Konuk Yazar: Burç Karabulut
Persona’yı tanımlamak için doğru cümlenin “sessiz vücut – hareketsiz ses” arasındaki ilişki olduğunu düşünüyorum. Bir hastalık sebebiyle hastaneye yatırılan Elizabeth ile hemşiresi Alma’nın uyumlu birlikteliği parçalanmış bir personayı yansıtır. Bu iki insanın karakterleri de filmin en başından itibaren yavaş yavaş verilir. Alma görevi icabı Elizabeth’in sağlığına kavuşmasına yardım etmek zorunda kalan bir hemşire iken Elizabeth’e göz kulak olmakta şüphecidir. Onun bu görevi beceremediğini düşünmesiyle çekingen bir karaktere sahip olduğunu bir çırpıda anlarız. Elizabeth ise tam tersine susmaya kararlı ve bu kararını sürdürebilecek şekilde inatçılığıyla bir direniş, güç gösterisiyle kendini gösterir. Öte yandan Alma’nın kararsızlığını kısmen yenip Elizabeth’i konuşturma çabalarına adım atmasıyla bir irade savaşının yaşandığı da görülür. Bu mücadelenin sebebi ise; Elizabeth’in sesini açmaktan çok Alma’yı bir karakter değil de önemsiz bir vekil olarak görmesidir.
Persona’nın dikkat çekici iki önemli özelliği mevcut: Birincisi Bergman’ın son sahnelerde bir kere göründüğü film dışı bir dünya, ikincisi ise Alma ile Elizabeth’in parçalanmış personasını anlatan filmin ta kendisi. Bu iki dünyada sesin etkisi çok önem taşıyor. Bergman ilk sahnelerde bize farklı imajların bir araya geldiği bir video kolajı sunar. Bu video kolajında neler yoktur ki, ama en dikkat çekici olanını konuşmayan çocuğun olduğu sahneler oluşturur. Bu sahneyi verirken sanki filmin narratif alt yapısını da oluşturma gayretine girer. Müzik ve ses kullanımında bir değişiklik olmamasına karşın konuşmayan çocuğun ortaya çıktığı sahne ile duygusal bir bağ hazırlamıştır. Bunu yaparken de klişe -bir o kadar basit- müziklerle bunu bize verir. Seyirci olarak habersiz olduğumuz bu çocuğa kafası kesilen koyuna baktığımız gibi hayretle ve boş bakarız. Kurban edilen bu çocuğun acısını görmezden hatta hissetmezden geliriz; oysa Bergman orada bizleri duygusal olarak koyunun başının kesildiği yerde ağır bir duygusal müzikle asıl hikâyeye hazırlar.
Alma ile Elizabeth’in parçalanmış bir personayı anlattığı filmin ta kendisini ise narratif dışı müziğin sona erdiği anlarda fark ederiz. Müzik ve sesin belirgin bir kullanımla filmde yer aldığı anlarda, bunu, konuşamayan Elizabeth’e yönlendirmek güç değildir. Alma konuşandır; Elizabeth ise konuşamadığından duygusal bağlantısını iyi bir narratif aracı olan ses ve müzikle veren. Elizabeth hastalığı yüzünden kesinlikle iletişim kuramayacak bir durumdadır. Bir süre sonra sesin sahibinin eğlenmesi ve sesi iletmekle görevli olanın çaresizliği belirgin hale gelecektir. Elizabeth bir anlamda Alma’yı kendine seslenmek için kullanır; aynı zamanda hem ses hem beden olarak kontrolü ele geçirme gayretine girer. Alma, Elizabeth karşısında sürekli çaresiz durumdadır. Kendi korkularını, kendi sevgisini onu konuşturmak marifetiyle anlatırken, bir süre sonra bu işlevinden uzaklaşıp tanımadığı bu kadına inanılmaz büyük bir sevgi besler hale gelir, onunla bir özdeşleşme yaşar. Hiç tanımadığı bu kadına sanki âşık olmuş gibidir. Alma için Elizabeth ile konuşmak zevklidir çünkü sürekli aynı fikirdedirler. Etrafta ne konuşmayı bölecek farklı bir fikir ne de ses vardır. Bu durum Elizabeth ile Alma’nın tek ses olduğunun kanıtı gibidir. Ve bu nedenle Alma, kendisinin ilk kez dinlendiğini dile getirir.
Persona’nın en ilginç ve tanımlayıcı sahnelerinden biri mektup sahnesidir. Mektupta hiç konuşmayan Elizabeth, Alma hakkında doktora söylenmek üzere bir şeyler karalamıştır. Yine ne söylediğinden çok kime söylendiği daha önem taşımaktadır. Konuşması gereken kişi Alma iken o doktora bu mesajı göndermeyi istemiştir. Bu sahnede resmen Alma yok sayılmış ya da Alma için yazılmış mektubun ona söylenemeyecek kadar değersiz birtakım bilgilerden oluştuğu vurgulanmak istenmiştir. Her iki durumda da, film boyunca bu mektubun hiçbir şekilde doktora ulaşıp ulaşmadığını bilemeyiz o yüzden mektubun varlığına bir değer atfetmek neredeyse olanaksızdır. Mektup sahnesinde değerli olan; sessiz vücut ile hareketsiz ses ilişkisinin uyumudur. Yazılan mektup içeriğinden çok bir iletişim kurma çabası, yani sessiz vücudun işaretidir. Alma’nın mektubu alıp okuması ise hareketsiz sesi gösterir. Mektup, burada Elizabeth ile Alma’nın ne olduğunu anlatan bir gösterge gibi işlem görür.
Elizabeth’in bir beden olarak Alma’yı kullanması kendini gizlediği bir kimlik ya da maskeden öte bir vekil tayin etme niyetidir. O, gerçekle tek başına yüzleşemeyecek durumdadır. İnzivaya çekilmesi için gereken kendi söylediklerini (kusursuz bir şekilde) dinleyecek, aynı zamanda kendine sorun çıkarmayacak bir bedendir. Elizabeth’in en son sahnede bir kaçış içinde olması bastırılan sorunun ortaya çıkışıyla ilgilidir. Alma, onun için soruna göğüs gerecek, gerektiğinde sorunu konuşmayacak, Elizabeth’i eğlendirecek bir vekilden öte bir şey değildir.
Alma’nın Elizabeth olma yolunda giden ve mektuptan sonra kesişmeye giden ”o” meşhur yüz, ses ve beden birleşmesi, hem Alma hem Elizabeth tarafından Bergman’ın kamerasından iki parça şeklinde ortaya çıkartılır. Elizabeth Alma’yı etkisi altına aldıkça aslında kendi gerçekliğine giden problemi de bulmuş oluyor. Rüya sahnelerinden daha önce aşina olduğumuz Elizabeth’in Alma’yı etkisi altına alıp hatırlamadığı sahneler (belki bastırılmış kişiliğin göstergesi olarak adlandırılabilir), Elizabeth, eşi ve Alma’nın aynı karede buluşmasıyla bir nevi ayyuka çıkıyor. Rüyalarda görünen Elizabeth’in Alma üstünde üstünlük kurma süreci bir sonuca doğru evriliyor. Elizabeth’i içine kapatan her neyse; savaş, işini ya da yeteneği kaybetme korkusu aslında sadece seyirciyi yanıltıcı sebepler olarak görünür. Asıl sebep, sert bir şekilde bastırıldığı yerden Alma’nın müthiş monologu ve Bergman’ın daha müthiş tekniği sayesinde iki farklı bakış açısıyla verildiğinde Elizabeth’in hastanede yattığı andaki durumuna geri dönmesidir. Kendi yarattığı ses ve beden olarak yönettiği Alma, onun içine kadar girebilmiştir.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.