- Netflix yapımı olan Narcos, içinde çok fazla karakter ve detay barındıran, tarihsel gerçeklere sadık karakter ve olaylar ile ufak kurgusal öğelerin özenli bir harmanından oluşuyor. Belgesel türünü andıran, gerçek haber görüntülerinin iliştirildiği, tarihsel arka planın ayrıntılı ve kronolojik bir şekilde birinci ağızdan verildiği anlatımda, Narcos, kurgu türünden zaman zaman ayrışan, kendine has, orijinal bir görünüm addediyor. Kolombiya’da geçen Amerikan yapımı bir dizide, senaryoya uygun bir şekilde yaklaşık %50 İngilizce, %50 İspanyolca olarak çift dilli bir anlatımın uygulanması sahiciliğin hakkı verilerek ön planda tutulduğunu gösteriyor.
Konuk Yazar: Engin Onuk
“Büyülü gerçekçilik, detaylandırılmış, gerçekçi bir zaman ve mekân tasvirine inanılması güç, gerçek dışı bir öğenin karışmasıyla oluşan bir tür olarak tanımlanır.”
Büyülü gerçekçilik; Kolombiyalı Gabriel Garcia Marquez ve Arjantinli Jorge Luis Borges gibi önemli yazarların öncülüğünde, özellikle Güney Amerika ülkelerinde bir edebiyat akımı olarak ortaya çıktıktan sonra resim ve sinema gibi çeşitli sanat dallarını da etkileyen bir sanat akımı haline geldi. Hala pek çok yazılı ve görsel eserin büyülü gerçekçilik ekolünden yola çıktığı değerlendirmeleri yapılmaya devam ediyor. Diğer yandan, büyülü gerçekçilik, edebi kökeninden soyutlanarak, Kolombiya’nın Medellin ve Cali gibi dehşet saçan uyuşturucu çetelerinden arındığı günümüzde, Kolombiya’yı kötü şöhretinden, karanlık geçmişinden arındırıp iyi tanıtmak, turizmi artırmak için kullanılan devletin de bizzat benimsediği, resmi bir söylemin parçası haline gelmiş durumda. Günümüzde büyülü gerçekçilik tanımı, Kolombiya tanıtım filmleri de dahil olmak üzere, Kolombiya’daki renkli ve farklı kültürleri, festivalleri ve gelenekleri genelleyerek tanıtmak için kullanılıyor.
Dizinin büyülü gerçekçiliğin sözlük tanımıyla ve neden Kolombiya’da ortaya çıktığının anlatımıyla başlaması, Kolombiya özelinde Latin Amerika’nın kendine has, istisnai atmosferi ve kültürünü vurgulamak için kullanılan bir referans olarak göze çarpıyor. Kültür ve yaşam şartları o kadar nevi şahsına münhasır ki; Latin Amerika sınırlarının dışına çıkmamakla birlikte dünya çapında şöhret kazanan, milyonları etkileyen ve edebiyat tarihine yön veren bir akıma, büyülü gerçekçiliğin doğmasına sebep oluyor.
Netflix yapımı olan Narcos, içinde çok fazla karakter ve detay barındıran, tarihsel gerçeklere sadık karakter ve olaylar ile ufak kurgusal öğelerin özenli bir harmanından oluşuyor. Belgesel türünü andıran, gerçek haber görüntülerinin iliştirildiği, tarihsel arka planın ayrıntılı ve kronolojik bir şekilde birinci ağızdan verildiği anlatımda, Narcos, kurgu türünden zaman zaman ayrışan, kendine has, orijinal bir görünüm addediyor. Kolombiya’da geçen Amerikan yapımı bir dizide, senaryoya uygun bir şekilde yaklaşık %50 İngilizce, %50 İspanyolca olarak çift dilli bir anlatımın uygulanması sahiciliğin hakkı verilerek ön planda tutulduğunu gösteriyor.
1970’lerden 1990’ların başına kadar uzanan uzun bir dönemi kapsayan dizi, Pablo Escobar’ın sigara ve televizyon kaçakçılığından kurduğu uyuşturucu imparatorluğuna, ardından düşüşe geçtiği evreyi anlatırken zaman zaman sunduğu detaylarda boğulan bir öyküye dönüşme tehlikesi geçirmesine rağmen seyir kalitesinden ödün vermemeye dikkat ediyor.
Dizinin politik yanı epey ağır basıyor. ABD’nin Latin Amerika’daki ülkelerde üstlendiği aktif rol çıplak gerçekliğiyle, eleştirel bir şekilde resmediliyor. Latin Amerika’daki Amerikan politikası Şili’de yönetime gelen anti-komünist, masum insanları katleden Augusto Pinochet cuntasının desteklenmesiyle başlıyor. O dönemin Amerikan dış politikasının soğuk savaş nedeniyle anti-komünizmden ibaret olduğu vurgulanırken uyuşturucuyla mücadele daha geri planda tutuluyor. Ne zaman ki komünist bir rejimle yönetilen Nikaragua’dan ABD’nin dört bir yanına kokain dağıtımının yapıldığı anlaşılıyor; o zaman anti-komünizm ile uyuşturucuyla mücadele birbirine eş sayılıyor. Ardı ardına seçilen Cumhuriyetçi başkanların da etkisiyle uyuşturucuyla ve Kolombiya özelinde Pablo Escobar’ın başını çektiği Medellin Karteliyle mücadele önem kazanıyor.
Dizide karakter dönüşümünün iki başkarakterin de kaderini yönlendiren bir faktör olduğu göz önüne alınırsa, Medellin Kartelinin lideri Pablo Escobar ve Escobar’ın peşinde olan Amerikalı DEA ajanı Steve Murphy’nin sıradanlıktan aşırılığa nasıl kaydıklarına birebir şahit oluyoruz. Narcos’un ilk birkaç bölümünde Pablo Escobar, Robin Hood’a benzeyen, fakirin, güçsüzün ve mağdurun yanında, sempatik ve kahramanı andıran bir figür iken sonraki bölümlerde ani bir transformasyonla güç sarhoşu, şeytani bir Pablo Escobar sureti hakim oluyor. Bu transformasyon Escobar’ın Kolombiya için gerçekleştirmek istediği siyasi amaçların önüne set çekilmesi sonrası oluyor ve Escobar yasal zeminde sahip olamadığı gücün daha fazlasına bir uyuşturucu çetesinin lideri olarak ulaşıyor. Masum bir genci kullanarak uçakta canlı bomba patlatıp onlarca suçsuz insanı öldürmekten kuzeni ve en güvenilir partneri Gustavo’nun öldürülmesinden sonra çetenin içinde olan, aynı zamanda manevi babalık yaptığı çocukların esas babaları, Moncada ve Galeano’yu Escobar’dan para sakladıkları gerekçesiyle paranoyayla vahşice infaz etmesine kadar giden süreçte, Pablo Escobar’ın ilk bölümlerdeki sempatik imajının tamamen silindiği anlaşılıyor. Bu sırada, aynı zamanda anlatıcı olan DEA ajanı Steve Murphy, Escobar’a benzer, kötüye doğru bir değişim gösteriyor. Kolombiya’da tecrübe ettiklerinden sonra acımasızlaşan Steve Murphy, basit bir trafik kavgasında bile otoritesini kötüye kullanarak silahıyla tehdit etme yoluna gidebiliyor.
Değişen karakter seyirleri, ister istemez değer yargılarının da son derece göreceli ve şartlara bağlı olduğu izlenimini oluşturuyor. Dizi boyunca iyilik ve kötülük kavramları söz konusu olduğunda sabit ve çizgisel bir gidişat olduğunu söylemek çok zor. Siyah ve beyaz ikileminden çok grilerde yüzen, muğlak bir ahlaki anlayışın hakim olduğu çıkarımı yapılabilir. Olaydan olaya değişen iyilik ve kötülük kavramının ayrımına varmak dizi boyunca kolay olmuyor.
Bazı kaynaklarda Breaking Bad’in muadili olarak tanıtımı yapılan Narcos ile Breaking Bad arasında senaryoların uyuşturucu çeteciliği üzerine kurulması dışında pek fazla benzer yön olduğu söylenemez. Anlatımları ve tarzları birbirinden tamamen farklı temellere oturtularak yazılmış iki farklı yapımdan bahsediyoruz. Bu iki diziyi karşılaştırmak ve birinin diğerinden daha üstün veya kaliteli olduğunu iddia etmek abesle iştigal etmekten farklı olmadığını söylemek gerek. Yapılabilecek maksimum kıyas, ancak seyir keyfini karşılaştırmakla sınırlı kalabilir.
Sezon finalinde Kolombiya hükümetiyle anlaşması sonrası kendi inşa ettirdiği ve yönettiği sözde hapishanesi, La Cathedral’den firar etmek durumunda kalan Pablo Escobar’ın düşüşünün, tarihsel gerçekler göz önünde bulundurulursa ve dizi sürpriz bir kurgusallığa yönelmezse, 2016’nın ikinci yarısında yayınlanması beklenen 2. sezonda da devam edeceği bekleniyor. İlk sezonda zaman zaman görünen ama fazla ön plana çıktığına tanık olmadığımız Medellin Kartelinden ayrılan Escobar’ın eski partnerlerinin kurduğu Cali Kartelinin daha çok görünür olacağı öngörülebilir. Beklentileri fazlasıyla karşılayan Narcos, 2015’in en çok övgü alan yeni dizilerinden biri olmayı başarmasına rağmen, popülerliği beklentilerin altında kaldı dersek yanlış olmaz. Bunun en önemli sebeplerinden biri kuşkusuz dizinin detaycılığı olarak öne çıkıyor. Bu derece bir detaycılığın seyir kalitesine olumsuz bir etkisi yok belki ama sürükleyiciliği biraz etkilediği söylenebilir.
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.