“Dirençli bir bakteri kadar inatçı, sessizce bir ağaçta bekleyip yıllar önce ele geçirdiği
küçücük bir damla kanla geçinen kene kadar kanaatkardı.” (*)
Patrick Süskind’in kült romanı Koku, yayınlandığı 1985 yılından itibaren sinemanın gündemindeydi ancak hem görsel olarak içeriğinin aktarılmasının zorluğu hem de Süskind’in uzun yıllar uyarlama için izin vermemesi sebebiyle proje yirmi yıl boyunca gerçekleşmedi. 18. yüzyıl Paris’inde, pislik içerisindeki bir balık pazarında dünyaya gelen ve annesi tarafından doğar doğmaz ölüme terk edilen Jean-Baptiste Grenouille’in bir katile evrilen oldukça sert hikayesinin anlatıldığı kitap, başarılı bir prodüksiyonla Tom Tykwer tarafından filme çekildi.
Koku hem kahramanın bebeklikten itibaren yaşadıkları hem de cinayetler ve dönemin atmosferini tüm sertliğiyle tasvir etmesiyle oldukça rahatsız edici bir roman. Üstelik koku gibi tarifi kolay olmayan kişisel bir duyu üzerinden ilerlemesi de onu bambaşka bir düzleme çekiyor. Süskind’in sadece işlenen cinayetler vasıtasıyla değil, ufacık kokuların peşine düşmesi, nesnelerin ve canlıların içindeki koku veren “ruhu” çekip almasıyla yarattığı tedirginlik hissi, varoluş biçimiyle dahi sarsıcı olan Grenouille’in hikayesini ürkütücü bir gerilime dönüştürüyor. Görsel açıdan elinden geleni yapmasına, kitabın ana eksenine bağlı kalınmasına rağmen film, kitabın ruhunu yakalamakta fazlasıyla zorlanıyor.
Kokusuz Olmak:
Kitap ile film arasındaki mutlak paralellik olmak zorunda değil; serbest bir uyarlama da yapılabilir, kitabın içinden bir karakter ya da konu da filme çekilebilir. Ancak burada temel sorun, Tykwer’ın kitabın izleğini takip etmesine rağmen karakterin eylemlerinin Süskind’den farklı motivasyonlara dayandırılmış olması. Jean-Baptiste Grenouille’in üstün koku alma duygusu ile hayatına devam ederken kırılma yaşadığı an her canlının kendine has özel bir kokusu olması ama kendisinin olmadığının farkına varması. Süskind, Grenouille’i bir katile çevirirken çevresinin çok farkında olmayan, neredeyse meczup ve sadece kendi kokusunun peşinde bir karakter profili çiziyor. -Kitap daha bebeklikten itibaren Grenouille bir kokusu olmadığını ısrarla vurguluyor.- Grenouille, kokusu olmadığı için insanlar tarafından dışlanmış olduğunu, eğer kokusu olursa sevilme ihtiyacının da karşılanacağını düşünüyor. Ancak filmde kendine ait bir kokusu olmadığı vurgulanmadığı için Grenouille’in eylemleri hastalıklı bir tutkunun sonucu gibi izleyiciye aktarılıyor. Sevilme ihtiyacının geri plana itilmesi, filmin sonundaki katarsis anının etkisini düşürüyor. Oysaki roman, Grenouille’in tuhaf ve ürkütücü yolculuğunu bütünlüklü olarak tamamlamayı başarıyor.
Bir diğer sorun da kitabın uyarlanmasındaki -kısmen aşılmış olması rağmen- zorluklar. Süskind’in kelimelerin gücüyle tarif ettiği tüm kokular okuyucunun belleğinde canlı ve tedirgin edici bir şekilde yer bulurken, Tkywer, görsellik üzerinden sinemada aynı etkiyi yaratamıyor. Örneğin Süskind’in balık pazarını ya da Paris’i tarif ederken detaylandırdığı kokular uyarlamada görsel olarak etkileyici olmasına rağmen aynı etkiyi yaratamıyor. Kokunun görsel dile çevrilmesinin zorluğunu aşmak için filme anlatıcı bir ses eklenmesi de filmin tonunu gerçeklikten uzaklaştırıp masalsı bir tona büründürüyor. Böylece izleyicinin üzerindeki dramatik etki azalıyor.
Hem roman hem de film uyarlaması açısından bakarsak Grenouille’ı kokunun peşine düşmüş acımasız bir katil olarak algılamamız doğru olmayacaktır. Koku, bir katil romanından fazlasını barındırıyor. Uyarlama yapılırken buna özen gösterilmiş ve cinayetlerin dozajı, hikayeye uygunluğunun iyi ayarlanmış -abartılmamış- olması, özellikle romanın geçtiği dönem atmosferinin görsel dilinin kusursuzca tasarlanması filme değer katıyor. Her durumda Koku’nun sinemaya uyarlama açısından bir meydan okuma içerdiği gerçeğini göz ardı etmememiz gerekir; sonuç vasat olsa bile.
(*) Das Parfum: Die Geschichte eines Mörders, Patrick Süskind, Can Yayınları
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.