Recep İvedik’in Sihirli Lambasındaki Cinler

Recep İvedik’in Sihirli Lambasındaki Cinler

Share Button

Şahan Gökbakar’ın televizyon skeçlerinden sinemaya aktarılan ve ilk filminden itibaren hatırı sayılır bir seyirci kitlesine ulaşan, artık Türk Sineması için de kült bir karaktere dönüşmüş olan Recep İvedik’in gişe başarısı, birçok eleştirmeni farklı düşünce kutuplarında birleştirse de popüler kültür okumaları yapmaktan aciz bir akademiye sahip ülkemizde ciddi tezler ileri sürülmüş değildir. Genelde burun kıvırma, halkı aşağılama –halk sinemadan ne anlar- minvalinde seyreden eleştiriler, Recep İvedik’in neden bu kadar çok izlendiğini açıklamaya yetmeyen analizlerdir. (On yıllardır geniş halk kitlelerin makarna kömür için oy verdiğini iddia eden Hacivat-aydınların yazıp çizdiklerinden bir farkı olmayan bu söylemleri kulak arkası etmeyi yeğliyorum.) Örneğin Tunç Başaran, “Recep İvedik’in iş yapmasının sırrı belden aşağı sözler ve basit oluşu. Film niteliği taşımıyor.”[1] demişti. Yani bu kadar basit öyle mi? “Belden aşağı konuş ve basit ol!”

İvedik’in hakkını teslim eden entelektüeller de yok değil. Örneğin Ezel Akay’a göre Recep İvedik son dönemin en iyi filmlerinden biri. “Hiç yapılmamış, kimsenin de kolay kolay yapamayacağı bir film. Her film, toplumsal bir vakadır. Bu açıdan bakarsak, Türkiye’de yapılmış en kendine has filmlerden biri.”[2] diyor Akay. Film olarak beğenmese de karakter yaratma açısından Recep İvedik’i oldukça özgün ve başarılı buluyor. (Burada bir sektör dedikodusunu da paylaşmak isterim. Doğruluğunu bilemem: Şahan Gökbakar, Recep İvedik’i ilk yazdığı zaman filmi yapacak yapımcı bulmakta zorlanıyor. Filmini yapması için gittiği yapımcılardan biri de Ezel Akay. Akay senaryoyu okuyor ve “komik ama ben bu filmi yapmam” diyor. Ezel Akay’ın elinin değdiği bir Recep İvedik nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyor insan.) Recep İvedik, toplumsal bir vaka olduğu için bu yazının konusu oldu. Burun kıvırıp itip kakmak yerine ön yargıları bir tarafa bırakıp İvedik’in başarısı üzerine düşünmeliyiz. Her toplumsal vakanın sinemasal bir vaka olduğunu unutmamak gerekiyor.

1- Geleneksel Türk Tiyatrosu ile İlişkisi

İvedik’in başarısını slapstick komedi yapıyor oluşuna bağlamak mümkün. Ancak unutmamak lazım slapstick İtalyan Halk Tiyatrosu Commedia del l’Arte’ın mirası, Commedia del l’Arte’ın orta oyunu ile akrabalığını tiyatro tarihçilerinin/araştırmacılarının sıkça dillendirdiğini hatırlatayım. Hatta orta oyunu isminin Commedia del l’Arte’tan geldiğini, önce “arte tiyatrosu” olarak bizde kullanıldığını sonra orta oyununa dönüştüğünü iddia eden araştırmacılar da var.

Komedi, sanat türleri içinde yerelliğe en çok ihtiyaç duyan sanat türüdür. Nasreddin Hoca ya da Charlie Chaplin gibi evrensel bir dil yakalamayı başarmış mizah ustaları da vardır; ancak genel olarak mizah, yerli kültürel bir birikim üzerine inşa edilir. Mizahını ithal eden filmlerin çoğu zaman yapay ve eklektik durduğunu söyleyebiliriz. Mehmet Can Mertoğlu’nun ilk filmi olan ve kültürel birikimimize oldukça yabancı olan bir mizah anlayışını benimsemiş Albüm filminin gişedeki başarısızlığının nedenlerinden biri de budur. Festivallerden ne kadar ödül toplarsa toplasın seyirci nezdinde bir şey ifade etmeyen filmlerden biridir. (Tabii ülkedeki dağıtımcı krizinin de etkisini göz ardı ediyor değilim.) İvedik bizim klasik Kavuklu oyunuyla kısmi benzerlikler gösterir. Kavuklu; orta oyununda ısrarla Pişekar’ın yaşamını reddeder. Her ne kadar İstanbul’a gelmiş olsa da merkezileşmeye karşıdır, sınıf atlama derdi yoktur. Ve sarayın geleneklerini acımasızca hicvederek halkın tarafında olan kişidir. Recep İvedik’in 20. yüzyılın kentlileşme ve modernleşme anlayışına karşı kaba bir tavır takındığını söyleyebiliriz. Recep İvedik, Kavuklu’nun saray ve çevresinin usül ve erkanını reddetmesi gibi kent hayatının zorluklarıyla alay eden, patronları tiye alan ve değişime karşı kırsaldaki hayatını kentin içinde ve kentlinin arasında da devam ettirmek isteyen bir tiptir.

İvedik’e göre kentlilerin/merkezdekilerin/üst sınıfların yaşamındaki şeyler saçmadır. Yoga ve aerobik yapmak, kitap okumak, lüks bir restoranda suşi yemek anlamsızdır. Recep İvedik yeni düzenin kahve kültürüne bile alışamaz. Starbucks’da kahve içmek yerine kıraathanede okey oynamayı tercih eder. Toplumsal belleğimizde yer edinmiş olan Kavuklu’nun isyanı şimdi Recep İvedik’te kendini bulur. Yapı olarak İvedik’in bir karakter değil de bir tipleme olması bu oyunlarla –Karagöz de dahil- ilişkisine bir başka örnektir. Orta oyunu tiplemeler üzerine inşa edilmiş bir oyundur; İvedik de sinemasal olarak bir karakter özelliği göstermez, sınırları keskin olarak belirlenmiş bir tipleme ile seyircinin karşısına çıkar. İvedik’in en çok eleştirilen kaba ve küfürlü dilini Kavuklu ya da Karagöz’de görmek mümkündür. Tanzimat aydınının Karagöz’ün dilinden rahatsız olduğu hatta Namık Kemal’in geleneksel tiyatroyu “ahlaksız” olarak nitelendirdiği edebiyat tarihçilerinin bildiği bir vakıadır. Burada belden aşağı olanın bir filozofisi olduğunu da bilmek gerekiyor. Yoksa Tunç Başaran’ın ileri sürdüğü “belden aşağı konuş ve basit ol” formülüyle piyasaya sürülmüş ve gişede başarısız olmuş onlarca film var. Sövmenin tek başına bir değeri yoktur; ona bir mana yükleyebilmek önemlidir. Kavuklu ve Karagöz’ün inşa ettiği müthiş bir felsefe vardı; İvedik’in de böyle olduğunu iddia etmiyorum ama yakın bir mizahi anlayışa sahip olduğunu söyleyebilirim.

2- Bütün-Parça İlişkisinin Seyirciyi Rahatlatması

Son dönem teknolojik gelişmeler okuma ve seyretme deneyimlerimizi de dönüşüme uğrattı. Uzun soluklu bir roman okumak akıllı telefon ve internet çağına doğmuş yeni nesil için hayli zor bir eylem. Aynı şekilde uzun plan ve sekanslardan oluşan bütünlüklü hikayelere sahip filmler estetik değeri ne olursa olsun kolayca “sıkıcı” damgası yiyebiliyor. Tekno-iletişim çağında hız, seyir deneyimlerimizi de farklılaştırıyor. Recep İvedik’in başlangıçta bir parodi kahramanı olduğunu unutmamalıyız. Filmlerin senaryoları basit bir ana aksı izlese de skeçlerden oluşmuş yapıştırma bir bütünlük arz eder. Bir haberin bitip diğerinin başladığı ana haber bültenleri gibi Recep İvedik’in macerasında da birçok parça kendi içinde bir bütünlüğe sahiptir ve –sahneler- tek başına, ana hikayeden bağımsız bir olay –komik bir olay- içerir. Bu parçaların bütünle olan ilişkisi seyircinin seyretme pratiğini kolaylaştırdığından seyirlik malzemesi güçlü bir film ortaya çıkıyor. Tabii bu durum için Recep İvedik’in bir film olmadığını daha çok bir skeçler bütünü olduğunu da iddia edenler yok değil. Bu başka bir tartışma konusu olmakla birlikte, şimdilik bütün-parça ilişkisinin filmin seyirliğini güçlendirdiğini iddia etmekle yetinelim.

3- Yeşilçam Geleneğinden Beslenmesi

Sadık Şendil’in senaryolarını yazdığı filmleri hatırladığımızda aklımıza gelen ilk şey senaryoların geleneksel Türk anlatıları ile olan ilişkisi olur. Bu filmler orta oyunundan, karagözden anlatısal olarak beslendiği için seyircinin ilgisini çekmiş ve takdirini kazanmıştır. Yeşilçam’ın üslup olarak tıpkı orta oyunu gibi söze ve tuluata dayalı olması bu filmleri seyirci nezdinde güçlü kılmıştır. Sadık Şendil’in ve Atıf Yılmaz gibi yönetmenlerin başarısı biraz da buradan gelir.

Atıf Yılmaz Türk sineması ve Türk seyircisi ile ilgili bir yazısında Bir Şoförün Gizli Defteri adlı filmde iç monolog kullandığını ve bunun da seyirci tarafından çok sevildiğini söyleyerek, “Ortalama seyircimizin işitme duyusunun, görme duyusuna göre daha gelişmiş olduğunu” ileri sürmüştür. Atıf Yılmaz bunun altındaki sebebin “halk hikayeleri, Karagöz ve seyirlik oyunlar gibi geleneksel sanatlarımızın tamamen söze dayalı olmaları, göze değil, kulağa hitap etmeleri” olduğunu söyler. Dücane Cündioğlu Sanat ve Felsefe kitabında Doğu medeniyeti ile Batı medeniyetini kıyaslarken Batı medeniyetini “göz” Doğu medeniyetini ise “söz” medeniyeti olarak tanımlar. Göz medeniyetinin somut, söz medeniyetinin ise soyut hikayelere yatkın olduğunu söyleyen yazar, Nuri Bilge Ceylan’ın seyirci tarafından Türkiye’de az Batı’da çok takdir edilmesini/izlenmesini göze hitap etmesine; Recep İvedik’in Türkiye’de gişe rekorları kırmasını ise söze ve tuluata yakınlığına bağlar.[3] Recep İvedik’in geleneksel Türk sanatlarıyla bir bağı olduğunu iddia etmiştik, bu bağın Yeşilçam’dan beslenen bir damarı olduğunu da görmek gerekmektedir.

Kemal Sunal’ın “salaklık”, “sakarlık”, “rastlantısallık” ve “gizli bir elin karakteri koruyup kollaması” gibi temel motivasyonlarla örülmüş hikayelerine baktığımızda burada Kemal Sunal’ın canlandırdığı karakterlerin tıpkı Kavuklu gibi şehre sonradan göç etmiş –kendisine bir miras kalmış ya da piyangodan para çıkmış- yahut şehrin periferisinden merkeze kaymış karakterin, merkezdekilerle alay ettiğini, onları bir şekilde –tesadüfler ve şans eseri- alt ettiğini görürüz. Buradaki önemli nokta Kemal Sunal’ın canlandırdığı karakterlerin başarı öyküsünün sınıf atlama temelli bir motivasyondan yoksun olmasıdır. Hollywood’da hala işlerliğini koruyan sınıf atlama temelli başarı öyküleri -2016’nın en iyi filmlerinden biri olduğu iddia edilen ve Oscar’ın da favorilerinden olan La La Land bu motivasyon üzerine inşa edilmiş bir hikaye anlatır- Yeşilçam’da rastlaması zor öykülerdir. Bilakis bizde Çiçek Abbas gibi sınıf atlamanın bir şeyi elde etmekle özdeşleştirildiği filmler görülse de genelde Sarı Mercedes’in başkarakteri Bayram gibi sınıf atlama motivasyonu sinizmle, çıkarcılıkla, liberal ideolojik angajmanlara bağlanarak eleştirilir. Recep İvedik’in de ne kadar yıkıcı olsa da saf ve masum oluşu, olayları çözerken ve bir şeyi elde etmeye çalışırken – örneğin ikinci filmde ninesinin verdiği ödevleri yerine getirirken- sınıf atlama motivasyonundan yoksun bir başarı yahut başarısızlık öyküsü anlattığını unutmamak gerekir. Bu bağlamda İvedik’in salt söze dayalı olduğu ve tuluata yatkın olduğu için değil aynı zamanda öykü kurma ve karakter yaratma biçimi olarak da Yeşilçam’ın bir parçasıyla benzeştiği söylenebilir.

4- Sınıf Temelli Sosyolojik Gerçekçilikten Beslenmesi

Türkiye’de kent sosyolojisi çalışanlar bilir; Türkiye’nin kent yapısını iyi analiz etmek için iç göçün dinamiklerini bilmek gerekir. 1950’lerde Adnan Menderes’in kent ve tarım politikaları taşralıları kente göçe zorlamış ve önce kentin çeperlerinde gecekondulara doluşan bu yığınlar, Özal’ın liberal açılımları ile apartmanlara doluşmuş ve küreselleşmenin getirdiği dalgayla hizmet sektöründe istihdam edilmek üzere kentin merkezine doğru bu alt sınıflar tarafından bir hareketlilik gerçekleşmiştir. Bütün bu olup bitenler sınıfların birbiriyle temasını artırmış; ancak eğitimsiz alt sınıfların aidiyet ve kimlik krizlerini derinleştirmiştir. Örneğin kent merkezlerinde sokakların caddelerin bu kadar kirli olması (yere çöp atmak, sokağa tükürmek, izmarit atmak) geçilen yerin –sokağın caddenin- bize ait olmadığını düşünmemizden kaynaklanıyor. Tıpkı bunun gibi kendi değerlerini, örf ve adetlerini bırakıp kimi zaman terk etmek zorunda kalıp kentin merkezine gelen bu yabancılaşmış birey, toplumun katmanlarıyla nasıl bütünleşecek? İster istemez içten içe gelişen bir hınç ve nefret; bazen milliyetçilik ve Türklük gibi jargonlarla kendini ifade etme yöntemleri bulurken bazen de bir kaçış ve özdeşleşim makinesi olan sinema, kimlikteki yarılmanın ortaya çıkardığı bu boşluğu dolduruyor.

Recep İvedik’in, neoliberal ekonomik politikaların, kent merkezlerini hızla şekillendirmeye başladığı bir dönemde popüler olduğunu unutmayalım. İvedik, geleneksel tiyatrodaki Kavuklu’nun, Yeşilçam’daki Kemal Sunal’ın biraz daha kaba ve saldırgan bir versiyonu. İvedik tiplemesi, kentin yerleşik düzeninde tutunan ve kendini kente bir şekilde adapte etmiş karakterlerin aksine çeperin davranış ve tutumlarını kentin merkezine taşıyan bir tiptir. Merkezle barışık olmayan bu tip, bir şekilde –yine rastlantı ve şansın yardımıyla- merkezdekilerle hesaplaşır. Kimi zaman mahallenin hamisi, kimi zaman yardıma muhtaç birine el uzatan biri, kimi zamansa zorunlu olmadığı halde –sırf iyilik olsun diye- çocukça duygularla birinin eksiğini kapatan ve işleri öyle ya da böyle yoluna koyan biri oluverir. Bu durum kent merkezinde itilip kakılan, kendini bir yere ait hissetmeyen günden güne kimliksizleşen seyircinin özdeşleşim kurabileceği bir tipe dönüşür. Bu da İvedik filmlerinin filmsel ve öyküsel olarak çok eleştirilmesine karşın neden gişede bu kadar başarılı olduğuna dair bir fikir verebilir.

Toplam Seyirci:

Recep İvedik 5

Komedi

Mars Dağıtım 17 Şubat 2017 7.437.050
Recep İvedik 4

Komedi

Tiglon 21 Şubat 2014 7.369.098
Recep İvedik 3

Komedi

Özen Film 12 Şubat 2010 3.326.084
Recep İvedik 2

Komedi

Özen Film 13 Şubat 2009 4.333.144
Recep İvedik

Komedi

Özen Film 22 Şubat 2008 4.301.693

 

[1] http://www.radikal.com.tr/kultur/tunc-basarandan-recep-ivedike-elestiri-964507/

[2] http://t24.com.tr/haber/ezel-akay-son-donemin-en-iyi-filmleri-recep-ivedik-ve-5-vakit,274353

[3] Cündioğlu, Dücane, Sanat ve Felsefe, Kapı Yayınları, 1. Basım, 2012, İstanbul s. 157

NOT: Bu yazı ilk olarak Rabarba Sinema Dergisi’nin 1. (Şubat 2017) sayısında yayınlanmıştır.

, , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir