İran sineması, devrim öncesinde yaşadığı kısır dönemi, devrimden sonra uluslararası başarılarla süsleyip, altın bir çağ dönemini yaşamakta. Bu dönüşüm, hem usta yönetmenlerin yeni açılımlara imkan bulması, hem de devletin sinemayı destekleyen bir dizi yenilikler getirmesiyle ivme kazanır. Yaşanan bu gelişmeden İran çocuk sineması da hakkına düşen payı alır.
Kör bir çocuğun hikayesinin anlatıldığı “Cennetin Rengi” filminin yönetmeni Mecid Mecidi’nin İranlı diğer yönetmenlerden en önemli farkı net bir İslami bakışa sahip olmasıdır. Bu bağlamda, filmlerinde ayet ve hadislerden esinlenen Mecidi, sinemayı insan fıtratı üzerine yaptığı sanatsal bir araştırma olarak görür. Mecidi’nin filmleri gerçekçi bir üsluba sahip. En belirgin özelliği filmlerinin yavaş ritmidir. Gerçek kişilerle, gerçek mekanlarda çektiği filmleri, biçimsel özellikleri açısından da gerçekçi akımın özelliklerini taşır.
Siyasi yapının keskin sınırları içerisinde hareket eden İran sineması, bu sınırları çocuk filmleriyle aşmaya çalışmış ve uluslararası zeminde değer gören başarılı eserler üreterek bu çabasını başarılı bir sonuca dönüştürmüş. Mecid Mecidi’nin 1999 yılında çektiği “Cennetin Rengi” filmi ve benzerleri bunun en belirgin örneklerini teşkil etmektedirler.
Filmde, problemin izleyiciye anlatılması ve çözüm önerileri sunulması açısından, diyaloglar anlatının gelişmesinde tamamlayıcı bir rol oynamakta. Diyaloglar anlatıdan bağımsız değil. Ancak filmde dramatik unsurlar, diyalogdan çok görüntüyle ortaya konulmuş. Çocuk merkezli olan diyaloglar, günlük konuşma diline uygun. Bu yüzden sade ve anlaşılır bir dil hakim.
Cennetin Rengi, kör bir çocuğun çektiği sıkıntıları anlatır. Filmde baba, karısını kaybetmiş, biri kör üç çocuğa sahiptir. Kör çocuğunun engelinden dolayı onu sahiplenmez ve ona sevgi göstermez. Muhammed’in ona ayak bağı olduğunu düşünür. Muhammed’i şehirdeki bir okula yollamasının nedeni de budur. Muhammed’den utanır. Çünkü ona göre Muhammed eksik bir çocuktur. Erkek çocuğunun görme duyusunun olmaması bir baba için işe yaramayacak birey anlamına gelir. Muhammed’e yaz tatili süresince bile katlanamaz.
Film, gerçek yaşamdan esinlenen bir öyküye sahip. Muhammed’in görme sorunu üzerinden gelişen olayları takip ederken, Muhammed ve ailesinin yaşadığı yere ve onların yoksulluğuna da şahit oluruz. Yoksulluk, gerçekçi anlatımı bozacak şekilde, ajite bir anlatımla sergilenmez. Muhammed’in sahip olduğu erdem ve dürüstlük ise yapay diyaloglarla değil, olayların akışı sırasında sergiledikleri davranışlarla açığa çıkar.
Film, İran sinemasının özelliklerine uygun olarak, müstehcenlik ve şiddet içeren sahneler içermemekte. Suç teşkil eden davranışlara yer verilmemiş. Kadın-erkek arasındaki aşk ilişkisi konu edilmemiş. İran sinemasının kurallarından biri olarak, kadınların örtülü olmaları şartı, filmdeki diğer kadınlarda olduğu gibi Muhammed’in küçük kız kardeşlerinde de uygulanmış. Filmin genelinde oyuncuların giyim ve dış görünüşleri gerçek hayattaki gibidir.
Muhammed, okuldan çıkınca babasıyla birlikte şehirde birkaç iş için duraklarlar. Şehir aslında bir metafordur. Çünkü Muhammed ve babası şehirden köylerine geçecekler. Bu geçiş moderniteden gelenekselliğe geçişi temsil eder. Şehir, evleri, insanların hareketleri, betonlaşmasıyla modernliğin temsili olarak sunulmuş. Köy ise, doğayla bütünleşme, naturel olana yaklaşma ve gelenekle buluşmayı temsil eder. Okuldan çıkması ise, kardeşlerine ve ninesine kavuşması için araç olarak izleyiciye verilir.
Muhammed’in babası nehrin yanında tıraş olurken kötü ses duyar ve irkilir. Ardından tıraş bıçağı ile yanlışlıkla boynunu keser. Elindeki aynasını düşüren baba aynaya bakar ve aynanın kırıldığını görür. Babanın duyduğu nereden geldiği belli olmayan ses, izleyiciye babadan kaynaklı bir sorun oluşacağını belirtir. Babanın tıraş olurken yanlışlıkla boynunu kesmesi, yaşanan sorunda canının yanacağı, kırılan ayna da geleneksel anlatımdaki uğursuzluğun temsili olarak verilir. Tasarlanan sahne baştan sona soyut bir durumun somutlaştırılması ile benzetme yapılır. Ayrıca babanın parçalanmış aynadan kendi yansımasına bakması bölünmüş kişiliğini anlatır. Muhammed, köye vardıkları an itibariyle babasının elini bırakıp çim yol boyunca koşar. Babasının elini bırakması zincirlerinden kurtulması olarak çağrışır. Yeşillik ise doğayla bütünleşme, doğa ise varoluşun simgesi olarak karşımıza çıkar. Muhammed kör, bu sebeple eksikleri olan bir çocuk. Bu bağlamda yaşamak istediklerinin önünde hep bir engel bulunmakta. Babasının elini bırakıp zincirlerinden koparak özgürce koşması onun için engelini biraz olsun unutması, küçük bir anı engeli olmadan yaşaması anlamına gelmekte.
Muhammed, dokunma ile nesnelerin farkına varır, onları birbirinden ayırt eder. Nesnelere dokunarak onları okumaya çalışır. Her nesnenin bir dili (körlerin alfabesi ölçüsünde) olduğuna inanır. Okulda öğrendiklerini yaşamın içerisinde uygular. Filmin çözüm bölümünde, babasının kendini marangoza bırakıp gitmesine çok üzülür ve ağlar. Ustası ailesini özlediği için ağladığını düşünürken Muhammed, babasının ona yaşattıklarından dolayı kör olduğu için kimsenin onu istemediğini söyler. Kör olmaktan dolayı yaşadığı güçlüğe değinir ve aslında dokunduğu her nesne de Allah’ı aradığını söyler. Böylelikle onu bulmuş olacağına değinir. Filmin orijinal adı “Allah’ın Rengi”dir. Fakat Türkçeleşirken “Cennetin Rengi” olarak değişmiştir. Filmin adı Muhammed’in ustasıyla yaşadığı diyalogdan gelmekte. Çünkü Muhammed ölürken her bir şeye dokunduğunda parmaklarını oynattığı gibi oynatmakta. Buradan da anlıyoruz son nefesini verdiğinde asıl dokunmak istediğine dokunup onu bulur.
Lise eğitimine başladığından beri Gazetecilik ve Radyo-Televizyon ve Sinema okumaktadır. Doktora eğitimini de bu alanda yapmaya devam etmeyi planlıyor. Çalışma hayatına gazetecilikle başlayıp sinemayı da beraberinde devam ettirmiştir. 8 yıl Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde ve sinema filmlerinde reji asistanı olarak çalıştı. Çektiği kısa metraj filmler pek çok festivalin yarışma bölümünde yer alıp gösterimleri gerçekleştirildi. Bu festivallerden ödülleri de bulunmaktadır. Kendi blogunda yazdığı yazıların ardından kurulduğundan beri Cineritüel’de sinema üzerine yazmaya devam etmektedir. Uzmanlık alanı Türkiye Sineması olup, absürtlük ve komedi favori dallarıdır.