- Ferguson’da yaklaşık bir sene önce patlak veren toplumsal olayları anımsadığımızda, siyah Amerikalıların hala Amerika toplumunun bir yarası ya da Amerika toplumu için yabani, tehlikeli gözle bakılan bir insan topluluğu olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Bu açıdan film, Martin Luther King’in yürüyüşünü ve mücadelesini başarıyla beyazperdeye taşımasına rağmen siyahların madun olma özelliklerini perdede es geçmiştir.
Konuk Yazar: Burç Karabulut
Selma filmi, siyahî özgürlükçü aktivist Martin Luther King Jr.’ın, siyahî Amerikalıların oy hakkını almak için yaptığı mücadeleyi Selma’dan Montgomery’e yapılan yürüyüşü merkeze alarak anlatıyor. Ancak siyahî Amerikalıların günümüzde, o gün kazandıkları haklarını devam ettirebiliyorlar mı sorusunun filmle birlikte tekrar tartışılmaya açılması gerekiyor. Yani Spivak’ın bize öğrettiği “madun”un sesini Selma yeterince duyurabildi mi? Ferguson’da yaklaşık bir sene önce patlak veren toplumsal olayları anımsadığımızda, siyah Amerikalıların hala Amerika toplumunun bir yarası ya da Amerika toplumu için yabani, tehlikeli gözle bakılan bir insan topluluğu olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Bu açıdan film, Martin Luther King’in yürüyüşünü ve mücadelesini başarıyla beyazperdeye taşımasına rağmen siyahların madun olma özelliklerini perdede es geçmiştir. Böylece film bir Martin Luther King Jr. güzellemesi olarak kalmanın ötesine geçemeyerek, izleyiciye sunmaya çabaladığı siyah Amerikalıların bağımsızlık mücadelesini es geçmiş; sömürgeci bir söylemle birleşerek Beyaz Amerika’nın kendi tarihi olarak anlatılmıştır.
Madun kelime anlamı itibariyle sesi çıkmayanlar, kendini ifade edemeyenler, temsil edilmeyenler anlamını taşır. Tanımından da anlaşıldığı gibi politik bir kimlik anlayışını simgeler. Selma filmi, iki duruma önemle atıf yapıyor: Birincisi, siyahî olmak; diğeri ise, Martin Luther King. Kuşkusuz, King filmde karizmatik ve kusursuz bir lider olarak izleyicilere sunuluyor; ancak diğer taraftan siyahî harekete liderlik etmesine rağmen madun kelimesinin politik söylemine uymuyor. King, siyahî Amerikalıların temsilcisinden çok kendi hareketinin starı görümünde bir ikon olarak ele alınıyor. Böylece ister istemez popüler kültürün bir sömürü malzemesine dönüşüyor. King’in hayatı ve amacı göz önüne alındığında, kişisel gelgitlerinin filme yedirilmemiş olması filmin genel derinliğine darbe vurarak Selma’yı sığ sulara çekiyor.
Ava DuVarney, Selma’da maalesef klasik lider yüceltmesi filmlerinden uzağa gitmiyor hatta yeni bir söz söylemekten kaçınıyor. Özellikle siyahî liderlerden olan Malcolm X’in bile King’i onayladığı sahne, filmin inandırıcılığının yitirilmesine sebep oluyor. Ayrıca filmde belli başlı birçok siyah aktivist de bulunuyor ama bunlar çoğu sahnede ya sessiz ya da etkisiz kalıyorlar. Martin Luther King Jr.’dan yola çıkarak bir özgürlük filmi kâğıt üzerinde belki mantıklı görünebilir, ama son Ferguson olaylarını da bir araya getirince siyahî hareketin aslında bir özneleşme sorunu yaşadığı tezinin ileri sürüldüğünü görüyoruz. Bu özneleşme sorunu, Martin Luther King Jr. aracılığıyla sömürgeciliğin dilini üreten, araçsallaştıran, amacını yitirmiş bir şekilde siyahî toplumun esir alınması (kendi kendine uzlaşıya razı olması) ve bu hareketin istismar edilip King’in güzellemesine dönüştürülmeye çalışılmasıyla yeniden bir sömürgeci söyleme eşlik ediyor.
Sömürgeci Dil ve Martin Luther King
Madun konuşmaya başladığı anda kendi sesi yerine bir kurucu-sahiplenici özne tarafından seslendirilir. Hatta bu seslendirme madunun hikâyelerinin kıyısından köşesinden geçecek bile olsa sömürgeci dilin izin verdiği kadar anlatılabilecektir. Filmde King’in siyahların uğradığı haksızlığı dillendirmesine rağmen siyahî Amerikalıların köle oldukları, parya olduklarını söyleyememesi bununla ilgilidir. Bunun yanı sıra eşit vatandaşlık hakkını elde etmek isteyen siyah Amerikalıların ekonomik olarak, iş istihdamı açısından bir dezavantaja uğradıklarına da değinilmiyor filmde. Üstüne üstlük King’in Amerika için kullandığı sözlerden birinde Amerika’nın Vietnam’a bile girdiği ama kendi insanını koruyamadığının dillendirildiği bir sahne mevcut. Bu tarz diskurlar King’in aslında bir siyahtan çok uzlaşmacı bir şekilde beyaz dile teslim olduğunun altını çiziyor. Spivak’a göre bu dilin kullanımı madunun ölümüne ait bir durum olabilir. Sömürgeci dil, odağına aldığı Martin Luther King Jr. gibi kişileri anlatırken özneleştirmeyi reddederek izin verdiği kadarını anlatmasına müsaade eder. Kızılderililerin soykırımı, siyahların asla Ferguson’u olduğu gibi anlatmayacak olmasıyla eşdeğerdir.
Sömürgeci dil, King ile siyahî hareketi eşleştirip -hatta bu hareketi insan hakları hareketi diye adlandırır- madunun durumunu tartışmaktan kaçınır. Sömürgeci söyleme göre, kâğıt üzerinde herkes özgür ve eşittir. Ekonomik olarak bir önem ya da düşünsel olarak bir önem arz edilmemiştir. Ne gariptir ki film de bu yolu kapar. Amerika’nın ünlü şov kadınlarından biri olan Oprah’ı konuşturur sadece. Oprah bilindiği üzere, siyah bir kadın olmasına rağmen sömürgeci dile eklemlenmiş bir öznedir. Yani madun tanımına uymamaktadır. Oprah’ın konuşması madunun konuşması olamaz; çünkü Oprah madunluğu çoktan terk etmiş ve bir özne sıfatı kazanmıştır. Oprah tam tersine hem sömüren hem de sömürgeci ideolojisini üretmektedir. Onun konuşması bir madunun konuşması değildir. Madun; yoksul, çaresiz, dışlanmış, bastırılmış ve sömürülen heterojenik bir topluluktur. Sermaye ile ilişkilerindeki önemi ise; sömürülmesi ve bu durumu kabul etmesi, yani uzlaşmasıdır.
Martin Luther’in sömürgeci dil ve bakışa kurban edilmesi; popüler kültüre bir eğlence malzemesi olarak sunulmasından kaynaklanmaktadır. Ava DuVarney tuzağa düşerek King’i sorunsallaştırmaktan çok “idolize” bir lider portresi çıkarır.
Kaynak:
Morris, R. C., & Spivak, G. C., Can the subaltern speak?: Reflections on the history of an idea, New York: Columbia University Press, 2010
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.