Mustang (2015): İsim Değiştiren Masallar

Mustang (2015): İsim Değiştiren Masallar

Yazar Puanı2.5
  • Filmin teatral oyunculuklar ve yapay diyaloglarına rağmen Sofia Coppola’nın Virgin Suicides filminden aşina olduğumuz üzere festivallerin bayılacağı aşikar; ancak kendisine ne kadar hizmet ettiği ciddi tartışma konusu olan bol kepçeden sahnelerle film yavan hale geliyor.
Share Button

Konuk Yazar: Besna Ağın

Türkiye, dibi görünmeyen bir sorunlar kuyusu. Ve tehlikeli olan, bu kuyudan bir kova olsun su çekmek isteyen sinemacıları yüceleştirmek. Filmleri okurken Türkiye’nin en azından tek bir gerçeğine değinmiş yönetmen bulmaya çalışma çabası, filmi estetik ve dil açısından yorumlamakta büyük bir engel. Bu sarmalın içinde uzunca süredir debelenen bir kitle var; sarmaldan hızlıca çıkmak ve gelişen süreci doğru analiz etmek, Mustang gibi filmlere doğru bir yerden bakmaktan geçiyor.

Mustang, Türkiye kadınlarının küçük yaştan itibaren yaşadığı travmatik ve ucu bucağı olmayan acılarını temel alan bir film. Fakat temel aldığı noktayla ilgili fikirlerinin bir hayal aleminde geçiyor olması, doyumsuz Türkiye Sineması‘nda yeni bir masal yaratıyor.

Mustang, Karadeniz’de geçtiğini anlamamız için filmin verdiği tek ipucunun baş karakterlerden en küçük kız kardeş Lale’nin Trabzonspor’un maçına gitme çabası olan bir film. Ne etnik ne de kültürel, hiçbir motif ve imge seyirciyi olayların bir köyde geçtiğine inandıramıyor. Beş kızkardeş ise Fransa’da doğup büyümüş ve filmde gördüğümüz yaşlarından itibaren bu köyde yaşıyor gibiler.

Filmde sayısız trajik ve büyük olay öyle değillermişçesine hızlı işlenmiş. Bir bakımıyla Türkiye’nin gerçekliğinde de böyle olduğu, bir tecavüz haberinin 1 hafta belki dayanabildiğini söylemek mümkün; yönetmen Deniz Gamze Ergüven‘in tercihi bu şekilde anlatı yaratmak da olabilir. Fakat film dilini sağlam kurmak, olayları derinlemesine anlatmak ve izleyiciyi kökten sarsmaya dayanır. İntihar eden, tecavüze uğrayan, köy meydanında gizlice ve aynı zamanda uluorta arabada sevişen genç kızların yaşadıkları travmatik olaylar adeta bir tüketim ürünü gibi arka arkaya dizildiğinde, olay örgüsünün derinliği ve büyüklüğü yok oluyor. Oysaki sadece beş kızkardeşten birinin yaşadıkları bile başlı başına bir film senaryosu. Böylesi bir senaryonun daha sağlıklı olma sebebi de hem sosyolojik hem de psikolojik açıdan kapsamlı ve gerçeğe en yakın olacak olması.

Filmin teatral oyunculuklar ve yapay diyaloglarına rağmen Sofia Coppola’nın Virgin Suicides filminden aşina olduğumuz üzere festivallerin bayılacağı aşikar; ancak kendisine ne kadar hizmet ettiği ciddi tartışma konusu olan bol kepçeden sahnelerle film yavan hale geliyor.

Olay örgüsü nihayete erdiğinde, İstanbul’un özgürlükler diyarı olarak görülmesi bir nebze anlaşılabilir olsa da, bu klişenin yıllar içerisinde ciddi bir biçim değişimi geçirdiği de bir gerçek. Lale’nin öğretmeninin Beyoğlu’nda (filmdeki temsiline göre) erkek arkadaşıyla oturduğu eve gelmesi ve kapıyı erkek arkadaşının açması devasa bir özgürlük hali. Oysa Türkiye coğrafyasında özgürlük, Beyoğlu’nda partnerinle yaşayabildiğin kadar az ve sınırlı. Özgür olunan tek alan, dışarıdaki etkenlerden uzak evin içi denebilirse, caddelere ve sokaklara adım atıldığı an özgürlük yok oluyor. Çünkü baskının kökeni Karadeniz’in bir köyünde olmak değil; kuşatma her yerde, özgürlük sınırları her alanda keskin.

Birebir aynı hikâye, İstanbul’un dar gelirli ailelerin yaşadığı bir semtte çekilebilirdi ve aynı kurtuluş İstanbul’un bir başka semtine “çıkmak” sayılabilirdi. Çünkü İstanbul bir özgürlükler diyarı değil, içinde kısmen özgür İstanbul’un da olduğu “küçük” bir Türkiye. Mustang de özgür ruhlu beş kızkardeşin hikâyesi değil, bu hikâyeyi anlatma amacıyla yola çıkan ve amaçtan geriye ne kaldığı anlaşılmayan yüceltilmiş bir drama.

, , , , , , , , , ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir