Konuk Yazar: Faik Onur Acar
Claude Lanzmann’ın Shoah adlı 9 saat 26 dakikalık belgeseli, on üç yıllık çekim ve kurgu sürecinin ardından 1985 yılında, Yahudi soykırımdan 40 yıl sonra vizyona girdi.[1] Hem konusu hem de ele aldığı özneler (Eski SS subayları, Yahudi soykırımdan kurtulan Yahudiler ve genelde Polonyalı olan tanıklar) nedeniyle Shoah’ın tarihte gerçekleştiği haliyle Yahudi soykırımını ele aldığı, temsil ettiği düşünülebilir. Ancak filme yakından bakıldığında bu düşüncenin arkasında durmak oldukça zorlaşıyor. Filmin tarihteki bir olayı ele almaktan ziyade Sue Vice’nin de belirttiği gibi günümüzü[2], Yahudi soykırımını da ancak günümüzde anlaşıldığı, hatırlandığı ve sürdüğü şekliyle temsil ettiğini söylemek çok daha doğru olur. Lanzmann’ın filminde bu düşünceyi besleyen birçok sahne var. Şimdi bu sahnelerin birkaç tanesini sırasıyla ele alacağım.
İlk göze çarpan Lanzmann’ın filminde, Resnais’ın Nuit et brouillard filmi de dahil olmak üzere Yahudi soykırımı ile ilgili olan birçok belgeselde yapılanın aksine soykırıma dair açıklayıcı olduğu varsayılan arşiv görüntülerinin (fotoğrafların ve filmlerin) kullanılmaması. Lanzmann’a göre, arşiv görüntüleri üzerine yerleşecek “voice-over” görüntülerin kendiliğinden iletmediği bir bilgiyi dayatabilir. Bunun yanı sıra, Lanzmann seyircinin ne anlaması gerektiğini söylemeye kimsenin hakkı olmadığını belirtiyor[3] ve bu düşüncelerden hareketle filmini ağırlıklı olarak röportajlarla ve olayların gerçekleştiği yerlerde yapılan yeni çekimlerle oluşturuyor. Bu şekilde en azından kullanılan imajlar nezdinde film, çekimleri aşamasında varlığını koruyan insanların (ve hiç kuşkusuz onların hafızalarıyla) ve nesnelerin temsili ile sınırlandırılmış oluyor.
Röportajların alışılageldik tarzdan farklı olan yapılma şekli ise, bana göre filmin çekildiği anı temsil ettiği düşüncesini besleyen en önemli öğe. Lanzmann, ister eski SS subayları isterse de soykırımdan kurtulanlarla yapılmış olsun, röportaj yaptığı hemen hemen herkesi anlatırken canlandırmaya ve hatta anları yeniden yaşamaya itiyor. Kimi zaman bu durum Franz Suchomel ile yaptığı röportajda olduğu gibi kendiliğinden gerçekleşiyor. Filmin ikinci kısmının başında yer alan röportaj sırasında eski SS subayı Suchomel, Treblinka hakkında bir şarkı söylemeye başlıyor. Lanzmann’ın isteği üzerine şarkıyı bir kez daha söyleyen Suchomel’in şarkının sözlerini tekrarlamaktan oldukça uzak bir şekilde şarkıyı geçmişte, SS subayı olarak görev yaptığı sırada söylediği zamanlarda olduğu gibi coşkulu bir şekilde dillendirdiği oldukça açık. Lanzmann bu olayı “reincarnation” (yeniden vücut bulma) olarak adlandırıyor;[4] geçmişin şimdide yeniden vücut bulması. Görüleceği gibi Lanzmann belgeseldeki birçok farklı sahnede, kendi ifadesi ile “reincarnation”un gerçekleşmesi için müdahalelerde bulunuyor.
Filmin ikinci kısmında soykırım sırasında gaz odalarına girmeden önce kurbanların saçlarını kesen Abraham Bomba ile yapılan bir röportaj da yer alıyor. Sahnede Bomba’yı bir berber salonunda bir adamın saçlarını keserken izliyoruz. Bamba bir yandan da Lanzmann’ın sorduğu sorulara cevap veriyor. Bu konuşmalarda röportajın önceden planlandığı anlaşılıyor. Lanzmann Bomba’nın anlatmaktan çekindiği bir anda bunları daha önce konuştuklarını ve anlatmanın iyi olacağını söylüyor. Ancak bu ifadeden anlamadığımız şey röportajın hazırlık aşamasının bundan ibaret olmadığı.
Şöyle ki, Lanzmann’ın film vizyona girdikten sonra Chairs du Cinema dergisine verdiği bir röportajdaki ifadelerine göre Lanzmann, belgeselin çekim aşamasında emekli olan yani artık berberlik yapmayan Abraham Bomba’yı kendi kiraladığı bir berber salonuna getirmiş ve ona röportajı burada eskiden olduğu gibi birinin saçını keserken gerçekleştireceğini söylemiştir.[5]
Filmde verilmeyen bu bilgiler ve gerçekleşen röportaj ışığında Lanzmann’ın “reincarnation” derken ne kastettiği çok daha açık bir hal alıyor. Röportaj sırasında Lanzmann, saç kesimi yapmayı sürdüren ve paylaştığı anıların ağırlığı nedeniyle duygusallaşan Bomba’dan Yahudi kadınların saçlarını nasıl kestiğini göstermesini istiyor. Bomba da tıpkı Yahudi kadınların saçlarını tutar gibi adamın saçlarını tutuyor ve anlatmaya devam ediyor. Lanzmann’a göre bu andan sonra röportaj yeni bir aşamaya giriyor; “Gerçek vücut buluyor, (Bomba) olayı yeniden yaşarken onun bilgisi de maddi bir veçhe alıyor.”[6] Bomba, önceden anlatmaktan kaçındığı olayları canlandırarak anlatmaya devam ediyor.
Değinmek istediğim bir diğer sahnede ise soykırımdan kurtulan Simon Srebnik, kendisini çocukluğundan tanıyan birçok Polonyalı ile birlikte bir kilisenin önünde buluşuyor. Polonyalılar Srebnik’i SS subaylarının onu söylemeye zorladığı şarkılardan hatırlıyorlar. Güzel sesini unutmamışlar. Çerçevede yer alan tüm insanların kameraya poz verdiği bu sahnede yer alan konuşmalardan, Yahudilerin gaz kamyonlarında öldürülmeden önce arkalarındaki kilisede bekletildiklerini öğreniyoruz. Lanzmann, Polonyalılara neden Yahudilerin başlarına bunların geldiğini düşündüklerini soruyor. Öne çıkan bir adam, bir hahamın dahi Yahudilerin İsa’yı öldürmenin kefaretini çektiklerini söylediğini ima ediyor ve bu durumu kabullendiklerini iddia ediyor. Son olarak ekliyor; “bunların hepsi Takdiri İlahi.” Bu konuşmanın ardından öne çıkan bir başka kadın ise Yahudilerin İsa’nın çarmıha gerilişi sırasında “Dökülsün kanı başlarımıza!” diye haykırdıklarını söylüyor. “İşte hepsi bu, şimdi her şeyi biliyorsunuz!”
Lanzmann’ın bütün bir kasabanın önünde böylesine büyük bir kıyımın gerçekleşmesinin nedenlerinin peşinde olduğu çok açık. Kaba bir dille tarif edersek kurbanı ve tanıkları bir araya getirerek soykırımın gerçekleşmesine olanak sağlayan anlayışın yeniden ortaya çıkması için uygun koşulları sağlıyor. Geçmişte gerçekleşen soykırıma dair bir tez öne sürmektense soykırımla ilişkili yeni bir olaya şahit olmamızı sağlayarak soykırımın ve soykırıma olanak sağlayan koşulların günümüzdeki izlerini gözler önüne seriyor.
Sonuç olarak, Grierson’un belgesele dair “gerçekliğin yaratıcı bir şekilde ele alınışı”[7] tanımı içerisine yerleştirilebileceğimiz bu filmin dikkat çekici kısmının ele aldığı “gerçeklik” olduğunu söyleyebiliriz. Lanzmann Yahudi soykırımının bugünkü, varlığını koruyan izlerinin peşindedir. Ya da kendi dili ile ifade edersek “izlerin izlerinin.”[8]
Lanzmann, nesneleri (olayların meydana geldiği yerler de dahil olmak üzere), soykırım hikayeleri ile birlikte sunarken (kurgu aracılığıyla), insanları konuşturmak ve hatta olayları yeniden bugün yaşatmak için uygun koşulları hazırlıyor yani bir kez daha kurguluyor.[9] Bu bilgiler ışığında Lanzmann’ın filmini neden bir belgesel değil de “gerçekliğin kurgusu”[10] olarak adlandırdığını anlayabiliriz.
Lanzmann kurgulamaktan çekinmemiştir; ancak tarihsel gerçekliğin günümüzde yeniden hayat bulması için. Buna karşın, kurgulamanın temsilin geçerliliğine gölge düşürebileceğinin ve dile getirdiklerinin gerçek olduğu kadar bir anlatı (temsil) olduğunun, daha doğru bir ifade ile gerçeklere dayanan bir anlatı olduğunun da farkında olduğuna dair bir işaret daha filmin başındayken izleyicilere verilmiştir. Lanzmann, Shoah’ı, “Hikâye (yaşanmış da olsa bir hikaye) başlıyor.” yazısı ile başlatmaktan geri durmamıştır.
Kaynakça
Bruzzi, Stella. New Documentary: A Critical Introduction, 2nd ed. London and New York: Routledge, 2008.
Chevrie, Marc and Le Roux, Herve. “Site and Speech: An Intervies with Claude Lanzmann about Shoah”, Claude Lanzmann’s Shoah Key Essays içerisinde, çev. Stuart Liebman, Oxford University Press, 2007
Nichols, Bill. Introduction to Documentary, 2nd ed. Bloomington and Indianapolis: Indiana University Press, 2010.
[1] Sue Vice, Shoah, London: Palgrave Macmillan, 2011, sf. 9
[2] Age. sf. 48
[3] Marc Chevrie ve Herve Le Roux, “Site and Speech: An Interview with Claude Lanzmann about Shoah”, in Liebman(ed.) , Claude Lanzmann’s Shoah Key Essays, New York: Oxford University Press, 2007, sf. 40-41
[4] Sue Vice, sf. 46
[5] Marc Chevrie ve Herve Le Roux, “Site and Speech: An Interview with Claude Lanzmann about Shoah”, in Liebman(ed.) , Claude Lanzmann’s Shoah Key Essays, New York: Oxford University Press, 2007, sf. 41
[6] A.g.e., sf. 41
[7] Bill Nichols. Introduction to Documentary, 2nd ed. Bloomington and Indianapolis: Indiana University Press, 2010, sf. 6
[8] Sue Vice, sf. 46
[9] Belgeselde kullanılan belgelerde (tren saatlerini gösteren belgeler ve soykırım sırasında görev yapan bir hahamın mektubu) her zaman filmin çekildiği dönemde yaşayan bir kişinin (belgeleri değerlendiren bir tarihçi) ya da yönetmenin kendisini dolayımıyla iletilmiştir.
[10] Sue Vice, sf. 22
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.
Pingback: Saygın Sinema Dergisi Sight & Sound'a Göre Tüm Zamanların En İyi 100 Filmi - Akıl Fikir Müessesesi