimlerde aktüel kamera hareketleriyle, doğadaki çekimlerin ise sabit planlarla anlatılması mekânı anlatının temel unsuru haline getiriyor. Filmin coğrafyaya yaslanan teması bu sabit planlardan neşet ediyor. Böylece Sara’nın sisler içindeki konumu, Yılmaz’ın mezar taşını anımsatan taşı öpüşü ve Mehmet Selim’in askerlerle karşılaşma tehlikesine karşı sarp dağ koşullarıyla verdiği mücadele aynı yol üzerinden farklı bellek bloklarına gönderme yapıyor.
Film, bir göçebenin tanımlanamayan veya sabitlenemeyen kimliksizliğini doğuracak güçte bir retorik oluşturmuyor belki ama kameranın çerçevelediği ıssız arazilerde bulunan terk edilmiş evler, sahipsiz mezarlar, sisler arasında yolculuk eden kaçakçılar ve yorgun katırlar eşliğinde bize coğrafyanın ne demek olduğunu hatırlatıyor. ‘Coğrafya kaderdir’ cümlesi bu yolculuğun temel aksiyomunu oluşturuyor. Sara’nın, doğduğu coğrafyanın zorluklarını ülkesinde yaşayamama diyetiyle öderken, babasının cenazesine yakalanma riskini göze alarak kaçak yollardan gitmeye çalışması, kaderinin ona biçtiği rolü kabullenmemesinden kaynaklanıyor.

Matematik öğretmenliği mezunu. Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansı yaptı. Aynı üniversitede doktora eğitimine devam etmekte. Aylık sinema dergisi Rabarba Şenlik’in editörlüğünü yaptı. Sinema Kafası’nda başladığı sinema yazarlığını Cineritüel’de sürdürüyor. Mail: fatih_degirmen@hotmail.com