- Günümüz insanı, gerçeklerden çok, kendine sunulana hayranlık duyuyor ve imgenin peşinden sürükleniyor. Medya bu arzuyu kışkırtırken, bireyse sadece onlar gibi olmalıyım düşüncesiyle yaşıyor. Ve bu böylece sürüp gidiyor. Kapitalist popüler kültür, devamlı ortama katı ürünler, ikonlar sürmeye devam ediyor ancak kimi zaman sadece efsaneleşen ve tabu haline gelenler kalıcı olabiliyor. Müslüm Gürses tek başına başarının bir örneğidir.
Senaryo aşaması, çekimleri, kurgusu, ön bilet satışları derken nihayet Müslüm Gürses’in gerçek yaşam hikayesinin anlatıldığı Müslüm filmi seyirci ile buluştu. Her yerde yapılan bangır bangır reklam tutmuş olacak ki film ilk haftadan rekora doğru koşar adım gidiyor.
Film, Gürses’in farklı dönemlerini ele alarak onun hayatındaki kilit noktaları, nereden nereye serüvenini, yaşadığı badireleri anlatarak milyonlarca insan tarafından sevilen birinin içindeki, derinliklerindeki acılara değinmekte. “Müslüm Gürses’in gerçek hayat hikayesidir” yazısıyla film başlamakta. Ancak ne kadar gerçek olursa olsun kurmaca bir film izlenildiği de unutulmamalı. Zira sürekli izleyiciye Müslüm Gürses’in iyi taraflarının empoze edildiğini de atlamamak lazım. Ne kadar şiddete meyli vardı ya da daha pek çok şeye filmde cevap bulamıyoruz sadece üstü kapalı deyimlere rastlıyoruz.
Filmde Müslüm Gürses’in hayatına genel olarak bakacak olursak hayatının kilit noktasında babasının olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü doğumundan ölümüne kadar şekillenen her anında babasının yaşattığı travmaların izlerini taşımıştır ve bu yaşananların hiçbiri de kolay değildir. Neden baba olmak istemediği ve nasıl arabeskin babası olduğu aslında babasının yaşattıklarında gizli. Yine de filmde gördüğümüz Müslüm Gürses kendine son derece güvenen, özgüveni yüksek biri.
Senaryoda Hakan Günday ismini görmek özenle çıkarılmış bir senaryo düşüncesine meylettirmekte. Zira son dönemde Günday’ın Onur Saylak ile çalıştıkları Daha (kendi romanından) filmi ve Şahsiyet dizisinde senaryo açısından başarısını gösterdi. Dolu dolu ve her anından ayrı bir hikaye çıkarılacak bir yaşamı iki saate sığdırmak zor. Film özellikle gençlik yıllarına ve Muhterem Nur aşkına eğilmiş. Çünkü Müslüm’ü Müslüm yapan gençlik yıllarında yaşadığı olaylar. Babasından kaçarken tesadüfen saklandığı halkevinde müzikle tanışıyor. Müziğin hayatından bir parça olduğuna orada karar veriyor ve elbette annesinin ölümü, kardeşimin ölümü derken hayatını anlamak için iz bırakan detaylar üzerinde durmak tercih edilmiş. Bir taraftan meşhur “jiletçi” tayfasını ve iç yapısını görmek, 2000’lerle beraber yaşadığı değişime ve nedenlerine odaklanmak da istenmekte. Ama film yaşadığı travmalar ve Muhterem Nur aşkına odaklanmayı tercih ederek çoğu “neden” sorusunu yanıtsız bırakmış. Hikayedeki kopukluk Müslüm Akbaş’ın Müslüm Gürses olmasıyla başlıyor. Hayatındaki önemli olaylar mesela hayran kitlesi ne oldu da bu kadar fanatizme gitti, ne oldu da hem kendilerine hem de “baba” dedikleri (ki canlarından çok severlerdi) adama zarar verecek noktaya geldiler (Gülhane Parkı konserinde hayranı tarafından bıçaklanması). Mesela yıllarca TRT tarafından yasaklı, çoğu elitist tarafından, halkın belli kesimi tarafından dışlanmış ve hor görülmüş bir adam nasıl oluyor da bu kadar ikon haline geliyor ve ölümünden önce kendini hor görenlerce bile kabul görüyor. İşte bunların hiç birinin cevabı yok. Bu kısımlar hikayeyi bilen izleyicilerin anlayabileceği noktalar. Filmi Müslüm Gürses’i hiç tanımayan birine izlettiğimizde karşılaşacağımız sorular gibi…
Arabesk Kültürü:
Müslüm Gürses’in temsilcilerinden biri olduğu Arabesk Kültürü ise Arabesk’in belli başlı temel ilkeleri dışında net olarak işlenmemiştir. 80’li yıllardan sonra popülist siyaset, popülist kültür, popülist yapı Turgut Özal’la birlikte gelen o süreç kentliyle kırsallının birbirine karıştığı bir süreci başlattı. Giderek tüketime dayalı bir kültür yaratıldı. Buradaki satış merkezli sürecin içine kültür ve müzik de dahil oldu. Bunlar giderek siyasetin, kültürün popülizme doğru kaymasını getirdi. Gecekondu ya da varoşlar, köyden kente göç eden ve çeşitli sektörlerde istihdam edilen insanların yaşadığı yoksul mahalleleri oluştu. Kırdan büyük kentlere göç edenler, büyük kentlerdeki formel sektörler tarafından yeterince istihdam edilemeyince, marjinal sayılabilecek çeşitli işlerde çalışmakta ve bunun neticesinde sınıf bilincine yönelik bir gelişim içine girememektedirler. Müslüm Gürses’in de hikayesinde kırsaldan kente göç var. Urfa’da tutunamayan aile bir umut Adana’ya göç ederek bu formal düzene ayak uydurmaya çalışır ve Arabesk Kültürü’nün halkalarından biri olurlar. İnsanların yaşam biçimleri ve dünya görüşleri ise arabesk olgusunu ortaya çıkarmıştır. Çünkü göç ettiklerin yerin kültürünü yaşamak yerine kendi kültürlerini göçtükleri yere taşırlar. Kültür olarak arabesk, Türkiye’de modernleşme çabalarına direnen, geleneksel ile modern arasında kalmış, modernleşmenin ekonomik ve kültürel getirilerinden faydalanamamış alt sınıfların popüler kültürüdür. Arabesk 1960’larda Türkiye’nin ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel açıdan dinamizm kazandığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Potansiyel olarak siyasal bir boyutu içerisinde taşımasına rağmen daha çok idealist ve romantik bir bakışla göç, yoksulluk, ezilmişlik, gibi konular müzikleştirilmiştir. Gürses, Türkiye’deki sosyo-kültürel dönüşümün yansıdığı önemli bir kişilik. Gürses eşittir Türkiye demek doğru olmasa da, son 30 yılda Türkiye’de yaşanan sosyo-kültürel değişimi Müslüm Gürses’te izlemek mümkün.
“Biz ne olmuşuz da haberimiz yokmuş”
Kapitalist sistem bireye bir sanal gerçeklik ortamı sunarak, onu eğlendirerek bireyin başını başka noktaya çekip sistemin sorunlarından uzaklaştırmaya çalışsa da bireyin yeni arayışlar içine girmesinden alı koyamaz. Çünkü insanlar hiç durmadan yeni sıkıntılar, yeni acılar, öfkeler, yeni beklentiler, istekler vb. edinirler. İşte aslında tam bu noktada Müslüm Gürses’in meşhur “jiletçi” tayfası ortaya çıkıyor. Yaşadığı hayatta tutunacak dal ve derdini hem unutturacak hem de o derdin içine saplayacak noktası oluyor. Herbert Marcuse’a göre, günümüz teknolojilerinin denetlenmesi yeni tür toplumların ortaya çıkmasının nedenidir. Ortaya çıkan yeni türü oluşturan toplum, popüler kültürün üretimleriyle onlara rahat ve keyifli bir yaşam sunarak rahatlatırken, diğer taraftan da yoksulluğa, fakirliğe boyun bükmesine sebep olan ve insanların toplumsal sisteme karsı çıkma özgürlüklerinin ellerinden alınmasına yol açan etmenlere maruz kalmıştır. Müslüm Gürses de aslında bu kadar tutulmasında ve fanatizme dönüşmesinde insanların onda kendilerinden bir parça bulma bulmalarından kaynaklanmaktadır. Zira popüler kültür tam bu noktada devreye girer ve seri üretim tarzıyla, basit herkesin kolayca erişebileceği; tüketilmeyi talep eden ikonları, pop idolleri, yiyecek, içecek, giyim malzemeleri, dergiler, spor, televizyon dizileri, çeşitli teknolojik ürünler vb. üreterek, bireyin, ruhsal boşluğunu doldurup, kitle kültürünün yarattığı yanılsamaların daha da güçlenmesini sağlar. Bu yanılsama sayesinde bireyler hem aynılaşan ve kopyalaşan yaşam karşısında bir ait olma duygusu ve statü kazanırlar hem de sorunlarından birazda olsun uzaklaşıp yaşamları için enerji toplarlar. Öfkelerini, acılarını, açmazlarını, beklentilerini, farklılıklarını vb. popüler kültür, kültür endüstrisinin bu ikonlarında, pop idollerinde bulurlar, kendilerini onunla denklemeye çalışır, yaşar ve onu örnek alırlar. Birey konserinde onunla etrafı kırıp döküyordu, ezilmişliğini dışa vuruyordu ya da o ne giyiyorsa giyiyordu, o ne içiyorsa içiyor, adeta o oluyor ve farklı olmaya, toplumdan sıyrılmaya çalışıyor o olmaya çalışıyor ama kopyalanıyordu.
Günümüz insanı, gerçeklerden çok, kendine sunulana hayranlık duyuyor ve imgenin peşinden sürükleniyor. Medya bu arzuyu kışkırtırken, bireyse sadece onlar gibi olmalıyım düşüncesiyle yaşıyor. Ve bu böylece sürüp gidiyor. Kapitalist popüler kültür, devamlı ortama katı ürünler, ikonlar sürmeye devam ediyor ancak kimi zaman sadece efsaneleşen ve tabu haline gelenler kalıcı olabiliyor.
Müslüm Gürses tek başına başarının bir örneğidir. Yaşadığı acılardan hasarlı da olsa tutunduğu sanatla çıkabilmiş, insanlara kendini olduğu gibi sevdirebilmiş, sevmeyenlerini bile bir süre sonra bu kartopuna dahil edebilmiş bir isimdir. Film olarak Müslüm ise onu sadece tanıyanlara verilmiş bir hizmettir. Netice olarak Müslüm susarsa şarkı da susar.
Lise eğitimine başladığından beri Gazetecilik ve Radyo-Televizyon ve Sinema okumaktadır. Doktora eğitimini de bu alanda yapmaya devam etmeyi planlıyor. Çalışma hayatına gazetecilikle başlayıp sinemayı da beraberinde devam ettirmiştir. 8 yıl Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde ve sinema filmlerinde reji asistanı olarak çalıştı. Çektiği kısa metraj filmler pek çok festivalin yarışma bölümünde yer alıp gösterimleri gerçekleştirildi. Bu festivallerden ödülleri de bulunmaktadır. Kendi blogunda yazdığı yazıların ardından kurulduğundan beri Cineritüel’de sinema üzerine yazmaya devam etmektedir. Uzmanlık alanı Türkiye Sineması olup, absürtlük ve komedi favori dallarıdır.