Sivas (2014): Bir Çocuk, Bir Köpek ve İmkânsız Bir Masal

Sivas (2014): Bir Çocuk, Bir Köpek ve İmkânsız Bir Masal

Yazar Puanı4.5
  • Kaan Müjdeci ilk filmiyle Türkiyeli seyirciye kendi eksiklerini göstererek zihinsel kalıplarını kırmaya teşvik ediyor. Seyircinin filme tepkisinin altında yatan da yönetmenin bu yüzleşme çağrısı olsa gerek. Öte yandan, bir göçmen sinemacı olarak göç temasından beslenmeyen bir film yapmış olması, Müjdeci’yi ulus ötesi Türkiyeli sinemacılar için de ters köşe bir örnek durumuna getiriyor.
Share Button

Olaylardan ziyade durumlara odaklanan, az diyaloglu, sabit kameralı kişisel anlatılar Türkiye’de festival sinemasının kalıpları olarak git gide kemikleşmekte ve bu durum, festivallerden ödülle dönen filmlere karşı sinema seyircisinde kaçınılmaz olarak olumlu veya olumsuz beklentilere neden olmaktadır. Venedik ve Antalya’da ödüller alan Sivas’ın da bu başarısı doğal olarak zihinlerde filmin klişeleşen festival filmi anlatısı ile ilişkili olarak kodlanmasını tetikledi. Buna rağmen kesin olarak söylenebilir ki, Sivas tüm bu önyargıları boşa çıkaran ve bu cesareti ile Türkiye sinemasının geleceğine dair insanı umutlandıran bir film.

İlkokul çağındaki Aslan, küçük bir Anadolu köyünde alışılageldik bir hayat sürdürmektedir; okula gider, arkadaşlarıyla oyunlar oynar, yapılacak işlerde ağabeyine yardımcı olur. Bir gün öğretmeninin öğrencilerden Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalını okul müsameresinde sahneye koymalarını istemesiyle, Aslan ‘büyümeye’ başlayacaktır. Öğretmen tiyatronun oyuncu kadrosunu oluştururken Aslan’ın âşık olduğu Ayşe’ye prenses rolünü, muhtarın oğluna ise prens rolünü vermiştir; Aslan’ın payına ise cüce olmak düşer. Bu rol paylaşımı, Aslan’ın hayatında sosyal katmanlarla ilk karşılaşmasıdır ve çocuk aklıyla bu ayrıştırıcılığa boyun eğmeyecektir o. Prens rolünü alabilmek için öğretmeniyle konuştuğunda ise sosyal eşitsizliğin kaçınılmaz olmasının ötesinde, gerekliliğine dair gizli inancıyla “Cüce olmanın neresi kötü?” diye soracaktır öğretmeni. Oysaki Aslan bu eşitsizlik sisteminde cüce olmayı kabul edemeyecek kadar saftır, çocuktur ve bu mücadelesinde ona eşlik edecek olan da yine sistemin kapasitesinden, işleyişinden ve yerleşikliğinden habersiz olan bir köpektir.

Bir dövüş köpeği olan Sivas’ın kaderi, kaybettiği bir dövüş sonrasında Aslan’la kesişir. Sivas, Aslan için bir arzu nesnesi değildir, Aslan’ın eylemlerini şekillendirmez. O, Aslan için bir doppelganger konumundadır; aynı kaderi paylaşan, aynı amaç uğruna mücadele eden bir kopyadır ve Aslan mücadele etmenin beyhudeliğini yine bu köpek üzerinden öğrenecektir. Aslan, Sivas’ı dövüştürmek istemediğinde, katılaşmış sosyal eşitsizlik düzenini öğretmeni gibi içselleştirmiş olan muhtarın “Herkes yerini bilecek!” diyerek köpekler için dövüşmenin kaçınılmaz oluşunu yüzüne çarpmasıyla, sosyal mobilizasyonun imkânsızlığını ve düzenin değiştirilemezliğini öğrenir. Mobilizasyon ihtimali çocukça bir hayaldir ve insan büyüdükçe bu hayalin yerini teslimiyet almaktadır. Bu mücadelesinde Aslan’ın köyün yetişkinlerinden destek görememesi işte bu sebeptendir. Bu noktada, Kaan Müjdeci filmde kullandığı Neşet Ertaş türküsü “Hata Benim” ile Aslan için bu ilizyona kapılmanın bir hata oluşunu vurgulamanın ötesinde, onun da büyüdükçe öğretmeni ve muhtar gibi sistemi içselleştirerek çoğunluğa katılacağına işaret ediyor gibidir. Bu bakımdan, Sivas ile Seren Yüce’nin Çoğunluk filmi arasında tematik bir benzerlik olduğu da söylenebilir. Belki Sivas‘ı Çoğunluk‘tan sonra yapılmış en iyi ‘ilk film’ olarak nitelendirenlerin bilinçdışında gizli olan da bu benzerliktir.

Böylesi kişisel ve yerel bir hikâyeden yola çıkarak küresel bir temaya ulaşmak Kaan Müjdeci’nin yönetmenlik başarısının göstergesidir. Buna rağmen Türkiye’de bazı seyirciler tarafından, filmin hareketli kamera kullanımı, lineer ilerlemeyen kurgusu, gerçeklik hissi oldukça yüksek mizansenleri ve diyaloglarıyla oluşturulan anlatı yapısının kurmacadan ziyade belgesel nitelikleri taşıdığına dair yapılan eleştiriler ise Türkiye’deki sinema takipçilerinin zihinlerinin festival sineması klişeleriyle belirgin olarak sınırlandırılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Sivas gibi sert ve gerçekçi filmlere Türkiyeli seyirci ne yazık ki aşina değil ve gün geçtikçe de yabancılaşıyor. Bu bakımdan, Kaan Müjdeci ilk filmiyle Türkiyeli seyirciye kendi eksiklerini göstererek zihinsel kalıplarını kırmaya teşvik ediyor. Seyircinin filme tepkisinin altında yatan da yönetmenin bu yüzleşme çağrısı olsa gerek. Öte yandan, bir göçmen sinemacı olarak göç temasından beslenmeyen bir film yapmış olması, Müjdeci’yi ulus ötesi Türkiyeli sinemacılar için de ters köşe bir örnek durumuna getiriyor.

Tüm bu özellikleriyle henüz ilk filminde ne yaptığını çok iyi bildiğini gösteren Kaan Müjdeci ile Avrupa’da sinema kariyerlerine devam eden Fatih Akın, Ferzan Özpetek, Umut Dağ, Ayşe Polat, Thomas Arslan gibi yönetmenlerin başarıları bir arada düşünüldüğünde, Türkiye sinemasını bir dünya sineması mertebesine ulaştırmak için takip edilmesi gerekenin, varoluş nedenlerini festivallerin ideolojilerine bağlayarak bağımsızlıklarını kaybeden ve hızla tektipleşen ulusal üretimlerin değil; ulus ötesi Türkiyeli sinemacıların yolu olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz.

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir