*Matthew Monagle tarafından yazılan bu yazı ilk olarak Film School Rejects’te yayınlanmış olup
Türkçeye Fırat Çakkalkurt tarafından çevrilmiştir.
Geçtiğimiz haftasonu New York’tan Massachusetts’e uzun bir yolculuk yaparken, Broken Projector podcast’inin en son bölümüne denk geldim ve Scott’la Geoff’un ödül sezonu hakkındaki konuşmalarını dinledim. Sohbet, alışıla geldik biçimde, Oscar adayları arasında daha fazla çeşitlilik olması için Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nde ihtiyaç duyulan değişim üzerineydi; bu sırada eşitliğin bir tarafından hiç bahsedilmiyor olması dikkatimi çekti. Peki, film yapım sürecine dahil olmayan bizlerin bu durumdaki payı neydi?
Konunun endüstriyle ilgili bölümünü eminim ki bıkana kadar konuştuk. Neredeyse sokaktaki adam bile Akademi’deki çeşitlilik yetersizliğine dair istatistikleri ezberden söyleyecek duruma geldi. Los Angeles Times gazetesi 2012 yılında Akademi üyelerini incelemeye aldığında, üyelerin %94’ünün beyaz, %77’sinin erkek olduğu ve Akademi’nin beyaz olmayan yetenekleri ve anlatıları ön plana çıkaran filmlerin hakkını teslim etmek için uygun bir yapıya sahip olmamasından birçok insanın şikâyet etmesine yol açacak biçimde, siyah ve Latin kökenli üyelerin toplam oranının ise %4’ün altında kaldığı görüldü.
Fakat Akademi üyeleri ve endüstriye ilişkin bu bütüncül bakış, sanki bu yıl sinemaya giden milyonlarca seyirci ve bu filmleri yazan eleştirmenler öylece endüstrinin kendilerine yetişmesini bekliyorlarmış gibi her seferinde film eleştirisi ve seyirci tercihlerini denklemin dışında bırakıyor. Gerçek şu ki; perdenin diğer tarafında oturan bizler, Hollywood’u daha fazla çeşitlilik içeren bir endüstriye dönüştürmekle yükümlüyüz. Kendi fırsatlarımızı yaratma gücüne sahip olduğumuz kadar yanlış giden şeylerin sorumluları da biziz.
Film Eleştirmenleri
Eleştirmenler ve kültür yazarları olarak genelde ödül sezonları boyunca çeşitliliği desteklediğimiz için Hollywood anlatısında etnik türdeşliğe uzak duran ve endüstri üzerinde baskı kuran birer kahraman olarak arz-ı endam etmemiz kolaydır. Ekim ayında, endüstride hâlihazırda çalışmakta olan kadın film eleştirmeni kıtlığına işaret eden yakın zamanlı birkaç araştırma üzerine bir yazı yazdım; kadın film eleştirmenleri ve kadınlar tarafından yapılan ve kadınlar için yapılan filmler arasındaki ilişkiye dikkat çeken benzer bir yazı da birkaç hafta önce Variety’de yayınlandı. Bu noktada, film eleştirisi ve belirli film türleri arasında kopukluk olduğu düşüncesi yeni bir şey değildir.
Film eleştirisi ve cinsiyet konusunda konuşabilme yetimiz git gide gelişmekteyken, film eleştirisi ve ırk konusunda hala geçer not alacak seviyede değiliz. Bildiğim kadarıyla, beyaz olmayan film eleştirmenlerinin sayısı üzerine yapılmış akademik veya eleştirel bir çalışma yok; bu, Movie Trailer Reviews’un baş editörü tarafından yazılmış yakın zamanlı bir makale gibi anekdota dayalı kanıtları daha da önemli hale getiriyor. “Beyaz Olmayan Bağımsız Bir Film Eleştirmeninin Mücadelesi” başlıklı yazı, yazarın The Hateful Eight ve Straight Outta Compton gibi filmlerle ilişki kurarken hissettiği baskıyı tarif etmesiyle başlıyor. Kriss, bu filmler ele alınırken beyaz olmayan bir film eleştirmeni için ırk meselesinin eşitlikte mutlaka bir yer tuttuğunu, fakat beyaz meslektaşlarının bu noktada filmleri her şeyden yalıtılmış biçimde değerlendirebilme lüksüne sahip olduklarını belirtiyordu. Makalenin ilerleyen bölümünde ise yazar fikrini ikna edici bir şekilde açıklıyordu:
“Birçok genç siyah eleştirmen kendisini ‘basit’ eleştirmen olarak görüyor, çünkü beyaz bir eleştirmenin onayı olmadan eleştirmen çevrelerine giremiyoruz. Aynı durum diğer beyaz olmayan eleştirmenler için de geçerli. Böyle bir şansa erişemiyoruz. (…) Bu beni kızdırıyor çünkü biz de diğerleri kadar basın ve eleştirmen çevrelerinin bir parçasıyız. Aynı basın gösterimlerine katılıyoruz. Aynı basın bültenlerini alıyoruz. Etkinliklere akredite oluyoruz. Röportaj imkânları buluyoruz. Ve beyaz olmayan birçok meslektaşımın tersine, bunu büyük geleneksel sitelerin yardımı olmadan yapmak zorunda kalıyoruz.”
Bağımsız bir film eleştirisi yazmış veya okumuş olan herhangi bir kimse, kendini bir yazar olarak kabul ettirmenin ne kadar zor olduğunu bilir, fakat biz endüstrinin adaletinin bir simgesi olarak bu zorluğu ortadan kaldırmak için yola çıktık. İyi yazarlar, eninde sonunda seslerini duyuracak bir yer edinirler; sıkı çalışma ve özgün bakış açısı hak ettiğini mutlaka alır. Bu makale, bu sürecin her zaman evrensel olmadığına dair önemli bir hatırlatmada bulunmaktadır. Geçtiğimiz 10 yıl içerisinde mütevazı başlangıçlardan zirveye doğru yükselen birçok web sitesi gördüm. Film School Rejects’in de bunlardan biri olduğunu düşünüyorum. Fakat bu sitelerin, daha bölgesel, “basit” ve niş bir pazara hitap ettikleri için beyaz olmayan film eleştirmenlerini işten çıkarmaları, yıllar önce diğer film editörleri ve yayıncılarının kapattığı kapıyı bir kez daha kapatmaktan başka bir şey değil. Özellikle kadın seyirciyi hedefleyen filmler başta olmak üzere, kadınların sesinin duyulduğundan emin olmak için daha fazla kadın film eleştirmeninin bulunması bizim için ne kadar önemliyse, aynısı beyaz olmayan film eleştirmenleri için de geçerlidir.
Seyirciler
Geçen yıl bu zamanlarda, sinema salonlarında bilet satışı üzerine yapılmış yıllık pazar araştırmasının sonuçları Akademi tarafından yayınlandı. Bu rapor, tipik bir Kuzey Amerikalı sinema seyircisinin alışkanlıklarına önemli derecede ışık tutuyordu. Örneğin, ayda en az 1 film seyreden insanlardan oluşan düzenli sinema seyircisi kategorisi tüm nüfusun %11’i ve Kuzey Amerika gişe hasılatının %51’ine tekabül ediyorken, ortalama bir insan sinema salonlarında bir yıl içerisinde ortalama 5.5 film seyrediyordu. Bu “düzenli sinema seyircisi” kategorisi, Hollywood için etnisite kavramının genel çöküşünü ele aldığımız zaman daha da önem kazanıyor. Beyaz ırktan olmayan seyirci sayısının tüm seyircilerin sadece %37’sini oluşturmasına karşın, düzenli sinema seyircilerine bakıldığında bu oran %44’e çıkıyor.
Bu sayılar, Straight Outta Compton ve Creed gibi 2015’in gişede “sürpriz” bir başarıya imza atan filmlerinde yansımalarını buldu. Hatta bu filmlerin başarısı ödül sezonunda da devam etti. Tüm bunlar endüstrinin genel sağlığı açısından umut verici işaretler olsa da, filmler için ödüllerden ziyade gişe başarısının önemli olması dolayısıyla, beyaz olmayan seyirciyi hedefleyen filmlerin başlıca özelliğinin hala popülizm olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, başka türlü ticari bir endüstrinin artistik tarafı olma işlevini üstlenen ve çoğunun başrolünde Eddie Redmayne’in oynadığı birçok film de mevcut. Bir de ödül sezonlarına göz diken, düşük bütçeli, prestij amaçlı üretilen ve pazarlanan filmler var. Bu bakımdan Selma’nın başarısıyla insanların heyecanlanmalarının asıl nedeni, bu filmin mükemmel bir film olması değil; prestij hedefli filmlerin kısıtlı alanı içerisinde kendini gösteren mükemmel bir film olmasıydı. Selma, beyaz olmayan popülist sinema modasına bir karşı çıkıştı.
2013 yapımı Belle ve şu anda en iyi film ve en iyi kadın oyuncu dallarında Oscar adayı olan Brooklyn’i karşılaştırmak da ilginç sonuçlar ortaya koyuyor. İlk bakışta, iki film birbirine çok benziyor. Göz alıcı performanslar sergileyen genç ve umut verici kadın oyunculara sahip olan her iki film de yaklaşık 10 milyon dolarlık orta bütçeli dönem filmleriydi ve Rotten Tomatoes’ta sırasıyla %83 ve %98 puanları alarak eleştirel vızıltılardan uzak durdular. Lâkin Belle Afro-Amerikan Film Eleştirmenleri Birliği ve Siyah Film Eleştirmenleri Ödülleri gibi dikkate değer film topluluklarından ödüller kazanırken, Mayıs ayında gösterimi yapılması dolayısıyla Oscar yarışına girmesi mümkün olmadı. Eğer filmin yapımcıları ve dağıtımcıları potansiyel seyircilerine daha fazla güven duyuyor olsalardı ve kendi filmlerini de Brooklyn gibi ödül sezonunun ortasında görücüye çıkarıp ona bir prestij filmi olarak başarıya ulaşma fırsatı tanısalardı, belki Belle beyaz olmayan anlatıların da ne kadar başarılı olabileceğini herkese gösterebilirdi.
Fark Yaratmak
Birçok insan için değişime giden tek uygun yol seyirci veya eleştirmen (“basit” veya değil) olmaktan geçiyor. Bir şeyleri kanıtlamak için öylece dışarı çıkıp beyaz olmayan oyuncularla dolu bir film çekemeyiz veya ödül sezonlarında ön planda olmaları gerektiğini düşündüğümüz türdeki projelere destek olmaya ne paramız ne de diğer insanlar üzerindeki nüfuzumuz yeterli olur. Yapabileceğimiz tek şey iletişimin şeklini değiştirmektir. Başarılı olduğunu görmek istediğimiz türdeki filmlere para harcayabiliriz, sosyal medyada onlardan bahsedebiliriz ve bizim dikkatimizi çekmeyi hak eden filmleri (özellikle de kendi başımıza keşfedemediğimiz filmleri) seven beyaz ırktan olmayan seyircilerle sohbet edebiliriz.
Bunun aşırı basit bir yaklaşım olduğunu mu düşünüyorsunuz? Olabilir. Fakat, Film School Rejects tarafından Aralık ayında “Yılın Filmi” olarak adlandırılan Don Hertzfeldt’in kısa animasyonu World of Tomorrow’u bir düşünün. World of Tomorrow’un Oscar adaylığı açıklandığı zaman sosyal medya üzerinden Hertzfeldt’e tebrikler yağdı, ama aynı zamanda birçok insan filme dikkat çektiği için Rolling Stone eleştirmeni David Ehrlich’i de övmekte gecikmedi. Birçok film eleştirmeninin bu filmden haberdar olmasının tek nedeni Ehrlich’in filme düzdüğü bitmek bilmez methiyelerdi. Belki hepimiz birer David Ehrlich olamayız, ama söz konusu Oscar ödülünü hak eden bir sonraki beyaz olmayan sinemacı olduğunda, hepimiz gümbür gümbür gelen değişimin bir parçası olma şansına sahibiz.
Özgün link için: http://filmschoolrejects.com/features/oscars-so-white-isnt-other-peoples-problems.php
Sosyoloji bölümü mezunu. Birkaç sinema filminin prodüksiyon aşamasında yer aldıktan sonra 2013 yılında Sinema Kafası’nı kurdu. Yazılarına Cineritüel’de devam etmekte, sinema doktorası yapmakta ve çevirmen olarak çalışmaktadır.