Bir kadın ve bir erkek…
Kulağa ne kadar hoş, tatlı ve romantik geliyor değil mi?
Şiir gibi…
“Bir kadın ve bir erkek” belki dünyanın en kısa hikayesi…
Belki de onlarca ciltlik bir aşk romanının başlangıç cümlesi. Romanın başlangıcı belli de sonu nereye varır bilinmez. Varın sonunu siz getirin. Bazılarımızın romanı Leyla ile Mecnun misali bir destanla noktalanabilir. Bazılarımızın hayal gücü o kadar geniştir ki, roman, 3. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle nihayete erebilir.
Siz bakmayın yüzyıllardır bir erkeğin bir kadına olan aşkına dair döndürülen tevatürlere, yazılan manzumelere, destanlara… Aldanmayın gönül yaylarını gevşeten içli parçalara, çekilmiş onca mendil çürüten filmlere. Bel bağlamayın aşk üzerine edilmiş bin bir türlü janjanlı, Sadri Baba’nın deyimiyle “ıspanaklı” laflara…
Evet, aşk iyidir, güzeldir, bulutlarda uçurur, aptal aptal gülümsetir, eşekten düşmüş karpuza döndürür, feleği şaşırtır, aklı karıştırır, kana kuvvet, göze fer, beyne ciladır (Ahmet Rasim, son üçünü işkembe çorbası için söylemiş ama ben biraz değiştirip konuya adapte ettim).
Ancak, madalyonun bir de öbür yüzü var.
Diğer yandan, bir kadın ve bir erkeğin birbirini sevmesi demek çatışma demektir; iktidar mücadelesi, soğuk savaş demektir. Kişinin sevdiceği ile ilkel benliği arasında bir tercih; “ben” olmaktan “biz” olmaya, bazen de sadece “siz” olmaya geçebilmenin, yeni bir yaşam düzeninin doğum sancılarıdır. Hele de iki gönül bir olur da samanlık seyran olursa, evlenmeye, aynı evi paylaşmaya karar verilirse siz o zaman görün gümbürtüyü… Evlilik kurumu üzerine en akıllıca söz kanımca ünlü düşünür Sokrates’e aittir: “Ne pahasına olursa olsun, evlenin. Karınız iyi çıkarsa mutlu olursunuz, fena çıkarsa da filozof olursunuz.”
Filmimizin sevimli avukatı, içimizden biri, hemen her Türk erkeğinin kendinden bir parça bir şeyler bulabileceği Orhan’da (Levent Kırca) büyük sözü dinler ve yıldırım aşkıyla tutulduğu sosyetik avukat Özden (Nevra Serezli) ile dünya evine girer. Bundan sonrası biz seyirciler için hem şamata ve gırgır; hem de buyurganlık ve ukalalıktan uzak bir eğiticilik içerir.
Avukat Orhan, orta sınıf Türk erkeğinin tipik bir temsilcisidir. Geleneksel çizgilere sahip bir çevre ve bu çevreye mensup bir ailenin oğlu olan Orhan; her ne kadar Hukuk Fakültesi mezunu da olsa, kadın haklarına dair parlak nutuklar da sallasa özünde bir Ortadoğu erkeğinin bütün davranış biçim ve beklentilerini taşımaktadır. Aile hayatında modernliğe karşıdır, kıskançtır, bilinçaltında karısı üzerinde kesin bir tahakküm kurma amacı yatmaktadır ve sözünden dışarı çıkılmamasını istemektedir. Eşi hanım hanımcık giyinmeli, kendisi dışında tüm erkeklerle ilişkileri mesafeli olmalı, mükemmel bir ev hanımı olarak leziz yemekler ve rakı sofraları hazırlamalı, evde her daim bakımlı ve seksi bir görünümle gönlünü hoş etmelidir. Ezcümle, Türk erkeğine göre evleneceği kadının tarifi şudur: “Sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı, yatakta orospu.”
Aslında hangi ırk veya kültüre mensup olursa olsun kadının erkeğe bakışı bütün dünyada aşağı yukarı aynıdır. Herhalde testosteron hormonundan olsa gerek, ya da kadının fiziksel olarak daha güçsüz olmasından… Bütün erkekler sözleri dinlenmediğinde sinirlenir, iktidarının zedelendiğini düşünerek hırçınlaşır, giderek işi şiddete kadar götürür. Bu aşamada filmle ilgili şu tespiti yapabiliriz: Ne Olacak Şimdi, global bir muamma olan kadın-erkek ilişkisinin yerel ölçekteki sorgulamasıdır.
Bizim gibi, kültürel ve sosyal değerleri Türk-Osmanlı-İslam sentezi ile vücut bulmuş toplumların; çocukluktan itibaren “paşa oğlum”, “aslan oğlum”, “benim oğlum büyüyünce kız kaçıracak”, “erkekler ağlamaz” teraneleri ile beyni yıkanmış, misafirlere pipisinin büyüklüğünü kanıtlamak zorunda bırakılmış erkekleri için durum daha da vahimdir.
Dişi cenahın temsilcisi Özden ise, Orhan’a taban tabana zıt bir katmanın mensubudur. Güçlü ve sağlam bir karaktere sahip olmasına rağmen içinde doğup büyüdüğü, geleneksellere göre çok yoz ve vıcık vıcık ilişkiler bütünü içeren yapının renklerini ister istemez taşımaktadır. Kayak hocaları ile büyümüştür, kayakçılara özel bir zaafı vardır. Ayrıca sosyete zibidisi Rıfat (Bülent Kayabaş) ile olan ilişkisi gazetelerin “cemiyet haberleri” sayfalarına bolca malzeme olmuştur. Özden tipik Türk kadınının temsilcisi değildir, dolayısı ile Orhan’ın hayalindeki kadın da değildir. İşte bütün çelişki de buradadır, filmin bildirisini bu nokta oluşturur.
Özden, Orhan’la olan savaşımında haklıdır. Çünkü içi boş bir sosyete kuklası değildir, Orhan gibi o da Hukuk Fakültesi mezunudur ve kültürlü bir kadındır. Orhan’ın adını bile duymadığı ve kıskançlıktan plağını parçaladığı Reggiani dinlemektedir. Ayrıca, alt kültüre de hor gözle bakmaz; balıkçı lokantasında dinlenilen Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur parçalarından rahatsız olmaz. Tahsilli olması, onu erkek düşmanı bir feminist haline getirmemiştir.
Sözü, bir iki gram mürekkep yalayıp da ilk iş olarak kadın haklarından dem vuran, filmde de söylendiği gibi “en temel kadınlık görevlerini unutan”, “benim de ekonomik özgürlüğüm var, erkeğe muhtaç olmam, o da bulaşık yıkayacak diye bik bik bik eden” kifayetsiz orta sınıf Türk kadınına getirmek istiyorum. Bu hanımlarımız da, aynı yukarıda betimlediğim Türk erkeği gibi çarpık zihniyetin kurbanı olmuş, çocukluğundan itibaren (hele de biraz güzelse yandık) “prenses kızım”, “benim kızım doktorlara, mühendislere layık”, “ben kızımı kimselere kıyamam” martavalları ile egosu şişirilmiş, “insan” olmaktan önce “kadın” olduğu kendisine empoze edilmiş kişiliklerdir.
Bu yazıyı okuyup da, erkek dünyasına ilişkin tespitlerimle pek bir keyiflendiklerini tahmin ettiğim, ancak kadınlarla ilgili olanları okuyunca “şu yazıyı yazanı bir bulsam da çemkiriversem” diye içinden geçiren feministlere önemle duyurulur: Yazdıklarım, kişisel fikirlerimden öte, naçizane durum tespitleridir.
Tekrar filme dönelim… Ne Olacak Şimdi; oldukça şeker, harika, dört dörtlük, kusursuz bir film. Başarının mimarı hiş kuşkusuz en başta senarist Sadık Şendil… Türk aile yapısına dair inanılmaz başarılı gözlemlerini senaryoya ustaca yedirmiş. Evlilik kurumuna dair söylemlerinden hareketle, aslında yüz yıllık sorunumuz olan muhafazakârlık ve batılılaşma ikilemini masaya yatırmış. Atıf Yılmaz’ın ustalığından söz etmeye bilmem gerek var mı? Levent Kırca’nın, Şener Şen’in, Nevra Serezli’nin, Perran Kutman’ın şirinliklerine ise söylenecek söz yok. Hele, Şener Şen’in mahkeme çıkışı karısını etkileyebilmek amacıyla bir “Çetin, yavrum” diyerek çocuğa sarılma sahnesi var ki anlatmaya kelimeler yetmez (Çocuğa sarılırken, acıklı bir yüz ifadesi ile etrafına bakar). Gidişata göre, ilgili planların donarak, “Ölmüş eşek kurttan korkmaz”, “Anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi” gibi atasözlerinin yazılması da filme ayrı bir sevimlilik katmıştır. Bir diğer sevimlilik unsuru, Sultan filminde de kullanılmış olan neşe ve coşku verici müziğidir.
Ne Hababam Sınıfı serisi, ne Süt Kardeşler, ne Şabanoğlu Şaban, ne Tosun Paşa… Türk Sinema Tarihi’nin içerik açısından en dolgun, en güzel ve başarılı iki komedi filminden birisi bence bu filmdir. Diğeri ise, Zeki Ökten’in Çöpçüler Kralı adlı güldürüsüdür.
Kadına, erkeğe, aşka, sevgiye, evliliğe ve filme dair bunca laf ettikten sonra bu yazının sonunu nasıl bağlayayım bende bilmiyorum. Filmde, Orhan seyirciye sormuştu, ben de yazıyı okuma zahmetine katlananlara soruyorum.
Ne Olacak Şimdi?
Konuk Yazar: Yalçın ENGİN
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.