Sinemada Kuram Ne İşe Yarar?

Sinemada Kuram Ne İşe Yarar?

Share Button

Kuramlar, bir alan konusundaki düşünme biçimlerinin sistematik bir organizasyona dönüştürülmesini sağlar. “Fiziki bilimlerde kuramlar genellikle denetim altındaki koşullarda gerçekleştirilen olaylarla ilişkilendirilir. Bu alanda kuramlar haklı olarak, sonuçlarla, gerçeklerle ve ampirik olanla sınanabilir hatta yasaya dönüştürülebilir şeyler olarak değerlendirilir. Film kuramlarını da kapsayan, beşeri ve sosyal bilimlerde ise genellikle aynı kanıt kuralları ve nesnel tutum beklenmez. Metafora ve belirli retorik tarzlarına daha fazla bağımlılık duyulur” (Branston, 2010:70). Kuram çalışmaları belirli bir düşünce sisteminin veya sanatın ne olduğunu araştırmaya çalışarak sistemli bir fikir üretimine olanak sağlar. Bu nedenle sinemanın sanatsal işlevini araştırmak ve etki alanlarının keşfini yapabilmek için kuramlara ihtiyaç duyulur bu çerçevede sinema, çıktığı günden beri özellikle 1. ve 2. Dünya Savaşları gibi kırılma zamanlarının da getirdiği etkiyle kuramsal üretimin yaşandığı bir sanattır. Metz, “anlaşılması kolay olduğundan bir filmi açıklamak zordur” der. Bu cümleden hareketle kuramın etkinliği hakkında bir değerlendirme yapılabilir. Filmler her ne kadar birden fazla duyuya hitap ederek kolay anlaşılır gibi görünse de film yapım sürecinin çok fazla değişkeni olması nedeniyle de çok katmalı bir yapı olarak karşımıza çıkar. Filmlerin bu yapısı farklı kuramsal çalışmaları da beraberinde getirmiştir.

Sergei Eisenstein

Kuramsal çalışmaların etkinlik gösterdiği ilk yerlerden biri de Sovyet Rusya oldu. Moskova merkezli kuramsal çalışmalar Biçimcilik (Formalizm) olarak adlandırıldı. Almanya’da film endüstrisi Ekspresyonizm olarak adlandırılan film hareketini oluşturmakla meşguldü. “Bu akım günlük yaşamı dönüştürmek için yola çıkmıştı ve biçimci hükümleri ciddiye alıyordu, buna karşın sanatçıların yaptıklarını kuramlaştıracak, onlar adına konuşacak hiçbir gerçek teorisyenleri yoktu” (Andrew, 2010:57-58). Alman Dışavurumculuğu’nun sinemanın biçim özellikleri üzerinde yaptığı çalışmalar kuramsal bir etkinlik oluşturmazken Rusya’da 1920’de başlayan sinema çalışmaları bu biçimcilikten de etkilenerek yetkin bir sinema kuramı oluşturmaya başladı. “KuleşovVertovPudovkin ve özellikle Sergei Eisenstein bu dönemle bağlantılı olarak konuşulduğunda ismi en çok anılan kuramları ve eserleri verdiler” (Andrew, 2010:58). Biçimci geleneğin felsefi temellerine ilişkin çalışmaları yürüten Munsterberg ve Arnheim gibi Alman düşünürler özellikle Kant felsefesi ve Geştalt psikolojisinin yöntemlerinden yola çıkarak sinemada Biçimci kuramın oluşmasına önemli katkıda bulunmuşlardır. Munsterberg’e göre nasıl ki müzik kulakla, resim gözle algılanıyorsa sinemada zihinle algılanan ve zihne ait olan bir sanattır. Direkt gerçeğin bir yansıması değil perde üzerinde izlenen ve kendi içinde bir bütünlüğü olan sinema, oluşma süreçlerinde farklı değişkenlerin ilişkiye girmesi sonucu bir bütünlük oluşturabilir. Bu açıdan bakıldığında Munsterberg’in sinema yaklaşımı Geştalt psikolojisinin, bütün kendisini oluşturan parçalarının tamamından daha fazla bir anlama sahiptir düşüncesinden yola çıktığını anlayabiliriz. Rudolf Arnheim da psikolojik değerlendirmeler ve Kantçı çözümlemeler ışığında sinemaya yaklaşmış, nesnelerin tanrısal bir varoluş kipiyle kendine yeter bir durumda yorumlanmasından ziyade Kantçı felsefenin nesnelerin ve fikirlerin birbiriyle kurduğu ilişkiler sonucu var olabileceği düşünce sistematiğini sinemaya uyarlayarak sinemayı oluşturan, ses, renk, kurgu gibi biçimsel özelliklerinin zihinsel algı kapasitelerimiz üzerindeki etkisi üzerinde durmuştur.

Eisenstein, Arnheim ve Munsterberg’den daha kapsamlı ve sistematik bir kuramsallaştırma gerçekleştirmiştir. Onun kuramını daha yetkin yapan ise kuramcı yönünün yanı sıra yetenekli bir yönetmen olmasıyla ilgilidir. Eisenstein için “film ancak kendisini çarpıcı çekimlerin bir toplamına indirgerse sanat olarak var olabilir” (Andrew, 2010:111). Eisenstein’in Biçimci kuramı da psikoloji üzerine çalışmalardan esinlenmiştir. Özellikle çocuk psikolojisi üzerine çalışan ve psiko-sosyal kuramın kurucularında olan Pigaet’in 2-7 yaş arası çocuklardaki egosantrik eğilimlerle ilgili araştırmalar Eisenstein’ı etkilemiştir. Ona göre, Pigaet’in çocuk benmerkezciliği sinemadaki özdeşleşmeyle ilişkilidir. Seyretme deneyimi de kendi içinde bir egosantrik duruma gönderme yaptığından filmin bu yapıyı kullanarak üretilmesi de etkinlik derecesini arttıracaktır. Bu nedenle Eisenstein sinemada montaja yüklediği anlam ile sinemayı gerçekliği kullanan bir yapıda değil gerçekliğin tahrif edilmiş biçimleriyle insanları bir amaç uğruna birleştirebilen bir etki oluşturulması gerektiğini savunur. Bu amaçla filmin temasının izleyicide karşılık bulması için filmsel malzemenin tüm enstrümanları bütünlük içinde kullanılmalı ve montajın fonksiyonuyla birlikte izler-kitle filmin temasındaki amaçla ilgili bir eğilimle filmi seyretmelidir.

Macar estetikçi Bela Balazs da sinemada Biçimci kurama önemli katkıları olan bir kuramcıdır. Balazs’a göre filmler gerçekliğin resimleri değildir, aksine daha çok doğanın insanileştirilmesidir. Balazs’a göre Eisenstein’ın sinema sanatıyla kavramsal dünyanın ele geçirilebileceği yönündeki yaklaşımı yanlıştı. Rus Biçimcilerin nesneye yaklaşımı onu değiştirmek ve farklı algılamalarla nesnenin gerçekliği üzerinde oynama yapmak şeklinde tezahür etmişti. Balazs bir biçimci olarak nesneye bu şekilde yaklaşımı yadsıyor ve nesnenin statüsünün korunması gerektiğini belirtiyordu.

Siegfried Kracauer

Sinemayla ilgili geliştirilen ilk dönem kuramlarından biri de Gerçekçilik kuramıdır. Bu kuramın önemli temsilcilerinden biri de Alman kuramcı Siegfried Kracauer’dir. Ona göre “geleneksel sanatlar kendilerine özgü araçlarla yaşamı dönüştürmek için var olurken, sinema yalnızca hayatı olduğu gibi gösterdiği zaman en derin ve en özlü biçimde var olabilir” (Andrew, 2010:193). Kracauer, film ile fotoğraf arasında bir ilişki kurar ve filmin temel özelliklerinin fotografik olduğunu söyler. Sinemanın konusu fotoğraflanabilir dünyadır, fotoğrafçıya kendisini doğal olarak veriyormuş gibi görünen gerçekliktir.

Sinemada gerçekçilik kuramına ilişkin en önemli değerlendirmeleri Fransız kuramcı Andre Bazin yapmıştır. Onun kuramı Fransız Yeni Dalga akımının doğmasına katkıda bulunmuştur. Bazin, Kracauer’in gerçeklikle ilgili yaptığı yorumların ötesine giderek sinemanın gerçeklikle ilgili kurduğu temelin felsefi altyapısını da oluşturmuştur. Bazin’e göre sinemanın gerçekliği “kesinlikle konunun gerçekçiliği ya da dışavurumun gerçekçiliği değildir, bunun yerine uzamın gerçekçiliğidir, onsuz hareket eden imgeler sinemayı oluşturamaz” (Bazin, 2011:112). Bazin bu yaklaşımla Kracauer’deki içerik gerçekçiliğini ileri götürerek bunun uzamla ilişkisini kurar. Bazin, sinemada atraksiyonlu montaj tekniği yerine uzun çekimlerle kaydedilen görüntülerin gerçekliği daha iyi yansıttığını söyler. Bu nedenle İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin uzun çekimlere dayanan anlatımlarının sinemanın özüne uygun olarak değerlendirir.

Sinemadaki bu Gerçekçilik ve Biçimcilik kuramlarının yanı sıra çağdaş film kuramları da üretilmeye başlamıştır. Sinemayla dilbilim arasında bir bağ kuran Jean Mitry, bir anlatı aracı olarak sinemaya yaklaşmıştır. Mitry’ye göre “çıplak film imgesi gerçekçi ve biçimci kamplar arasında sentezi sağlamaktadır” (Andrew, 2010:294). Gösterge ve gösterilen sinema görüntüsünde aynıdır ve gösterilen gerçeğin yeniden üretilmesine karşılık gelir. Mitry’ye göre film, estetik ve psikolojik boyutların ve fikirlerin gösterildiği dilbilimsel bir nesnedir.

Metz, sinemaya bir göstergebilimci olarak yaklaşmış ve sinema göstergebilimini, bir filmin anlamı nasıl kurduğunu veya izleyicilere ne anlam ifade ettiğini açıklama olarak değerlendirmiştir. Metz, sinemanın bir dil yetisi olduğunu, sinemanın bir film dilbilimi gibi ele alınması gerektiğini ifade eder. Filmin iletisi belirli kodlarla verilir. Göstergebilim bu kodları açığa çıkarmakla ilgilenmelidir. Sinemada ortaya çıkan kodlar Metz’e göre üçe ayrılır. Bunlar; sinemayla ilgili olan kodlar (hızlı kurgu gibi), sinemayla ilgili olmayan kodlar (toplumsal ve kültürel kalıplar), başka sanatlarla ilgili olan kodlar (ışık veya gölgelendirme) biçimindedir. Sinema bu kodlarla göstergebilimsel açıdan değerlendirilmelidir. Metz’in bu çalışmaları sinemanın akademik olarak çalışılacak bir alan olmasını doğurmuş ve üniversitelerde sinema üzerine çalışmalar bu sayede artmıştır.

Laura Mulvey

Sinemada yönetmenin konumun incelendiği ve her yönetmenin kendi sanat anlayışının filmine yansıtılmasıyla özgün bir anlatım yakaladığını ifade eden bir kuram da Auteur kuramıdır. Yine sinemada temsil üzerine sistemli araştırmalar yapan ve sinemada kadın temsilinin eril kodlarla oluşturulduğunu ifade eden bir diğer kuram da Feminist kuramdır. Sinemada Feminist kuramın gelişmesine en önemli katkılardan birini Laura Mulvey yapmıştır. Mulvey“Görsel Haz ve Anlatı Sineması” başlıklı makalesinde özellikle Hollywood filmlerinde kadın imgesinin erkeğin kastrasyon korkusunun bir gidericisi olma yönünde oluşturulduğunu göstermiştir. Filmi izleyenin cinsiyeti ne olursa olsun kullanılan kamera hareketleriyle her izleyici ana akım filmlere eril gözlerle bakar bu nedenle Mulvey bu bakışta bir masumiyet olmadığını ve dikizlemekteki hazzı doyurmak için böyle bir yola gidildiğini ifade eder.

Kısaca özetlenen sinema kuramları kuşkusuz sinemanın ne olduğuna ilişkin analizleriyle çok önemli bir yere sahiptir. Farklı yaklaşımlarla oluşturulan kuramlar sağladığı farklı düşünme yolları ve sinemanın farklı kullanım yöntemleriyle ilgili değerlendirmelerle sinema sanatının yetkin bir anlatı aracı olarak kurulmasını sağlamıştır. Sinemaya ulusların kendi yerelliklerini ve söylemlerini kurma aracı olarak yaklaştığımızda uygulanacak kuramsal çerçevenin de bu araca hizmet eder bir durumda olması gerekmektedir. Bu nedenle Eisenstein’ın Biçimci kuramı kitleleri bir düşünme faaliyeti içine sokmada ve belirli amaçları insanların davranış pratikleri haline getirmede daha etkili bir yöntem olarak görünmektedir. Her ne kadar Biçimci kuram, insanların kendi gerçeklikleri ile ilgili bir yanılsama yaratacak derecede manipülasyonlar üretmeye gebe olsa da sinema sanatının sınırlarını izleyiciyi de sanata dâhil etme anlamında genişletebilmesi açısından ülkemizin yerelliğini üretmede ve özgün bir anlatımla film üretimi yapmada etkili olabilir. Sinemayı toplumların kendilerini bulma süreci olarak yorumlarsak ve bu yorumlamayla toplumların kendi dinamikleriyle sömürülere ve iktidarlara karşı birliktelik oluşturabilecek gücü barındırdığını düşünürsek, Biçimci kuram, toplumların kendi öz güçlerinin farkına varmada etkili bir araca dönüşür.

Kaynakça:

1) Andrew, Dudley. Büyük Sinema Kuramları, Çev. Zahit Atam, İstanbul, Doruk Yay., 2010.
2) Bazin, André. Sinema Nedir?, Çev. İbrahim Şener, İstanbul, Doruk Yay., 2011.
3) Branston, Gill. “Neden Kuram?”, Çev. Ahmet Gürata, Der. Seçil Büker, Gürhan Topçu, Sinema: Tarih, Kuram, Eleştiri, İstanbul, Kırmızı Kedi Yay., 2010.

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir