Konuk Yazar: Kerem ERGİN
Televizyon dünyasının bir parçası olan, televizyon dizilerine senaryo yazarlığı yapmış bir isim Paddy Chayefsky. 59 yaşındayken kansere yenik düşüp hayatını kaybeden yazar, en iyi özgün senaryo dalında 3 Oscar ödülü almış bir isim ve televizyon dünyasının kirli oyunlarını anlattığı Network / Şebeke filmi en bilindik eseri. Yönetmenliğini 12 Angry Men / 12 Öfkeli Adam (1957), Dog Day Afternoon / Köpeklerin Günü (1975) gibi kült filmlerin başarılı ismi Sidnet Lumet’in yaptığı Network, daha çok yazınsal boyutuyla ön plana çıkıp Chayefsky’nin ustalığına hayranlık uyandırsa da, aynı zamanda Lumet’in dengeli yönetmenlik anlayışıyla birlikte yıllar boyunca unutulmayacak bir yapıt. 1976 yılında büyük ödülü Rocky filmine kaptırsa da oyuncuları Faye Dunaway, Peter Finch ve Beatrice Straight’e Oscar heykelciğini kazandıran film, konu itibariyle etkili, acımasız ve gerçekçi bir portre çiziyor.
Hikâyemizin ana kahramanı yıllarca ana haber muhabirliği yapan, eski televizyon kültüründen beslenmiş; ancak yönetimin el değiştirmesi ve düşük izlenme oranları sonucunda kovulmanın eşiğine gelen Howard Beale (Peter Finch)’dir. Haber programının direktörlüğünü yapan en yakın arkadaşı Max Schumacher (William Holden), bir akşam ona kovulacağını söylediğinde Beale için televizyonun kapanma vakti gelmiştir. Yıllarca ekran önünde olan biri için yaşamak ekranda olmaktan ibarettir ve ekranın önünden çekildiği zaman Beale’in hayatında önemli hiçbir şey kalmayacaktır. Bunun üzerine son kez ana haber programına çıktığı zaman izleyicilerine kovulacağından bahseder ve bu yüzden bir hafta sonra programı sunarken intihar edeceğini söyler. İzleyici kitlesinin tepkisiyle karşılaşan kanal yetkilileri Beale’i kovup kovmamayı düşünürken, kanalın program sorumlusu genç ve hırslı Diana Christensen (Faye Dunaway) olaya müdahale olur; onun gözünde Beale hayalindeki televizyon dünyasını oluşturma yolunda atacağı ilk adımdır ve onu klasik -takım elbiseli- sıkıcı ana haber bülteni sunucusundan yeni televizyon mesihine, kitlelerin peşinden koşacağı bir yıldıza döndürecek formül avuçlarının içerisindedir. Yaşadığı özel sorunlar sebebiyle psikolojisi darmadağın olan ve akli dengesi yerinde olmayan Howard Beale, kovulacağını öğrendiği için depresyona giren sıradan bir adamken, aniden medya patronlarının elinde kuklaya dönüşür.
Chayefsky’nin birbiriyle paralel ilerleyen çok katmanlı bu eserinde, ana karakterimiz Howard Beale’i incelediğimizde karşımıza tam olarak ‘yalancı mesih’ hikâyesi ortaya çıkıyor. Amerika’nın ekonomik olarak üst üste yaşadığı buhranlar sonucunda uyuşuk bir kitle ortaya çıkmıştır ve bu uyuşuk kitleyi yönlendirebilecek kurtarıcı olarak medya patronları Howard Beale’i seçmiştir. Beale ilk başta eski karısından dem vuran, patronlarını seyirciye şikâyet eden, gitmeden son bir vole vurmak isteyen umutsuz bir vaka iken, halk bu ‘kaybeden’ karakterin hikâyesini tutar ve bu hikâyenin daha fazla deşilmesini ister. Bir gece Beale’i telefonla arayan ‘gizli’ karakter, ona seçilmiş kişi olduğunu söyler ve tepedeki küçük kartopunu aşağı doğru yuvarlar. Ertesi gün Beale dinden, medya afyonundan, ülkeler arası çıkar ilişkilerinden bahseden bir ‘imha silahına’ dönüşür ve o, yüzleşilmeyen gerçekleri dillendirdikçe kitlesi genişler; insanlar onu dinlemek için akın akın kanal stüdyolarına koşar. Karakterimizin kendi ağzından belirtildiği gibi aslında bütün bu ayinler birer şovdan ibarettir ve seyirciler ellerinde küçük kumanda aletleri sayesinde kontrolün kendilerinde olduklarını hissetseler de medya patronları ne isterse onu izlemektedirler. Kanalın birinci adamı, büyük patron rolünde Arthur Jensen (Ned Beatty) birbirine alttan üstten bağlanmış pek çok kuklayı tek bir cümlesiyle idare eden asıl güçtür ve seyircilerin beğenilerini bile yönlendirebilecek şeytani bir güce, yani paraya sahiptir.
Sirkteki en tehlikeli hayvanın bile aslında sahibinin avucunda sakladığı yemi almak için takla attığını bilen herkes Howard Beale’in kendisini çöküşe götüren ününe üzülür. Başta en yakın arkadaşı Max bu engellenemez çılgınlığın önüne geçmek istese de, daha sonra ne kadar karşı çıkarsa o kadar kanaldan uzaklaştığını hisseder ve en sonunda reyting avcılarının yörüngesinden kopar. Eski bir televizyon adamı olarak karakter sahibi, prensipleri olan birisidir Beale; ancak aynı zamanda işine âşık bir adamdır. Değişen medya sektörüne uyum sağlayamadığı için kanaldan uzaklaştırılır; ancak uzun süren evliliğine ve sadık eşine rağmen program sorumlusu Diane ile gizli bir ilişkiye başlar. Bu ilişki filmde Diane’nin tercihi ve isteği gibi gözükse de tersi bir şekilde Max’in ahlaki değerlerinden kopmamış geleneksel medya ile yeni dönem doyumsuz, kuralsız medya arasındaki sıkışmışlığı olarak da değerlendirmek mümkündür. Öyle ki Max’in eşi de kendisi gibi eski olan her şeyi simgelemekte, eski düzenden izler taşımaktadır. Diane ise televizyonun kötü yüzünün vücut bulmuş halidir; gördüğü, duyduğu, hissettiği ne varsa emip onu reytinge çevirebilecek bir yapısı vardır. En yakın arkadaşının yavaşça içine çekilip kaybolduğu sistemin çarklarından biri olan Diane’i keşfe çıkan Max, en sonunda yeni düzenin duygulardan arınmış, amaca ve paraya odaklı, vefasız, boş bir niteliğe sahip olduğunu görür; hatta eski medya düzenini, eski insanları ‘insan’, yeni medya düzeniyle kapitalist amaçların peşinden dolarları takip eden insanları ise ‘insanımsı’ diye tanımlar. Akli dengesi bozuk ana karakterimiz Beale, seyirci için takip edilmesi ve tarafı olabileceği bir konumda değildir ve medyanın gücüyle giderek iki boyutlu bir hal alır. Bu yüzden Max karakteri, televizyonun içten çürüyen organlarını daha net görüp eskiyle karşılaştırma yapmamız için başarılı bir tercihtir.
Filmin karşıt karakteri olarak gösterilse de hikâyenin geneline baktığımızda medyanın ağına düşmüş güçsüz bir karakterdir Diane Christensen; ancak fikirleri televizyon neslinden gelmiş genç bir kadın için tehlikelidir. Max’in gelecek adına umut taşımamasını en açık bir şekilde örnekleyen kadındır aynı zamanda, reyting için nereye kadar gidebileceğini film boyunca merakla izleriz. Yatakta Max’le birlikte olurken bile gelecek programlarının yapacağı hamleleri ve izlenme oranlarındaki artışları hayal eden Diane, reytingden haz alan, reyting sayesinde beslenen, yaşayan, televizyonun izleyen değil, izleten kölesidir. Howard Beale’i allayıp pulladıktan sonra medyumlarla, şovmenlerle programa çıkaran Diane’nin asıl hayali bir terör örgütünün programını yapmaktır. Banka soygunu yaptıkları sırada yaşananları kayıt altına alan örgütle iletişime geçen Diane, örgütün işledikleri suçları sürekli kayıda aldıkları ve bunun tartışıldığı bir program dizisi hayal etmektedir. Bu hayalini gerçekleştirmek üzere Beale’i kullanan Diane, yeteneğini gösterdikten sonra örgütü birer kukla yapmak üzere harekete geçer. Örgütün kapılarını parayla açan Diane, araya birkaç paravan koyarak illegal yaptığı bu işi biraz gölgeler ve programı yayına koyar. Bir sonraki adımda olacak olan ise neredeyse Beale ile örgüt arasında itaatkârlıkta hiçbir farkın olmayacağıdır. Çünkü Diane, aynı Beale gibi örgütü de medya ağına düşürür ve yavaşça sömürmeye başlar. Belki eski kuşak için anlamlı olabilecek doğru/yanlış ideolojiler tek bir bacadan girip bacanın diğer tarafında tek bir kelimeye evrilmektedir; Para! Öte yandan paranın değersizleştiği unsurların haricinde medyanın ne kadar tehlikeli bir hale gelebileceğini de gözler önüne sürer, Diane ile örgütün arasındaki ilişki. Hatta gelecekte ana haber bültenlerinin, örgütlerin eylemlerini canlı yayında yayınlayacakları bir dünyaya doğru gidebileceğimizin işaretlerini verir Paddy Chayefsky.
Filmin pek çok alıntılanacak cümlesi olmakla birlikte, Sidney Lumet’in anlatım gücünü hissettiğimiz iki büyük sahne var; ilki Howard Beale’in aniden arkadaşı Max’in evinden kaçıp yağmurda sırılsıklam olduktan sonra haber stüdyosuna gitmesi ve ilk kontrolsüz nutkunu attıktan sonra seyircilerden dışarı çıkıp kızgın olduklarını ve buna artık dayanamayacaklarını söylemelerini istediği sahnedir. Ardından evde televizyonda olan biteni izleyen Max, mahallesinde pencereye çıkıp bağıran insanları izler. Diane haber stüdyosunda telefon aracılığıyla ülkenin dört bir tarafından pencereye çıkıp bağıran insanların haberlerini alır. Kitlesel hareketlenmenin en görkemli ve aynı zamanda korkunç örneklerinden biridir bu sahne; çünkü Beale’in psikolojik sorunları olduğu düşünüldüğünde yaşanan kitlesel hareketlenme korkutucu sonuçlar doğurabilir. İkinci sahne ise büyük patron Arthur Jensen ile Howard Beale arasında geçer. Lumet’in simgelerle donattığı filminde medyanın arkasındaki gizli gücü gördüğümüz bu tek sahnede, Jensen boyundan büyük laflar söyleyerek kanalın Araplarla olan ticaretini zedeleyebileceğini düşünen Beale’e uzun bir tirad atar. Anlarız ki kapitalist dünyada medya şeytansa, paranın kontrolünü sağlayan şirketler topluluğu Tanrı’yı temsil etmektedir. Ve zavallı yalancı peygamberimiz Beale, sadece işe yarayana kadar seyircilere çobanlık edebilecektir. İşi bittiğinde (reytingler düştüğünde) paranın yaratıcıları, seyircinin günahını onun çekmesini sağlayacaklardır.
Özellikle Peter Finch ve Faye Dunaway film boyunca harika performans gösteriyorlar ve yeri gelmişken Finch’in ölümünden sonra Oscar ödülünü kazandığını söyleyelim. Açılışta dört takım elbiseli ciddi adam, dört farklı karede haberleri okurken gözükürler; hepsi standart ve sürprizden uzak, bilmemiz gereken haberleri okurlar. Ancak daha kötüsü, kapanışta karşımıza çıkan ekranlar, reklâmla süslenmiş ölüm haberleri. Evimizdeki masum kutuların arkasında yaşanan kirli dolapları açık bir şekilde gözlerimizin önüne seren bu Sidney Lumet filmi, kuşkusuz sergilediği tarafsız, yalın duruşuyla teknoloji daha ne kadar ileri gitse ve çeşitlense de orijinalliğini koruyacak bir yapıt olarak kalacaktır.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.