Sevmek Zamanı (1965): Surete Aşık Olmak

Sevmek Zamanı (1965): Surete Aşık Olmak

Share Button

Toplumsal gerçekçi yönetmenler arasında gösterilen Metin Erksan, Türkiye’de üniversite eğitimi içerisinde sinema bölümleri olmadığı için yakın olarak gördüğü Sanat Tarihi Bölümü’nü okumuştur. Dolayısıyla -aldığı eğitiminden de kaynaklı olarak- Erksan’ın sanata yaklaşımı da akım içerisindeki diğer yönetmenlerden farklıdır. Sevmek Zamanı, Metin Erksan’ın 1965 yılında kendi imkânlarıyla çekimini gerçekleştirdiği, ayrıksı ve özel filmidir. Erksan’ın siyah beyaz olarak çektiği film Türkiye’de vizyona girme imkânı bulamaz. Türlü gerekçelerle seyirciyle buluşamayan filmin siyah beyaz çekilmesindeki en büyük nedeni maliyet açısından uygunluk olarak açıklayan Erksan, ayrıca siyah beyazı filmin dokusuna uyduğu için tercih ettiklerine de değinir.

“Türk Sineması’nın sansürlü yönetmeni” olarak adlandırılan Erksan, filmi 60’ların sansür ortamında çeşitli güçlüklerle çeker ve hiç asistan kullanmaz; film ekibinin oyuncular haricinde 5 kişi olduğu belirtilirken, sette bir gün set işçisi diğer gün de kamera asistanı yönetmene yardımcı olur. Senaryosunu kendisinin yazdığı filmde, kimi filmlerden çalıntı sahneler içerdiği suçlamalarıyla da karşılaşan Erksan, Türk Sineması’ndaki en ilginç yapımlardan birine imza atmıştır. Teknik olanaksızlıklara rağmen içinde sağlam bir görüntü çalışması yer alan “Sevmek Zamanı” filmi, minimalist çerçevede değerlendirilebilecek, asıl konusu olan “surete âşık olmak” meselesi üzerine yoğunlaşan bir yapım. Az sayıdaki diyaloglarla da bu durum film içerisinde tekrarlanıp durur. Tasavvuf edebiyatında da sıkça kullanılan surete âşık olma konusu, aslı ve sureti konularının ana parçaları içerisinde hayat bulur.

Filmi anlamsal düzeyde farklı açılardan okumak mümkünse de, yönetmenin bakışının esasen bir “aşk” kutsamasından ziyade hayatın bir sunumu olduğunu söylemek mümkün; çünkü filmdeki resme âşık olma meselesi, Yeşilçam’ın yarattığı melodramatik aşkın da altını çizen, bu aşkı kurgulayan ve yeniden üreten bir yapı ile işlenir. Hatta daha ileri giderek bunun trajik bir görünüm çizdiği görülür. Trajedi ve melodramı birleştirmek için biçimsel bir anlatımı tercih eden yönetmen, filmin tamamında neredeyse hiç uzun diyaloglar kullanmaz. Çekimleri Yeşilçam’ın yükselişte olduğu döneme denk gelmesine rağmen filmde, ağır aşk sözcükleri ve klişeleşmiş karakterler yerine sade bir anlatım şekline yer verilir. Çekildiği dönemde alışılagelmişin dışındaki sinema anlayışı, konusu ve konuyu ele alma biçimi nedeniyle dağıtımcı bulamadığından gösterilemeyen yapım, aynı dönemin Avrupa sinemasına paralel ve yenilikçi sinema dili nedeniyle seyretme imkânı bulanlarca çok beğenilir, zamanla kült statüsü edinir.

Filmde, boyasını yapmak üzere girdiğinde yazlık evin duvarında asılı kadın resmine âşık olan boyacı Halil’in ve resmin sahibi Meral’in öyküsü anlatılır. Halil (Müşfik Kenter), adada ustası Mustafa’yla (Fadıl Garan) birlikte boyacılık yapar. Bir gün boyamaya girdiği boş köşklerden birinin üst katında, duvarda asılı bir kadın resmi görür ve resme âşık olur. Bir yıl boyunca her gün köşke girer ve resmi seyreder. Ancak bir gün, köşkün sahibinin kızı olan resimdeki Meral (Sema Özcan), iki arkadaşıyla köşke gelir ve Halil’i resmini seyrederken görür. Meral, Halil’in kendisine âşık olduğuna inanarak bu aşka karşılık verir. Oysa Halil, Meral’e değil, onun resmine âşıktır. Boyacı Halil’in zengin kızı Meral’e olan aşkını filmin hiç bir yerinde tam olarak söze dökmemesine rağmen, Halil karakterini canlandıran Müşfik Kenter sadece bakışları ile Halil’in aşkını hissettirir. Bir hayale, görüntüye âşık olma halinden görüntüdeki kişinin karşılık vermesi ile aşkın vücud bulmasının konu edildiği filmde boyacı Halil, uzun süre hayalindeki aşk imgesi yıkılacağı korkusu ile Meral’e direnir. Film yine pek çok Yeşilçam klasik anlatısından farklı olarak son sahnede görece bir ucu açıklık barındırır. “Mutlu son” anlatısına farklı yaklaşır.

İki aşığın arasındaki duygusal durum etrafında kurgulanan filmde, aynı zamanda iki âşık üzerinden geleneksellik ve batılılık ikilemi de tartışılarak kavramlar âşıklar üzerinden somutlaştırılır. Klasik anlatıdaki “zengin kız, fakir oğlan” hikâyeleri ekseninde farklı bir öykü kurgusu filmin temasını kaplar ve derin anlamlar barındırır. Fakir oğlan boyacı Halil, melankolik bir duruşa sahip, sınıfsal olarak alt tabakaya mensup, çevresince dürüst ve iyi niyetli olarak bilinir; Zengin kızı Meral ise geleneksel kalıplardan sıyrılmış, batıya özenen, eğitimli bir genç kızdır. Genel itibariyle de ikililikler üzerine kurulu olan filmde, anlatılmaya çalışılan soyut zıt kavramlar somut kavramlar yardımıyla aktarılır. Örneğin Ada’da başlayan hikâye… Ada tamamen kapatılmış, gelenekleri içinde barındırmış bir yerdir. Pek çok farklılığa kendini izole etmiş, Meral ve arkadaşlarının filmin başında yaptıkları gibi dinlenmek amacıyla gelinip, uzun vadede kalınmayan bir yer. Ada’daki yaşam dışında verilen İstanbul yaşantısı da, farklı birçok insanı içinde barındıran, kozmopolit yapısıyla batılılaşma eğiliminin ağırlıkta bulunduğu bir yer. Böylelikle gelenek ve batılılaşma, İstanbul ve Ada ile somutlaştırılır. Ayrıca filmin başlarından itibaren verilen doğa görüntüsünde ağaçlar seyreklikten sıklığa seyir eder. Bu durumu, içe hapsolma ve melankoli olarak okuyabiliriz. Bir diğer değinilmesi gereken konu ise filmin final sahnesinin mekânı giriş bölümlerinde verilerek, hiçbir unsurun boş yere gösterilmediğinin altının çizilmesidir.

Fransız Şiirsel Gerçekçiliği’nin izlerini taşıyan filmde yağmurlu ve kasvetli hava, filmin başından sonuna kadar devam etmekte ve filmin temasıyla bütünlük oluşturmakta. Meral’in Halil’den ona âşık olduğuna dair düşüncelerini öğrenmek istemesi de sınıfsal bir duruma atfedilebilir. Bunu şu şekilde açıklayayım: Zengin kız olan Meral’in şimdiye kadar her istediği olmuştur, Halil’den duyduğu “Ben sana değil, resmine aşığım” sözleri, duymayı düşünmediği türdendir. Bu noktada Halil’in, Meral’i üzecek felsefik konuşmalar yapması da sosyal statüde alt tabakaya mensup olan kesimlerin filmde daha değerli görüldüğünün bir temsilidir.

Duygunun, melankolinin, özlemin, ihtirasın ve en önemlisi tutkunun anlatımı diyaloglarda hiç yer almaz. Buna karşın tanık olarak izleyiciye verilen ayrıntılar ile izleyici bunu anlar. Bu dışavurumun estetik başarısıdır. Erksan, tiyatronun geniş açısından farklı olarak sinemada, yakın plan “izleyiciye durumu yansıtabilme” tekniğinden faydalanarak filmde oyuncuların genellikle yüzlerine yakın plan çekimlerde bulunur. Böylelikle yakın çekimlerde bakış, duruş, mimik ve jestlerin detaylarını kadrajlarla perdeye taşır, izleyicinin de olaya dâhil olmasını sağlar.

Erksan, görüntüyü çok katmanlı kullanma başarısıyla tutkuyu, tutkunun nesnesinden bağımsız ya da nesnenin gerçekliğinden bağımsız içsel bir değer olarak, izleyiciye inandırıcı biçimde hissettirmeyi başarır. En somut göstergeler olan dünya görüşü farklı, ekonomik farklılık, sınıf farkı gibi örneklerde, düz anlamlı anlatımlara başvurulmamış, yoksulluk ajite edilmemiş, sınıf ve kültür farkı görsel imgelerle hissettirilmiştir.

Sevmek Zamanı, sıradışı ve özgün bir üslupla yaratılan karakterleri dışında, biçimiyle de Metin Erksan’ın yapıtları arasında farklı bir noktadadır. Erksan’ın, karakterlerinin iç dünyasını ve duygularını yansıtmak için kullandığı planlar ve bu planların -Eisenstein kurgu anlayışında olduğu gibi- birbirleriyle çarpıştırılarak başka bir anlam yaratma kaygısı taşıdığı görülür. Filmde görüntü, çerçeveleme, sahne düzeni gibi sinemasal kodların kullanımı ve sunumu sürekli olarak ön plandadır. Neticede filmin son sözü, anlattığı ve gösterdiği şey “kavuşamayınca aşk olur” vurgusu. Büyük ustayı Sevmek Zamanı filmini ele alarak ölümünün birinci yılında anmak istedim. Metin Erksan, gösterişten uzak, sanatın insan için olduğuna inanan bir ustadır. Tek amacı sanat yapmak olan ustanın ardından, özlemdir aslında sarf ettiklerimiz.

#cineritüeltop150

twitter.com/demetozturk

, , , , , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir