Türk sinemasının usta ismi Zeki Ökten, Türk sinemasının sosyoloğu denebilecek bir filmografiye sahiptir. Özellikle Umur Bugay ve Fehmi Yaşar’ın senaryolarını yazdığı filmlerde bu “sosyolog” tavır kendini daha açık hissettirir. 1970’li yıllardan itibaren nitelikli filmlerini çekmeye başlayan Ökten, çocukluk arkadaşı, sosyoloji eğitimi almış bir dramaturg olan Umur Bugay ile çalışmaya başladığında, toplumsal gerçekçilik sadece sosyalist bir izlek temelinde seyrediyordu. Özellikle kent insanının hayatını konu edinen filmlerde –Erksan’ın Suçlular Aramızda (1964) gibi birkaç film istisna- toplumsal gerçekçilik sınıf sorunu üzerinden anlatılıyor ve yönetmen ya da senaristler ezen ve ezilen arasındaki ilişkide açıkça ezilenden yana tavır alıyordu.
Ökten 1976 yılında Umur Bugay’ın senaryosunu yazdığı Kapıcılar Kralı’nı çektiğinde entelektüel anlamda toplumsal gerçekçi anlatılardan koptu. Ökten Türkiye’de pek de ayrımı yapılmayan aydın ve sınıf aydını arasındaki farkı sinemamızda gösteren önemli bir mihenk taşı oldu. Kapıcılar Kralı, sınıf meselesini merkezine alsa da alt sınıflardan yana açıkça tavır almak bir tarafa, onların hinoğluhinlikleri, üç kağıtçılıkları, sınıf atlamak için her yolu mübah görme anlayışlarını yerdi. Sınıf aydını gibi ait olduğu sınıfın –burjuva ya da işçi sınıfı- çıkarlarını savunmak yerine entelektüel bir tavır takınarak kamerasını objektif bir tavırla insana çevirdi ve apartmanı bir Türkiye alegorisi gibi kullanarak ülkenin halipürmelalini anlatmayı başardı. Apartman için ayrıca bir parantez açmakta fayda var. Malumunuz olduğu üzere apartman, Osmanlı modernleşmesi ile bize gelmiş bir yaşam alanı biçimidir. Klasik Türk tipi evinden, konaktan apartmana geçiş Türk edebiyatında bir modernleşme eleştirisi olarak da oldukça sık işlenen bir temadır.[1] Dolayısıyla Umur Bugay ve Zeki Ökten’in toplumsal eleştiriyi apartman üzerinden bir alegoriyle inşa etmeleri oldukça manidardır.
Bir yıl sonra Çöpçüler Kralı’nda Türkiye alegorisi bu kez Ertem Eğilmez’in düzenlemeleriyle daha popüler bir zeminde seyirciyle buluştu. 1982 yılında Fehmi Yaşar’ın senaryosunu yazdığı Faize Hücum’da alt sınıflara eleştirel bakışını sürdürdü. Ökten bu filmlerinde, “ezilme” eyleminde ezen kadar ezilenin de suçu olduğunu söylüyordu. Her biri bir sistem eleştiri olan filmler, düzenin kendisini eleştirirken bu düzenin çarklarını çeviren ve düzeni değiştirmek yerine bu çarkın içinde bir üst sınıfa atlamak için var gücüyle çalışan “insan tipi”ni ustalıkla anlattı.
Umur Bugay ile çalışmalarını sürdüren Ökten, Yoksul (1986) filminde apartman ve mahalle ile yarattığı Türkiye alegorisini bu kez bir iş hanı üzerinden anlattı. 90’lı yılların sonuna kadar küçük esnafın merkezi olan, her türlü katakullinin döndüğü, sahte çeklerin kırıldığı, kara paranın aklandığı, gayri resmi ticaretin döndüğü bu mekanda yine Kemal Sunal’ın canlandırdığı Yoksul karakteri üzerinden bir Türkiye alegorisi oluşturulmuştu. Yoksul’un finali Ökten’in objektif anlatım biçiminin de bir göstergesiydi. Yoksul, çay ocağını –Kapıcılar Kralı’nın Seyit’i gibi- bir şekilde ele geçirdiğinde patronundan öğrendiği tüm “ezme” ve “sömürme” eylemlerini çırağının –yani yeni Yoksul’un- üzerinde uyguluyordu. Özal sonrası gelişen liberal politikalarla insanların aklını çelen “sınıf atlama” merakı ve arzusunu o güne kadar hiçbir film, Yoksul kadar güçlü anlatamadı.
1988 yılında yine Umur Bugay’ın senaryosunu yazdığı Düttürü Dünya da aynı izlekleri içinde barındırır. Bir beste yaparak köşeyi dönme hayalleri kuran, akşamları pavyonda klarnet çalarak para kazanan Dütdüt Mehmed, Ankara’nın soğuk ikliminde gerçeğin acı yüzüyle karşılaşır. Bir devlet dairesinde odacı olarak çalışan Mehmed’in kayınçosu köşeyi dönerken Mehmed kentsel dönüşüme yenik düşer. Bu odacı tipi, tam olarak Umur Bugay ve Zeki Ökten’in odağına aldığı insan tipinin klasik bir örneğidir. Odacı, kapıcı, çaycı gibi küçük işlerde çalışan ve sınıf atlamak isteyen insan tipinin eleştirisi Türk sinemasında, -üstelik bu insanları hakir görmeden ve insani duygularını anlayışla karşılayarak- Bugay ve Ökten ikilisine nasip olacaktı.
Bizimkiler ve Saygılar Bizden
Umur Bugay, 1989 yılında Bizimkiler dizisini yazmaya başlar. Tam on üç yıl Türk televizyonlarını işgal eden ve kült bir dizi olan Bizimkiler’de Kapıcılar Kralı’nda yaptığı gibi apartman kültürünü merkezine alır. Apartman üzerinden yine bir Türkiye alegorisi inşa eden Bugay’a Bizimkiler’in senaryosu için Zeki Ökten’in de yardımcı olduğu bilinir. 1993 yılında bu ikili sinemadaki anlatılarını bu kez televizyon için denerler. Seyircinin katarsis yaşayacağı, mutlu sonu olan, karakterlerin belirgin tiplerinin olduğu ve böylece popüler kültürün parçası olabilen televizyon dizilerinin aksine bu ikili Saygılar Bizden adlı bir dizi yaparak toplumsal gerçekçi bir hikaye anlatırlar. Sadece dönemin dizileri için değil günümüz Türk dizileri için bile gerçekçi karakterlerin hikayelerinin gerçekçi bir zeminde anlatıldığı bu hukuk eleştirisi oldukça cesur bir iştir. Dizi zaten muhtemelen televizyon dünyasının renkli hayatları karşısında bu yüzden tutunamamış ve sadece on üç bölüm yayınlanabilmiştir.
Kemal Sunal’ın başrolde olduğu ve bir mübaşiri oynadığı dizide hukuk ironik bir dille eleştirilir. Yine alt sınıfların hayata tutunma, ekonomik zorluklarla baş etme ve sınıf atlama meseleleri üzerine kafa yoran ikili, Mübaşir Rıza’nın gözünden ekonomik ve hukuki düzeni eleştirir. Karısı, çocukları ve kaynanasıyla kutu gibi bir evde yaşayan Mübaşir Rıza karakteri, Dütdüt Mehmed’ten sonra Kemal Sunal’ın gerçekçi bir rolde kendini bulduğu ikinci Zeki Ökten anlatısıdır. Aşırı jest ve mimikleriyle seyircinin gönlünde taht kuran, canlandırdığı karakterleri “İnek Şaban” tipolojisine yaklaştırarak seyircinin kolayca filme adapte olmasını sağlayan Kemal Sunal, Mübaşir Rıza rolünde, Dütdüt Mehmed’te olduğu gibi karakterini şabanlaştırmak yerine gündelik hayatın bir parçası kılar. Kemal Sunal’ın İnek Şaban karakterinden çıkıp gerçekçi bir rolde oynadığı zaman seyircinin dudak eğmesi gerçeği bir tarafa Kemal Sunal’ın ne kadar usta bir oyuncu olduğunun da bir göstergesidir mübaşir Rıza karakteri.
Hakimler, katipler, mübaşirler, avukatlar, memurlar, bilirkişilik yapan emekli memurlar ve çaycılar ile her bölümde farklı bir davanın konu edildiği dizide Mübaşir Rıza’nın geçim sıkıntısı hikayenin ana eksenini oluşturur. Zeki Demirkubuz’un da yardımcı yönetmenlik yaptığı ve küçük bir rol oynadığı dizide Zafer Algöz de ilk kez kamera karşısına geçmiştir. Geniş oyuncu kadrosu ve karakter yelpazesiyle filmlerinde olduğu gibi bir Türkiye panaroması çıkarmayı başaran Ökten, insani ilişkiler çerçevesinde sınıf sorununu, Çöpçüler Kralı’nda olduğu gibi daha naif bir çerçevede seyirciye sunar.
Saygılar Bizden, Zeki Ökten’in tüm sinematografisinden süzülmüş bir sosyolojik analiz içerir. Kemal Sunal’ın oyunculuk kariyerinde de üstlendiği rol gereği ayrıksı bir yerde duran Saygılar Bizden, Türk sinemasının entelektüelleri ve sosyologları diyebileceğimiz Umur Bugay ve Zeki Ökten içinse başarılı bir deneme olarak kalmıştır. Onlar, sermayenin ticari meta anlayışına yenilmiştir; ama bizlere bir dizi aracılığıyla bile bir sosyoloji dersi vermeyi başarmışlardır.
[1] Bu konuyla ilgili ayrıntılı bir okuma için Handan İnci’nin Roman ve Mekan – Türk Romanında Ev adlı kitabına bakınız.
NOT: Bu yazı ilk olarak Rabarba Sinema Dergisi’nin 9. (Kasım 2017) sayısında yayınlanmıştır.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu. Marmara Üniversitesi iletişim Fakültesi’nde Sinema yüksek lisansını tamamladı. Sinema Kafası’nda başladığı film eleştirilerine Cineritüel sitesinin yanı sıra Dipnot Dergisi’nde film eleştirileri ve makalelerini yayınlayarak devam ediyor.