Marvel filmleri neden bu kadar çok izleniyor? Marvel filmlerinin yarattığı mistifikasyonun kültürel olarak neye tekabül ettiğini tartışmaya çalışarak belki bazı cevaplar bulunabilir. En baştan şunu söylemeliyim ki, Marvel’in çizgi romandan blockbuster filmlere uzanan serüveninde, yeni hiçbir şey yok. Endüstriyel ana akım sinemanın yaklaşık yetmiş yıldır kullandığı anlatı kalıpları, çatışma yapıları kullanılarak yapılan Marvel filmleri bir çeşit modern Homeros olmuş durumda. Başarısının altında yatan neden, Homeros’un izinden gitmeyle alakalıdır. O halde önce Marvel filmlerinin hangi açılardan Homeros’la örtüştüğüne değinelim ardından bu filmleri büyük bir şevkle tüketen modern bireyin hangi eksikliğinin giderildiğini tartışmaya çalışalım.
İlyada ve Odysseia
Antik Yunan’da neden felsefe çok gelişkindi? Bu basit sorunun şöyle bir basit cevabı olabilir: Çünkü Antik Yunan’da bireyi baskı altında tutan kurumsallaşmış bir dini yapılanma yoktu. Bu nedenle “özgür yurttaş” düşünsel faaliyetlerini dilediği gibi yerine getirebiliyordu. Peki o zaman Sokretes neden idam edildi? Bu sorunun cevabı Antik Yunan’la ilgili savımızı çürütecek cinsten. Yunan geleneklerine ve Yunan tanrılarına küfrettiği iddiasıyla idam edildi. İşte Homeros’a bu noktadan sonra girebiliriz. Sokrates iddianamesinde bahsedilen Yunan tanrılarının önemli bir kısmı Homeros’un İlyada ve Odysseia efsanelerinde bahsi geçen tanrılardır. Yine bu eserlerde yığınla tanrısal özelliklere haiz insanlar da bulunur. Hollywood’un da Marvel’ın da ekmeğini yiyip yiyip bitiremediği fetiş kahramanlık hikayelerinin ve bin bir kılığa giren tanrısal karakterlerinin menbaı da Homeros’tur. Sokrates’ten yola çıkarak, Antik Yunan’da Homeros için peygamberimsi bir algı vardır diye yorum yaparsak sanırım aşırıya kaçmış olmayız.
İlyada, Troya savaşını konu alır. Elli bir gün süren savaşın genellikle Akhalar tarafında geçen olaylarına şahit oluruz destan boyunca. En önemli karakter olarak Akhilleus’un savaştaki başarılarının yanında, tanrısal özellikler yüklenen Hektor, Nestor ve Odysseus gibi karakterlere de sıklıkla yer verilir. Devam destanı diyebileceğimiz Odysseia, İlyada’da yiğitliği dillere destan olarak tanıtılan ve Akhalar tarafında savaşa katılan Odysseus’un savaş sonrası evine dönme maceraları anlatır. Bu maceralar sinema açısından da çok elverişli hikayeler sunar. Yani tutmuş eserlerin devamını yazma geleneğinin de ilk mimarlarından biridir Homeros. Homeros’da tanrılar gündelik hayatın içinde fiziksel olarak mevcuttur. Tanrı ve insan arasında sürekli temas mevcuttur ve Akhilleus’da olduğu gibi annesi yarı tanrı olarak Olimpos’da, yani tanrılar katında yaşayan karakterler de mevcuttur.
İlyada ve Odysseia arasındaki en önemli fark İlyada’da savaşa dahil olan tanrılar genellikle Olimpos’dan müdahale etme girişiminde bulunurken, Odysseia’da yeryüzüne kılık değiştirerek inip aracı kullanmadan müdahil olur. Bu farka İlyada’nın bir savaş destanı, Odysseia’nın bir yolculuk destanı olduğunu da ekleyebiliriz. Sinemadan önce bu anlatı yapılarının, modern romanların ilk versiyonlarında da bulunduğunu görebiliriz. Don Kişot’un uzun yolculuğu ve Baron’un konağında yaşadığı akıl almaz serüvenler; Faust’un Mefistofeles’le yaptığı yolculuklar akla hemen Odysseia’yı getirir. Zaten okunduğunda görüleceği gibi Cervantes, sanatsal yapıtın taklit yoluyla üretilebileceğini bunun da Antik Yunan’da çok iyi yapıldığını, özellikle Aristo mimesisini kullandığını söyler. Demirci tanrı Hephaistos, okçu tanrı Apollon, denizlerin hakimi Poseidon, Ares, Hermes, Hera ve tanrılar tanrısı Kronos oğlu Zeus. Bir tanrı geçidini andıran destanların kurduğu bu mitoloji, toplumun inanç yapısını da belirleyen bir konuma sahiptir. Peki Marvel bunun neresinde?
Homeros ve Marvel
Homeros’da olduğu gibi Marvel’da da bir özelliğiyle öne çıkan karakterler mevcut. Bu karakterlerin çoğu kılık değiştirerek kahramanlık faaliyetlerinde bulunur. Üstelik Marvel’la ilgili yazılan çoğu yazıda vurgulandığı gibi Thor, Odin, Sif, Heimdal gibi karakterler neredeyse biri bir İskandinav mitolojisinden alınmıştır. Çekiç kullanan Thor, ölümün aşık olduğu ölümsüz Deadpool, hızlı koşan Captan America, tüm demirleri, metalleri kontrol edebilen Magneto ve daha niceleri doğaüstü özelliklerle seyirci karşısına çıkar. Sanki Troya savaşında çarpışan tanrısal kahramanlar gibi Marvel karakterleri de tanrısal özelliklerle donatılmıştır. Hatta bu açıdan Homeros daha insaflıdır. Çünkü bazı tanrılar amaçlarına ulaşamaz ya da yenilen tarafta yer alır. Apollon gibi güçlü bir tanrı, Savaş boyunca Troyalılara yardım eder ve Akhaların yenilmesi için uğraşır ama savaşı Akhalar kazanır. Zeus, Troyalı Hektor’u çok sever ama Akhilleus’un atın arkasında cansız bedenini sürüklemesine engel olamaz. Marvel kahramanlarında ise bu tarz acziyetlere yer yoktur. Sonunda esas oğlan lehine dönmeyecek bir acizliğe izin verilmez. Demirci olduğu için kılıç ve zırh yapımında çok iyi olan tanrı Hephaistos İlyada’da topal olarak betimlenir örneğin. Düşünün ki silah yapımında usta olan Iron Man topallasın ya da sevdiği kıza kavuşamasın. Böyle bir duruma şahit olmak için Marvel filmleriyle dalga geçilecek bir film serisinin yapılmasını beklemek gerek. (Gerçi Marvel Stüdyoları muhtemelen karakterleriyle birer birer dalga geçtiği yeni bir film serisi planlamıştır.)
Homeros ve Marvel’ın benzerlikleri belirledikten sonra, bu mayanın nasıl bu kadar iyi tuttuğuna geçebiliriz. İnsanların hangi ihtiyacını karşıladığı için bu filmler bu kadar çok tüketiliyor tüm dünyada? Sorunun cevabı için Nietzsche’nin modern insanı tarif eden, en beğendiğim ve en çok bilinen önermesine değinmek gerek. “Tanrı öldü, artık birey tanrının yerine kendisini koydu.” Bu tespit yirmi birinci yüzyıl insanı için bir üst boyuta çıkmış gibi görünüyor. Yani tanrı yerine kendisini koyan bireye artık kendisi de yetmez oldu. Tüm o hümanizma iddiası ve dünya vatandaşlığı hayalleri tuz buz oldu. Birey, tüm kamusallığını evindeki bilgisayar masasına ve televizyonuna borçlu hale geldi.
Richard Sennett’in o güzel kitabının da adı olan ifadeyle “Kamusal İnsanın Çöküşü” gerçekleşti. Böylece tanrı yerine koyulacak bir şey de kalmadı. Birey, vatandaş gibi normatif söylemler, savaşlardan başka bir uygarlık kuramadığı için zaten tanrı inancı sarsılan modern bireyin kendine olan inancı da bitti. Birey artık yeni hakikatler uydurma, hadi daha şık bir ifade kullanarak belirtelim, yeni hakikatler icat etme yoluna gitmeye başladı. Hakikat arayışının on dokuzuncu yüzyıldaki zahmetine artık kimse katlanamayacağı için hazır bulunan hakikatler en elverişli biçimde kullanılmaya başlandı. Hollywood stüdyolarının da Marvel evreninin de çok iyi bildiği bu hakikat ihtiyacı, mistik kahramanların izinde gelişen bir çocukluk ve gençlik yarattı. Bugün otuz yaş altı dünya insanlarının çoğu Marvel’ın oluşturduğu kültürel iklimden haberdar. Bu iklimle büyümüş. Tüketime koşullanarak çarpıtılan gerçeklik, seyir deneyiminin bu denli etkin olduğu bir çağda tamamen yitmiş ve mitoloji burada devreye girmiştir. Kırılgan modern bireyin, zahmetsizce, sadece bir ekran aracılığıyla elde ettiği bu imajlar, bu mistifikasyonlar eksikliğini hissettiği hakikat ihtiyacını doyuruyor. Bu doyum, artık neredeyse dürtüselleşmiş bir haz aracı haline gelen seyretme eylemiyle sağlanıyor. Sanırım Marvel bu doyumu vaat ettiği için bu kadar çok tüketiliyor.
Not: Bu yazı ilk kez Rabarba Şenlik dergisinin 19. sayısında yayınlanmıştır.
Matematik öğretmenliği mezunu. Marmara Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansı yaptı. Aynı üniversitede doktora eğitimine devam etmekte. Aylık sinema dergisi Rabarba Şenlik’in editörlüğünü yaptı. Sinema Kafası’nda başladığı sinema yazarlığını Cineritüel’de sürdürüyor. Mail: fatih_degirmen@hotmail.com