- Kültürler, stratejiler ve eyleme yön veren yöntemlerde farklılıklar olsa dahi, iktidar etme ve özgür bırakma teknolojilerinin yapısı ve yapabilirlikleri benzerlik taşır. Bu durum bilinçli yaratılmış gerçeklerin, başka bir ifade ile gerçeğin manipülasyonun bir olanağı ve propagandanın en büyük dayanağıdır. Rosewater’ın batı ve batı-dışı yaklaşımlarının tümü de bunu ifade ediyor işte.
Baskı, zorbalık, iktidar paranoyası gibi birçok mefhumu işleyen filmler, örneklem ülke olarak genellikle geleneksel diye nitelendirilen toplumları; sosyolog Nilüfer Göle’nin deyimiyle “batı-dışı modernlik” modelini yansıtan ülkeleri örnek olarak işlemekte ve gelişimin batılılaşma yanlısı tutumlara bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Sinemanın görsel bir sanat olduğunu ve görüntünün de manipüle edici yanını göz önüne aldığımızda, siyasi bir söylem üretmek isteyen herhangi bir filmin, -Rosewater filminin kırılma noktasının başlangıcı da olan- medyanın (görüntünün) en büyük silah olduğu tezi ile nasıl bir propaganda aracına dönüştüğüne çoğu kez şahit olmuşuzdur. Bu açıdan bir filmin değerlendirmesini veya beğenisini dile getirirken söylem ve biçemin (senaryo ve tekniğin) tutarlılığı başat öge olmalı diye düşünüyorum. Dolayısıyla politik içerikli bir film ile politik film arasında keskin farklar vardır ve baskıcı rejim eleştirilerinde batı güzellemesine soyunmak bir politik sinema örneği değil, propaganda örneğidir. Jon Stewart imzalı Rosewater da bu söylediklerimin hepsinden nasibini almış, içeriği politik fakat hesapları ve koşulları ile hegemonik bir batı radikalizmi örneği sunar.
İran asıllı Kanadalı gazeteci Maziar Bahari´nin İran Ordusu tarafından, casusluk yaptığı gerekçesiyle hapse atılmasının hikâyesini anlatan Rosewater, tam da bu gerekçe mevzusu üzerinden iktidar paranoyasını ele alır. Filmin içeriğindeki politiklik ile uyuştuğu iki noktadan biri de budur zaten. Diğeri de medya… Peki, filmde de işlenen bu iktidar paranoyası nedir ve nasıl işler? Rosewater’da da yer aldığı üzere işlenen tüm günahların farkına varan egemen gücün, günahlarının açığa çıkması ya da elde ettiği gücün sarsılacağı korkusu iktidar paranoyasının temelini oluşturur. Medyayı ve kitleyi istediği şekilde yönlendirme isteği de buradan doğar. Varlığı belli olmayan, hayali olarak üretilen bu korku her ne ise, belirli bir noktadan sonra “şey”leşir. Yani her şey olur. Ülkemizde de çok yakından tanık olduğumuz bu paranoya, günümüzde uzun erimli eğitim süreçlerinden daha çok toplumsal örnek olarak lider ve çevresinin yaşantılarının öne çıkarılması ile başlar. Hata kabul etmeyecek olan bu örnek sunumu, tüm yanlışların örtbas edilmesinin zeminini hazırlar ve bunun için de mutlak adanmış bireyler geliştirir. Rosewater’da yer alan seçimlerden galip çıkmak isteyen iktidarın, hatalarını gizlemek için (korkularından dolayı), gazeteci Bahari’yi sorgulayan Devrim Muhafızları’ndan Javadi de bu adanmışlığı temsil eder. Fakat film bu sorgulamayı, içeriğindeki “elinde bulunan kameranın gücü” ile pekiştirmekten uzak durur. Bununla da kalmaz, adanmış birey profilinin iğdiş edilmiş, bastırılmış Ortadoğulu bir erkek olması dolayısıyla çözülmesini cinselliğe indirgeme gibi abes bir hamleye kalkışır. Baskıcı tüm unsurları batı-dışı ülkelere, özgürlüğün tüm fonksiyonlarını da batıya mal eder. Seyirciye içeriğinde fark ettirdiği bakma-bakış-gösterme durumunun, gerçeğin dejenerasyonuna nasıl hizmet ettiği durumunu kendi kullanarak ideolojisini empoze etmeye kalkışır.
Kültürler, stratejiler ve eyleme yön veren yöntemlerde farklılıklar olsa dahi, iktidar etme ve özgür bırakma teknolojilerinin yapısı ve yapabilirlikleri benzerlik taşır. Bu durum bilinçli yaratılmış gerçeklerin, başka bir ifade ile gerçeğin manipülasyonun bir olanağı ve propagandanın en büyük dayanağıdır. Rosewater’ın batı ve batı-dışı yaklaşımlarının tümü de bunu ifade ediyor işte.
Nilüfer Göle, batı-dışı modernlik kavramını tanımlarken, modernliğin evrensel bir anlama işaret ettiğini fakat modernleşmenin ise çoğul olduğunu ileri sürer. Yani modernleşmeyi farklı ülkelerin kültür-bağımlı ve tarihi olarak çizdikleri yolun adı olarak nitelendirir. Bu nokta hem bilinçli yaratılan gerçeklerin hem de filmin batı radikalizmi açısından oldukça önemli. Batının tüm kavramları kendi kültür-bağımlılıklarına göre şekillendirdiği ve dışındaki tüm ülkeleri buna uygun olarak biçimlendirme isteğini ilerici, çağdaş ve modern olarak görmenin ya da sunmanın artık bir propaganda çeşidi olduğu açık. Çünkü batının çağdaşlığı ve ilericiliği batı-dışı ülkelerin üzerindeki egemenlik ile eşdeğerdir. Jon Stewart’ın medya gücünü yani teknolojiyi, dünyanın her tarafına anında erişim sağlama olanağı veren bir ağ olarak tanımlamak yerine batı menşeli bir kültür-bağımlılık olarak sunması ve İran kültür faaliyetlerini, temsillerini statükocu olarak resmetmesi bu bakış açısının bir ürünüdür. Gazeteci Maziar Bahari’nin ve ailesinin filmdeki kültür-bağımlılığının batı temsili aile profili çizmesini de bu sınırlar içerisinde görüyorum.
Ezcümle; Rosewater, içeriğindeki iktidar paranoyası, medya ve özgürlükler vurgusunu, biçiminde ve geri planındaki batının doğuya atfettiği tüm stereotipleri kamufle etmek amacı ile kullanan, hesaplı bir manipülasyon filmi.
Kimya Mühendisliği mezunu. İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini bırakarak Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansına başladı. Çeşitli film festivallerinde görev almasının yanı sıra İnönü Üniversitesi Kısa Film Festivali’nin yürütmesini yaptı. Cineritüel sitesinin kurucusu ve yazarı.