- Pete Seeger’ın “Solidartiy Forever” şarkısı ile açılışını yapan film, başladığı anda izleyicisini bir taraf olma durumunda bırakmaktadır. Matthew Warchus’un filmine konu olan gerçek hikâye, kitleleşen “öteki” ile “ötekinin de ötekisi”nin bir arada nasıl durabildiğini göstermektedir; azınlıklar arasında küçük bir etkileşimin ne denli büyük bir çığ olabileceğini gözler önüne sermektedir.
Stonewall: Şanslı Bar
New York’un Christopher Caddesi üzerindeki küçük bar: Stonewall. Tüm dünyada yok sayılan eşcinseller baskılara 1969’un 27 Haziran’ına dek dayanabildiler. Stonewall’a yapılan baskın sonrası ilk kez orada bulunanlar, heteroseksüel olmayanlar söz sahibi olmayı seçtiler. Baskılar, gözaltılar ve alınan haraçlardan rahatsız olan bar müşterileri, o gece gelen polislere karşı önce ceplerindeki madeni paralarla, sonrasında da taşlarla cevap verdiler. Ertesi gün tekrar Stonewall önünde polisi protesto edip bir sonraki gün ise beş yüz kişiyle Christopher Caddesi’ni kapattılar. Bu yürüyüş tarihteki ilk Pride / Christopher Street Day ya da Türkiye’deki adıyla Onur yürüyüşüdür. Stonewall’da başlayan isyanın, ‘68 kuşağı ile yolları kesişmiştir. Ötekilere bir renk daha eklenmiş, gökkuşağının renkleri tamamlanmıştır. ‘68 hareketi ile birlikte dalga dalga büyüyerek artık tüm dünyada görünür olmayı başaran eşcinseller dönemin politik atmosferinden, ‘68 hareketinin tüm renklerinden beslendiği gibi, sadece kimlik siyaseti yapmayarak da ‘68 hareketini renklendirmişlerdir. ‘68 kuşağının tamamı tarih yazmıştır; siyahlar, hippiler, öğrenciler, eşcinseller ve işçiler kaldırımların altındaki gökkuşağını bulmuşlardır.
Stonewall’dan 15 Yıl Sonra: “Lezbiyen ve Gay’ler Madencileri Destekliyor”
Pete Seeger’ın “Solidartiy Forever” şarkısı ile açılışını yapan film, başladığı anda izleyicisini bir taraf olma durumunda bırakmaktadır. Matthew Warchus’un filmine konu olan gerçek hikâye, kitleleşen “öteki” ile “ötekinin de ötekisi”nin bir arada nasıl durabildiğini göstermektedir; azınlıklar arasında küçük bir etkileşimin ne denli büyük bir çığ olabileceğini gözler önüne sermektedir. Dünyanın her yerinde erk sahipleri güçlerini göstermek için baskıya başvururlar. 1984 yılı da İngiltere için Thatcher’ın başında olduğu hükümetin baskılarıyla geçmiştir. Daha sonradan “Demir Leydi” olarak anılacak olan Thatcher, madenleri kapatmak ve birçok işçiyi işsiz bırakmak üzeredir. Birleşen maden sendikaları toplu grev yolunu seçmiş, madenlerine sahip çıkmaya ve ölümlere dur demeye çalışmışlardır. Erk, klasik yoldan işten çıkarma, polis şiddeti, grev kırıcılar, yön değiştiren sendikacılar ve medya üzerinden yine sermaye sahiplerini korumayı sürdürmektedir. Thatcher’ın televizyona verdiği demeç ise daha küçük bir topluluğu harekete geçirmiştir: Planlanmış bir yürüyüş (Pride–1984), planlanmamış bir eyleme dönüşen hareket filizlenmeye başlamıştır.
Lezbiyen ve Gay’ler madenciler için yardımda bulunmaya çalışacaktır; ancak tüm hayatları boyunca toplum tarafından yok sayılmış eşcinseller, görece onlardan daha az yok sayılan madencilere nasıl destek olacaklardır? Günlerce aramalarına rağmen hiçbir sendika yardımlarını kabul etmemiş, geri dönüş yapmamışlardır. Gerekçesi, (söylenmese de) yardımı toplayan grubun eşcinsel olmasıdır. Kendilerinden daha fazla yok sayılan eşcinseller greve zarar verecektir. Hayatlarını kol emeğiyle kazanan yeraltı sakinleri nasıl olur da yumuşak aktivistlerle birlik olurlar? Eşcinseller için sendikalar kapı açmıyorsa onlar da kasaba komitelerine gideceklerdir. Haritalar açılır, direnişe katılan büyük maden kasabası Galler seçilir; telefonun ucundaki kişinin yardımı kabul edebileceklerini söylemesi ile direnişe giden ilk adım atılır.
Derrida “Misafirlik Üzerine” kitabında iki kural koyar: Misafiri koşulsuz kabul etmek yahut yabancının gelişini yasalarla (örf, adalet, yasal düzenlemeler) planlanmış olarak belirlemek. Bu iki durum aslında birbirinden farklı değildir. Mahremin paylaşıldığı, mülkiyetin emanet edildiği, sosyal statünün içinde kalmasına özen gösterilen bireysel alana davet edilen yabancının; koşulsuz olarak orada bulunması ile, belirli yasalar çevresinde bulunması bir zıtlık gibi görünse de iç içe geçmektedir. Bromley koşulsuz misafir olsa da, Dai Donowan’ın gelişi yasalarla belirlenmiştir. En azından bulunduğu gurubun saygısını kazanmak zorundadır. Dai Donowan’ın Londra’ya gelmesi ve tanıştığı ilk eşcinseller ile gay-barda konuşma yapması; tek sorununun bira fiyatlarının pahalılığı olduğunu dile getirmesi çok kıymetlidir. Esas sorun toplum tarafından ötekileştirilenlerin de kendi aralarında bir kast sistemine sahip olmalarıdır. Ve kast sistemine göre en altta bulunan eşcinseller hâkim ideoloji tarafından yok sayılmakla birlikte, bir de toplumların öğrenilmiş önyargılarına maruz kalmaktadırlar. Kilise de eşcinselleri sapkın olarak göstermektedir ve güç sahiplerinin tüm dünyada dini yapıları arka bahçeleri haline getirmelerinin tek nedeni güçlerini devam ettirmektir. Buradaki karşılıklı fayda tabii ki yadsınamaz; iki hâkim gücün paslaşmasıdır sadece. Bireyi direnişçi olduğu için yargılayan hâkim ideoloji, işçi olduğu için yargılamaz; hatta zaman zaman söylem düzeyinde olsa da yüceltir. Erk, işçiyi sadece daha fazla sömürmeye çalışır. Sömürdüğü sürece işçi, erk’in düşmanı değildir.
Filmin tedirginlik anları şüphesiz ki tanışma anlarıdır. Mark ve arkadaşları ile Dai arasındaki tanışma nüktedan geçmiş, gay-bar sorunsuz atlatılmıştır. Madenciler için Lezbiyen ve Gay’ler ile tanışmakta nüktedan olmaktan fazlası gerekmektedir. Mark bu konuşmada Dai kadar şanslı olmayacaktır. Kendilerini kastın üstünde görenler, eşitlikçi eşcinsellere elbette eşit davranmayacaklardır. Zamanla misafirin düşman olmadığını öğrenen madenciler, kendi toplumsal rolleri üzerinden sorular sorarak daha çok tanımaya çalışacaklardır. Lezbiyenlerin nasıl seviştikleri değil, vejetaryen olup olmadıkları yahut gaylerin toplumsal rolleri üstlenmelerinde merak edilenin ev işlerini kimin yaptığının olması önemli detaylardır. Herkes toplumsal rolleri üzerinden misafiri tanımaya çalışmaktadır. Dans pistinde bir erkek ve fonda “Shirley & Company – Shame Shame Shame” madenciler için yeni ve itiraf edemeseler de güzel bir tecrübe olmaktadır. Önyargılar büyük ölçüde kırılmıştır. Madenciler ve eşcinsellerin ortaklaşmasında kadınların kararlı tutumu rol oynamıştır. Ataerkil toplumlarda iktidarlar, toplumlara misyonlar yüklemiştir. Erkek çalışıp kazanan, kadın ise mutlu ailenin temsilcisi olmak zorundadır. Kadının çalışan sisteme eklemlenmesi de aydınlanma sonrası kapitalizmin şekil değiştirmesiyle mümkün olmuştur. Kadının var olabilmesi çoğunlukla erkek rollerini üstlenmesiyle mümkündür. Ailenin koruyucusu olamıyorsa, o zaman sistemin içinde erkeksi davranmak zorundadır. Umut ve direnişin kadınsız olmayacağını söylemek isteyen film, tüm ötekileri özne yapmayı başarmıştır. Başından beri direnişin içindeki kadınların, kocalarına yardım etmek yerine özne olmayı seçmeleri direnişin saflarına bir öteki daha eklemiştir. Ayağa kalkan tüm kadınlar ve erkekler hep bir ağızdan “Joan Baez- Bread and Roses” şarkısını söylerken, kadınların varlığını da kabul etmektedirler.
Madencilerle eşcinseller arasındaki bağ medya yoluyla kırılmaya çalışılmıştır. Aşırı Hristiyan bir komite üyesinin gazeteye verdiği demeç direnişin gücünü hafifletmeye yönelik bir hamledir: Madenciler eşcinsellerden yardım kabul edip etmeyeceklerini onaylamalıdırlar. Gazetenin hedef göstermesi ile eşcinsellere saldırılar artmıştır. Demir Leydi ve kendilerini üstün görenlerin bilmediği ise, eşcinsellerin kendilerine söylenecek her çeşit söylemi sahiplenecek olmalarıdır. Gazete haberini fırsata dönüştürmek isteyen LGMD komitesi, madenciler komitesiyle birlikte festival düzenleme kararı alır. Artık görünür olmanın vakti gelmiştir. Bromley, madenciler, eşcinseller, tüm ülke direnişe katılmak zorundadır. Londra’da yapılan minik festival, direnişe katılan tüm safları ve tüm ötekileri bir araya getirmeyi hedefler ve başarılı da olur. Dai’nin konuşmasında, Eric Marcus’un sözlü tarih çalışmasında görüştüğü tanıklardan yola çıkarak dillendirdiği “Making History” tanımlamasına atıf yapması ile madenciler sözlerini vermişlerdir: Bir gün onlar da eşcinsellerin rozetlerini takacaklardır. Direnişler birbirinden ayrılamaz, ayrılmamalıdır.
Görünür Olmak
Filmdeki herkes önyargılarıyla yüzleşir; Bromley, Cliff, Mark, Gethin ve diğerleri. Her birinin görünür olmayı seçmesi, en azından beraber görünmekten çekinmemesi, tarihin ve filmin yadsınamaz başarısıdır. Her karakter kendi var olma yollarını ararken film ilerledikçe ilk olduklarından daha görünür hale gelmekte ve saklanmaktan vazgeçmektedirler.
Eşcinsellerin ilk defa işçiler ve “öteki” olanlarla beraber direnmedikleri vurgusunun yapılmaması, filmin algılanış biçiminde bir aksaklık oluştursa da; yapılan göndermeler Stonewall ve ‘68 kuşağı arasındaki bağı göstermektedir. Kaldırımların altında kumsal olduğunu söyleyen ‘68’in öğrencileri ile gökkuşağı olduğunu iddia eden eşcinsellerin, dönemin politik atmosferinde birbirlerinden çok fazla şey öğrendikleri kesindir. Stonewall’dan sonra sayıları 800’ü bulmuş olan eşcinsel hakları üzerine çalışan derneklerin, politik olarak Londra’nın madencilerini destekleyen bir komiteye dönüşmesi, “ötekinin de ötekisi” olanlar için büyük bir gelişmedir.
1985 Onur Yürüyüşü ve Mücadelenin Kenetlenmesi
Aradan geçen bir yıl içerisinde madenciler kaybetmiş, grev sona ermiştir. Madenciler davalarında yenilmiş olsalar da, insanlık tarihi büyük bir başarı kazanmıştır. Bir karnaval havasında geçmesi beklenilen ‘85 Pride’ı daha önce eşi görülmemiş bir direnişe örnek olacaktır. Madencilerin de otobüslerle gelmesi ile kalabalık bir kortej oluşturacak eşcinseller, işçilerle birlikte yürüyeceklerdir. Eşcinsel rozetini takan madenciler, eşcinsellerin hakları için orada olmayı seçmiş misafirlerdir. Bu misafirlikte yabancı olmadığı için karnavalın direnişe dönüşmemesi için engel kalmamıştır. Madenciler adına söz veren Dai, söylediğini yapmıştır. “Billy Bragg -There Is Power In A Union” şarkısı direnişin güçlü bir şekilde daima devam edeceğini gösterir.
Konuk Yazar: Salih GÖK
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.