“Belgesellerde temel malzeme Tanrı tarafından yaratılmıştır. Kurgu filmlerde yönetmen Tanrı’dır, hayatı onun yaratması gerekir.”
Alfred Hitchcock
Yorum yapmaya pek lüzum bırakmayan bir söz. Hitchcock’un ortaya koyduğu şeyleri izlerken kafamda oluşan portre tam olarak da budur. Çünkü filmlerinde anlatıyı, teknik ile (kamera hareketleri, ışık vs.) kusursuz bir biçimde birleştiren bir mühendis olduğu kanısındayım. Hitchcock’un sinema dünyası ile bütünleşik bir yapı arz etmesinin nedeni de bu gibi geliyor bana. Bir işin her alanında çok farklı ve çeşitli yapıtlar ortaya koymaktansa tek bir alanın en iyilerini yapmak. İşte bunu başarmış ve adını sinema tarihine ‘gerilim türü filmlerin dehası’ olarak yazdırmış bir yönetmen Hitchcock.
Muhabbet kuşları, kanaryalar, bir kuş dükkânında rastgele! karşılaşmış bir kadın ve bir erkek. Ardından gelen cilveli diyaloglar… Tüm bunları hayal ettiğinizde bu filmde romantik bir aşk hikâyesi izleyeceğiniz düşüncesi oluştu değil mi? Eğer cevabınız evetse dinleyin… Alfred Hitchcock’un bir tür yönetmeni olduğunu ve yönetmenin sinemayı ifade etmedeki başarısını bilen izleyici, The Birds filminde hikâyenin bununla kalmayacağını çok iyi bilir. Duyumlarım ve nacizane bilgim doğrultusunda ben de filmi daha başlamadan elim yüreğimde izlemeye başladım. Kuş kafeslerinin arasında cesetler aradı gözlerim. “Korku filmlerinde önemli olan o tedirgin bekleyiştir” diyen bir insandan ne kadar masum şeyler bekleyebilirsiniz ki.
Hitchcock’un The Birds’ü, yazar Daphne Du Maurier’in sahilde yürürken, bir martının kendisine saldırması ve ardından üşüşen martı sürüsünden ancak elindeki sandviçi atarak kurtulduğu olaydan etkilenmesi sonucu kaleme alınmış, Maurier’in aynı adı taşıyan muhteşem öyküsünden etkilendiği bir film. Zengin, şımarık ve güzel genç bir kadın olan Melanie Daniels (Tippi Hedren), San Francisco’daki bir petshopta yakışıklı ve sıra dışı biri olan avukat Mitch Brenner (Rod Taylor) ile tanışır. Melanie, Mitch’in bu dükkânda ona oynadığı küçük oyuna kızsa da ondan hoşlanır. O gün Mitch’in, kızkardeşinin doğum günü için aradığı fakat bulamadığı kuşları satın alır ve bunları hediye olarak Mitch’in Bodega Bay’deki evine götürmeye karar verir. Kasabada sadece haftasonu kalmayı planlayan Melanie için olaylar hiç de planlamadığı bir şekilde gelişir. Mitch’in kız kardeşinin doğum günü partisinde kuşların sebepsiz bir şekilde insanlara saldırmaya başlamasıyla Melanie’nin kasabadaki gizemli hayatı başlar.
Kuşların Bodega Bay’daki insanlara saldırmasının nedeni ise tam bir muamma. Fakat ayrıntılar dikkate alınacak olursa saldırıların sıklaştığı bir zamanda film karakterlerinden gizemli kadın Bundy’nin kurduğu şu cümle akıllara takılıyor. “Kuşlar saldırgan yaratıklar değillerdir. Bu gezegeni ısrarla yaşanmaz hale getiren insanlardır.” Şimdi olaya tersten bakalım. Uzun zamandır bu kentte barınan kuşlar hiç kimseye saldırmamış, bir anda nedensiz yere saldırılar artıyor ve kent yaşanmaz hale geliyor. İşte bu konuşmalar ve filmin gidişatı, kuşların yeryüzünü yaşanmaz hale getirdikleri için insanlardan intikam aldığı düşüncesine itiyor.
Tüm filmin pişirilip önümüze konulduğu bize sadece oturup izlemesi kalan bir sinema yapıtından çok daha fazlası The Birds. En son Ümit Ünal’ın Gölgesizler filminde bu kadar çok “neden ve nasıl’lar” uçuşmuştu kafamda. Şimdi de Hitchcock bu duyguyu The Birds ile başardı. Başardı diyorum çünkü bana göre bir sinema filmi gücünü, yarattığı gizem ve oluşturduğu zihin alıştırmalarından alır. Hikayedeki her şeyin apaçık sergilendiği, bazı olayların yoruma açık bırakılmadığı tüm filmlerde sanki beş öğün aynı yemeği yiyormuş hissine kapılıyorum. The Birds’i farklı kılan bir diğer unsur korku ya da gerilim filmi yapmak isteyen yönetmenlerin başvurduğu ve günlük hayatta da karşılaşmanın bile ürperti uyandırdığı örümcekler, yılanlar, akrepler ya da yırtıcı özellikteki hayvanlardan farklı bir türü seçmesi. Kuşları. İlk bakışta istisnasız hepimize sevimli ve sempatik gelen bu hayvanlar bu filmde tam bir katile dönüşüyor. Evet, sanki ölümüne kana susamış vahşi birer hayvan gibi çıkıyor karşımıza kuşlar.
Son dönemde yapılan ve çoğunluğu komik derecesinde olan korku ve gerilim türü filmlere taş çıkartan işler ortaya koyan Hitchcock, The Birds yapımı sayesinde, kamerayı dolduran kan, cinayet görüntüleri ve beklenmedik anlarda ekranda beliren uzun tırnaklı, tek gözlü canavarlar olmadan da çok iyi gerilim filmlerine imza atılabileceğinin dersini vermiş.
Konuk Yazar: Zehra KURT
Cineritüel’e yazıları ile katkıda bulunan konuk yazarlarımızın ortak hesabıdır.