Pornografi ile sanat arasındaki bağ daima ilgi çekici olmuştur. Özü itibariyle pornografi, cinsel anlamda tahrik uyandırmak amacıyla insan vücudunu veya cinselliğinin mahremini yansıtma olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımı oldukça ahlakçı bir söylemin parçası olarak da görebiliriz. Bireyin kendi cinselliğini izleyiciye sunması ya da ifade etmesi bir tercihtir, bu durumda izleyen kişinin eylemi yaftalaması kendi tatminsizliğinin dışa vurumundan öteye gidemez. Eylemin ticari olması ise statüsünü değiştirmez. Oysaki ahlak normları tam tersini işaret eder. Röntgencinin sahte iktidarını koruyan toplum, cinselliğin her türlüsünü örtmek için ısrarla çabalar. Bu üstünü örtme çabalarının sözde alanlarını (aile vb.) korumak adına yapılması, gerçeklikten kaçılması ise ikiyüzlülüğün tezahürüdür.
Gerçekliği kuran şey şok deneyimidir. (1) Örneğin bir bowling topu ayağımıza düştüğünde bowling topu ile ayağımızın gerçek olup olmadığına inanmak kişiye kalmış bir durum değildir. Şok deneyiminde, karşısında bütünüyle savunmasız olduğumuz dünya gerçekliğine çağrılırız. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, böyle anlarda hem gerçekliği hem de gerçekliğin içinde kendimizin de gerçek olduğunu öğreniriz. Tüm ahlaki normların görmemizi istemediği nokta da tam burada başlar: Cinsellik de pornografi de sanat da gerçektir. Bu gerçeklikte önemli olan pornografinin bireylerin istismarına dönüşmemesidir. Şok deneyimini anımsarsak pornografinin etken kısmında bir sorun yoktur, bir realite söz konusudur; önemli olan edilgen tarafta olup bitendir. Sorun olan bireyin kendi hayatında pornografiyi ne yerine ikame ettiğinin cevabını verememesi, ona bağımlı olmasıdır. Bu söylem pornografiyi fütursuzca serbest bırakmayı savunmak değil, eğer tercih haline gelirse doğacak sorunlarda ya da ahlaki kavramlarda olayın muhatabının birey olduğu gerçeğidir.
Pornografinin sınırlarının nerede başladığı, yani sanatsal bir form olarak ne şekilde ele alındığı ya da “ele alınabilir mi?” konusu da ilginçtir. Durumu sinema açısından ele alırsak cinselliğin tüm jarnlara yayıldığı bir dönemde, belirli sınırlara hapsedilmesi mümkün değildir. Sinemada pornografinin tezahürü net bir cinsel ilişkiden fazlasıdır. Korku filmlerinde yarı çıplak bedenler, snuff ya da cinsel istismar filmleri gibi sömürüye açık bir alan bulunmaktadır. Bu noktada önemli olan izleyicinin cinselliğe bakış açısı ve tabulardır. Her sanat dalında olduğu gibi sinema da izleyicisinin algısıyla hareketlenen bir yapıdadır. Bu noktada algı seviyelerindeki değişim izlenilen görüntülerin farklı yorumlarına sebep olacak, yani sınırı bulanıklaştıracaktır. Bu gri alanlarda dolaşan Nagisa Oshima hem pornografiye getirdiği yorum, hem de tabu olarak ele alınan cinselliğin ekrana yansıtılmasında cesur işlere imza atmıştır. İzleyicinin sıradan cinsellik algısını yerle bir eden Ai no Korida (In the Realm of the Senses / Duygu İmparatorluğu, 1976) ve Ai no Borei (Empire of Passsion / Tutku İmparatorluğu, 1978) filmleri üzerinden Oshima’nın cinselliğe bakış açısı ve aktarımına yakından bakalım:
İzleyiciyi sarsan anlatılar:
Cinselliğin ve tabuların izleyici kafasındaki sınırlarının zorlandığı In the Realm of the Senses, genç bir fahişenin (Sada) çalıştığı genelev patroniçesinin kocası ile girdiği daha çok bedensel hazza dayalı ilişkiyi gözler önüne seriyor. Sada ve aşığı arasındaki seks sahnelerin çoğunda geyşaların, hizmetçilerin ve diğer fahişelerin izleyici olarak bulunması genel izleyicinin tabularına vurulan ilk darbedir. İzlediklerimiz arasında seks oyunları, mazoşist ilişki, oral seks ve dışa vurumcu bir cinsel estetik mevcuttur. Cüretkârlık ve doğallığın bir arada olduğu filmde Oshima izleyicisini anahtar deliğine (röntgenciliğe) yönlendirmez, açık açık izlemeye davet eder.
Oshima tüm cinsel etkileşimi Sada üzerinden gerçekleştirir. Aralarındaki simbiyotik ilişkinin temeli haz almak üzerine kuruludur. Sada’nın hazzı bir yaşam dinamiği haline getirmesi, sinemada kadının konumlandırılmasından oldukça farklıdır. Genel inanışın aksine seks yapmak için ikna edilmesi, baştan çıkarılmasına gerek yoktur. Başkasını izlemenin (pornografi) verdiği haz kadar izlenmenin verdiği hazzı da önemser. Bir arzu nesnesinden farklı olarak, hazzı yönlendiren kişidir. Oshima’nın bunu açıkça ifade etmesi, toplum dinamiği için izlediğimiz onca seks sahnesinden daha tedirgin edicidir. Cinsel arzularını eylem olarak ifade etmenin toplumu ahlaken yaralayacağı inancının ise tam tersidir. Oshima pornografik ögeleri kullanmaktan çekinmez ancak bunların izleyici üzerinde bıraktığı etki tahmin edildiği gibi şehvet değildir. İzleyicinin filme yabancılaşması, aslında eline geçtiğinde uygulayacağı eylemleri cesareti olmadığından yok saymasından ibarettir. Filmi izleyenlerin cinsel bir haz duymamalarının sebebi de tam olarak budur. Duygu İmparatorluğu izleyiciyi tedirgin eder. Bu, görünen ile algılananın farkını düşündüğümüzde genel pornografi tanımının sınırlarının ne kadar bulanık olduğunun bir kanıtıdır. Filmin barındırdığı tahrik çok katmanlıdır. Cinselliğin ve tabuların sınırlarını zorlamasından öte, çiftler arasındaki tutkunun bireyler üzerindeki tahribatına değinir. Oshima’ya göre haz, toplumsal baskılar yüzünden tabu haline gelmiştir. Ancak acı ile birleştiğinde ilgi çekici bir anlam ifade eder. Acının fiziksel olması da şart değildir. Modern toplumları düşündüğümüzde özgür cinselliğin sonuçlarının toplum dışına itilmek, yalnızlaştırmak olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda çekilen acı ve alınan haz paralel bir eğridedir. Filmin sonundaki aşırı dozda şiddet sahnesi ise hazın bir sonucu değildir, toplum baskısı ve yetersiz cinsel ifadenin bir sonucudur.
Nagisa Oshima, İtalyan Yeni Gerçekçiliği’ni başlatan Ossessione ile tematik bir bağı bulunan filmi Tutku İmparatorluğu’nda, genç aşığı ile birlikte olmak adına kocasını öldürüp bir kuyuya atan bir kadının (Seki) hikâyesini anlatır. Japon geleneksel Kaidan (2) temalarından da faydalanan yönetmen, ölen adamın hayaletini (vicdan) sık sık kadına geri gösterir. Oshima bu sefer erotizm ile korku ögelerini taşra merkezinde mercek altına alır. Yasak aşk özelinde işçi sınıfı ve onların cinsel hayatları gözler önüne serilir. Seki’nin ağır çalışma koşulları yüzünden kendine ilgisini kaybetmiş kocasında bulamadığı şehveti başka birinde araması Oshima’nın tüm filmlerinde var olan bir temaya işaret eder: Cinsel tatminsizliğin sonuçları. Bu tatminsizlik ahlaken ve siyasetten yanlışa sürüklenmesine sebep olur. Sevginin keskin ve epey açık bir şey olduğunu düşünme eğilimindeyizdir. Oysa sevgi para atınca çalışan bir mekanizmadan farklı dinamikler içerir. Cesaretten yoksun ilişkiler kurmanın, statükoyu korumak adına söylenen yalanlarla devam etmenin imkânsızlığının altı çizilir.
Sinemada rastlantı olamayacak kadar hakim olan eril bir bakış açısı görülmektedir. Oshima bu kalıbı kırmak için çabalar. Onun açısından özne olan eylemdir. Eylemin arkasında durmak erdem gerektirir, her ne kadar ahlaksızlık diye yaftalansa da Oshima’nın cinsel özgürlükten yana aldığı tavır önemlidir. Ayrıca yönetmen tüm filmografisinde Japon siyasi yaşamını, onun bireylere yansımalarını topa tutar. Furyo (Merry Christmas Mr. Lawrence / Mutlu Noeller Mr. Lawrence, 1983) filminde militarizmi ağır şekilde eleştirir. Gohatto (Taboo / Tabu, 1999) da isesamuray kültürünün maskülen yapısını parçalar.
21. yüzyılda iffet, itidal, ruhun kurtuluşu ve arınma sözlük anlamlardan farklı şeyler ifade etmektedir. Keza erotizm, şiddet ve pornografi kavramları da oldukça akışkandır. Şimdi bakıldığında Nagisa Oshima filmlerinin olgunluğu ve yapıbozumcu etkileri daha net görülmektedir. Son tahlilde Oshima sinemasında pornografi bir tahrik unsurundan daha çok bir farkındalık unsurudur, boğazınızda düğümlenir.
(1) George Santayana, Scepticism And Animal Faith
(2) Japon korku öykülerinin izi Edo ve Meiji dönemlerine kadar sürebilir ve Kaidan olarak adlandırılır. Orjinali Budist öykülere dayanan Kaidan, bu sebeple karma elementlerini taşır ve özellikle yapılan yanlışların bedelini ödeten intikamcı hikâyeler anlatır. Bu hayaletler, bazen sadece kötü davranan kişiyi bazen de bir topluluğu hedef alabilir.

İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.