Pedro Almodóvar sinemasının dişil bir damardan beslendiğini söylemek doğru olacaktır. Kuşkusuz ki sadece merkezine kadınları yerleştirdiği için değil; kadını kamusal alanda görünür kıldığı ve sinemada nesne olmaktan çıkarıp özneye, kaygıları, endişeleri ve dertleri olan bireylere dönüştürdüğü için de önemlidir. Kimlik sorunundan cinsiyet bunalımlarına, insan doğasından tutkulara, arzulara, şehvete ve saplantıya kadar uzanan uç duyguları, göz alıcı bir renk paleti, melodram ve kitch unsurlar ile iç içe geçiren Almodóvar sineması, yerleşik kuralları yıkan, cüretkâr ancak gelenekselin barındırdığı o naif söylenceleri de kapsayan bir bileşimden oluşur.
İspanya’da İç Savaş’ın ardından, 1939’da başa geçen General Francisco Franco, 1974’deki ölümüne kadar ülkeyi faşist bir diktatörlükle yönetmişti. Bu süreçte her türlü sanatsal faaliyetler sansürlenmiş, cinsel kimlikler yok sayılmış ve baskıcı politikalar kamusal hakları perdelemişti. Madrid’de geldiği 1968 yılında sinema eğitimi alma imkânı bulamayan Pedro Almodóvar, 12 yıl boyunca bir telefon santralinde çalışmış, bu sırada 10 kısa film çekmiştir (1974–1980). Franco rejimi sonrasında, yaşanan faşist uygulamaların son bulduğu 70’li yılların ikinci yarısında cinsel politikalarda yaşanan liberalleşme, La Movida akımının beslediği bedensel ve düşünsel özgürlük, Almodóvar’ın yaratım sürecinde önemli rol oynar. Ülkenin sosyo-politik ve ekonomik geçmişini, rejimin ötekileştirdiği insanlarda ve görmezden gelinen, bahsi geçmeyen sokaklarda arayan Almodóvar, yaşadığı toplumun gerçeklerini kendi süzgecinden geçirerek alternatif ve öznel bir evren yaratmayı başarır.
Almodóvar Kadınları
İspanya’nın yaşadığı travmatik geçmiş, ekonomik ve sosyal hayatın zorluğu, toplumsal ikiyüzlülük ve cinsellik tabularına adeta savaş açan Almodóvar, özellikle kurumları ilk dönem filmlerinde topa tutar. Tabu görülen her şeye saldırır: Kilise ve eril dil, hatta ülkenin simgelerinden olan matadorlar bile hedef tahtasındadır. Madrid’in varoşlarındaki bir grup gencin uyuşturucu ve cinselliği keşfini anlatan ilk uzun metraj filmi Pepi, Luci, Bom y Otras Chicas Del Montón (Pepi, Luci, Bom ve Diğer Sıradan Kızlar) yapı olarak biraz dağınık olsa da, yönetmenin daha sonra ustalaşacağı bir dizi kavramı barındırır: Bunlar arasında tecavüz, dönüşüm, aile, kadın dayanışması ve Franco atığı İspanya’sının kalıntılarından maço eril dil öne çıkmaktadır.
Ataerkil yapının hâkim olduğu mecralarda, kadına yüklenen roller toplum tarafından normalleştirilmiştir. Böylece kadın, olması gereken yerde değil, toplumun kendisine gösterdiği kısıtlı alanda var olmaya çabalar. Sinema içinde de durum farksızdır: Kadın ya kurtarılması gereken bir nesne ya da cinsel objedir. Her iki durumda da kurban konumunda yer alması ve yardıma muhtaç olması Almodóvar filmleri için geçerli değildir. Edilgen bir yapıdan etken bir yapıya geçiş söz konusudur. Almodóvar’ın kadın karakterlerinin Çağdaş İspanya Sineması’nda önemli bir rol oynamasındaki en büyük sebep de buradan kaynaklanmaktadır: Özgürleşen toplumun tüm heyecanı ve coşkusunu, geçmişin acıları ve kırılganlıkları ile aynı potada eriten Almodóvar kadınları, toplumun kendilerine tahsis ettiği alanları, arada sürtüşmeler ve ihanetler olsa bile kadın dayanışması ile aşmayı başarırlar. Volver (Dönüş) filminde Raimunda çaresiz bir durumda iken, kendisine bir grup için bir ay süresince öğle yemeği hazırlama işi teklif edilir. Ancak ilk günü çevirecek parası yoktur. Klasik bir Almodóvar kadını olan Raimunda sokağa çıkar; diğer kadınlardan ödünç malzemeler ve borç alır. Tekrar fahişelik yapmaya dönen komşusunu işe alması ve çetrefilli aile sırlarının aynı süreçte çözülmeye başlamasından anlaşılabileceği gibi Almodóvar kadınları ayakta durmaya çabalar; ancak diğer kişilere asla gözlerini kapatamazlar, sorunları hasıraltı da etmezler. Kika filminde, kendisine duygusal travma yaşamışsın diyen kişiye Kika, “önemli değil, her zaman bir çaresi bulunur” diye cevap verir. Mujeres Al Borde de Un Ataque de Nervios (Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar) filminin sonunda, kadınların tuhaf bir uzlaşı ile yeniden kaldıkları yerden hayata güçlenerek başlamaları ve eski umutsuzluklarını ardında bırakmaları da, Todo Sobre Mi Madre (Annem Hakkında Her Şey) filminde hayatları altüst olan bir grup kadının birbirlerinden güç alması, hatta Tacones Lejanos (Yüksek Topuklar) filminde cinayeti gizlemeleri de kadın dayanışmasının önemli örneklerindendir. Ancak burada önemli olan husus, Almodóvar kadınlarının filmlerin sonunda sisteme uyum sağlama çabasına girişmemeleri ve ehlileşmemeleridir. Diğer taraftan net olarak kurban tanımlamasına da girmeleri mümkün değildir, hassasiyet istismar edilmez.
Dişil Dönüşümler, Eril Müdahaleler
Transseksüelite Almodóvar sinemasında bir değişim simgesidir. Bunu sadece cinsiyet değişimi olarak algılamak doğru olmayacaktır. Almodóvar, toplumun travmatik bir durum olarak gördüğü transseksüelliği önce yabancılaştırır, sonra da tartışılabilir bir zemine çeker. Tacones Lejanos (Yüksek Topuklar) filminde hâkimlik yapan Domínguez, hem bir ana kuzusu, hem tutkulu bir âşık hem de bir drag queen / travestidir. Domínguez karakteri üzerinden toplumun cinsiyet kalıplarının geçişkenliğine vurgu yapılır. Diğer taraftan eşcinsel rahipler, çocuk sahibi olan rahibeler gibi toplumun gözlerini kapattığı gerçekleri de ifşa etmekten çekinmez. Transseksüel karakterler de kadınlar gibi kendi varoluş çabaları içerisindedir. Bu açıdan kamusal alanda görünürlük sağlanması oldukça önemlidir. Todo Sobre Mi Madre (Annem Hakkında Her Şey)’de iki travesti karaktere yer verilir: Oğlunun yasını tutan Manuela’nın eski kocası Esteban ve onun arkadaşı Agrado. Toplumun azınlıklara uyguladığı baskı sonucunda yeteneklerini değerlendiremeyen Agrado, istemediği halde fahişelik yapmaktadır. Almodóvar kadınları gibi çıkış yolu aramaya devam eder ve kurtuluşu bir tiyatro divası olan Huma’nın asistanlığını yaparak bulur. Ancak tiyatroda bile cinsel tacize uğramaya devam edecektir. Almodóvar hınzırca travesti algısının göğüs–penis ikileminde sıkıştığını ve kişinin kimlik haklarının yok sayıldığının altını çizer. Agrado’nun oyunun iptal edildiğini bildirmek için çıktığı ve kısa bir gösteri yaptığı sahnede, geçirdiği tüm estetik operasyonların aslında olmak istediği esaslı kişinin bir bedeli olduğunu belirtir. Agrado, hayallerine ulaşmak için ödediği bedelleri esprili bir dil sayarken, Almodóvar da toplumun bakış açısının köhneliğini ortaya dökmektedir.
Manuela ile evli olduğu dönemde travesti olmayı seçen Esteban ise filmin ikinci travesti karakteridir. Oldukça baskıcı ve eril kodlara sahip olduğunu öğrendiğimiz Esteban, Almodóvar filmlerinde faşist rejimin bir uzantısıdır. Yönetmenin bu maço, eril dil ile birçok filminde sorun yaşadığını görürüz; çünkü kadınların hayatını zorlaştıran, onları yok sayan asıl sorun budur. Almodóvar sıklıkla kullandığı tecavüz olgusu ile bunu açığa vurmaktadır. Tecavüzü bedene yapılan cinsel bir saldırı olmakla birlikte, maço kültürün toplumun içinde kadına yaptığı müdahaleler olarak da yorumlayabiliriz. Pepi, Luci, Bom y Otras Chicas Del Montón (Pepi, Luci, Bom ve Diğer Sıradan Kızlar)’da öykünün tetikleyicisi olan olay Pepi’nin tecavüze uğramasıdır. Aynı şekilde Kika, Hable Con Ella (Konuş Onunla) ve La Piel Que Habito (İçinde Yaşadığım Deri) filmlerinde gerçekleşen, Matador ve Volver (Dönüş) filmlerinde ise yarım kalan tecavüz girişimleri ile karşılaşırız. Pepi’nin tecavüz sayesinde cinsel uyanışa geçmesi, Kika’da uzun tecavüz sahnesindeki kadının rahatlığı, Átame! (Bağla Beni) filminde ise Marina’nın, kendisini esir alan Ricky’e âşık olması gibi, yüzeyde kadını aşağılayan durumlar ara sıra Almodóvar’ın başını derde soksa da, asıl vurgulanan kadının her koşulda güvensiz olduğu gerçeğidir.
İspanya’nın matador simgesi ile ulusal cinsel kimliğin maço bir söylemden ilerlemesi de yönetmenin dertleri arasındadır. Almodóvar kadınları bu karakterlere asla biat etmez; zaten başlarına tüm sorunları açan da bu kişilerdir. Kadın, hem kendisinin hem de diğer kadınların kurtarıcısıdır. Mujeres Al Borde de Un Ataque de Nervios (Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar) filmi, Pepa’nın “kendimi Nuh Peygamber gibi hissediyorum, terastaki kümeste tüm hayvan türlerinden bir çift olmasını isterdim” sözleriyle açılır. Kadın kurtarıcının müjdesi filmin başında verilmiştir. Kadınları ezen erkekler Almodóvar filmlerinde barınamazlar, çoğu göründüğü ilk anda bir şekilde hikâye dışı kalır; çünkü Almodóvar, kadınların ve yok sayılanların sorunlarını dert edinmiştir. Eril dili umursamaz, onunla gizliden alay eder. Neredeyse ortalıkta hiç erkeğin görülmediği Volver (Dönüş) filminde, tecavüz girişimi engellendikten ve sorun ortadan kalktıktan sonra kadınlar, hayatlarını yoluna koymaya başlarlar. Bu noktada filmi erkeksiz bir ütopya olarak da okuyabiliriz. Matadorlar ise bu eril dilin en belirgin simgelerinden biridir. İlk döneminde çektiği Matador filminde ölüme karşı saplantılı bir itki duyan, eski matador Diego bir süre sonra cinayetler de işleme başlar. Ancak Almodóvar, İspanya’nın karanlık dönemine atıfta bulunduğu matador imgesinin karşısına, kadın bir seri katil ve Diego’nun eşcinsel eğilimli öğrencisini çıkarır. Kurtuluşu yine kadınlar ve azınlıkta arayan yönetmen, kötülüğün karşısına dikilmek gerektiğini ima eder. Hable Con Ella (Konuş Onunla)’da ise bu kez erkek dünyasında bir kadın kahraman yaratacak, onu Almodóvar dokunuşları ile kutsayacaktır.
Almodóvar, kadınları tanımlarken onları pasif bir durumda bırakmamaya özen gösterir. Tüm filmlerinde kadınlar çalışan ve ayakları üzerinde duran kişilerdir. Toplumun çeşitli katmanlarından kadınları mercek altına alır. Bir tiyatro divasından travesti bir fahişeye kadar çoksesli bir kadın dünyası temsil edilmektedir. Yanlış da olsa, çoğu kez duygularının peşinden gitmelerini önemser. Kamusal alanın çizilmiş alanlarını ise alenen ihlal eder. Bir anlamda, İspanya’da sokağa çıktığınız zaman büyük ihtimalle bir Almodóvar kadını ile karşılaşırsınız; bu umut belirten bir işarettir.
Not: Bu yazı ilk olarak Sinema Terspektif Dergisi’nin 15. (Mart 2016) sayısında yayınlanmıştır.

İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.