- Rüya fabrikasının altını kazıyan, kabuk bağlamış yaraları deşen, kanatan Cronenberg, sapıklık ve patolojik çelişkiler çerçevesinde bağımlılık, aile ve özgürlük söylemleri ile sadece Hollywood’u değil, toplumsal katmanları da zehir zemberek bir biçimci üslupla masaya yatırıyor.
Satirik, hatta yer yer kitch ögelerle çerçevesi çizilmiş yeni Cronenberg filmi Yıldız Haritası, yüzünde ve vücudunda yanık izleri, cazibeden yoksun tavırları ve hiç çıkarmadığı eldivenleriyle olması gereken en son yer olan Hollywood’a gelen Agatha’yı merkeze alıyor. Agatha’nın öyküsünden çıkarımla entelektüel bir uyarıcılık görevi üstelenen Yıldız Haritası atıf yaptığı evrene paralel, kontrollü olarak dağılıp gerçeküstü bir anlatımda tamamlanıyor. Rüya fabrikasının altını kazıyan, kabuk bağlamış yaraları deşen, kanatan Cronenberg, sapıklık ve patolojik çelişkiler çerçevesinde bağımlılık, aile ve özgürlük söylemleri ile sadece Hollywood’u değil, toplumsal katmanları da zehir zemberek bir biçimci üslupla masaya yatırıyor. Tabii ki elini korkak alıştırmadığını söylemeye gerek yok.
Yıldız Haritası, Agatha’nın Hollywood’a gelmesi ile başlıyor. Agatha’nın amacı ünlü olmak değil, geçmişiyle olan bağlarını düzeltmek. Zaten kiraladığı limuzinin istediği gibi gelmemesinden bir başarı hikâyesi izlemeyeceğimizin ipuçlarını yakalıyoruz. Cronenberg yıldız sisteminin kaybedenlerine döndürüyor kamerasını; ışığın artık vurmadığı ya da ebedi karanlıkta kalanları izliyoruz: Aktör olma sevdasında olan Jerome, eski popülaritesini kaybetmiş bir oyuncu olan Havana, çocuk star kardeşi Benjie… Cronenberg kara bir mizahla kan dondurucu bir hikâyeye adım atıyor; tam da Agatha geldikten sonra başlıyor, hayatına girdiği kişilerin kâbusları. Agatha bedenin kutsandığı ışıltılı dünyaya tezat, deforme olmuş haliyle gerçeklerin anlamlı olmadığı bir dünyanın hayaleti konumunda iken, aniden çevresindeki görkeminin plastikliğine vurgu yaparcasına tek gerçek kişiye dönüşüyor.
Aile: İşgalci Bir Güç
Yıldız Haritası aile üzerinden açılıyor; ancak merkeze aldığı sadece parçalanmış, hatta sapkınlık derecesinde grift ilişkilere girmiş bir aile değil. Ailenin işgalci bir güç olarak bireyin yaşamını ele geçirdiğinin, yozlaşmanın temelinde olduğunun altı çiziliyor. Agatha ve Benjie ebeveynlerinin laneti ve hırsları yüzünden yollarını kaybediyorlar; Havana ise üstü örtülen bir anne-kız hesaplaşmasının travması ile baş etmeye çalışıyor. Havana ve Benjie’ye dadanan hayaletleri de ailenin kâbusunun iz düşümü, çözülememiş sorunların dışa vurumu olarak görebiliriz. Hayaletler bir korku motifinden çok mizahla harmanlanmış bir metafora hizmet ediyorlar. Bu noktada filmde sıklıkla Paul Éluard’ın “Liberte / Özgürlük” şiirinin tekrar edilmesine de bir parantez açmak gerekir: Agatha filmde gerçeklik bağını çoğu kez bu şiirle kuruyor. Yön bulmak isteğinin bir yöntemi olan şiir, tüm hayatını işgal eden insanlara, düşüncelere, aileye ve algılara karşı protest bir tavır olarak göze çarpıyor. Bir şekilde özgürlük tercihinin filmin sonunda manipülatif bir eylemle sonuçlanması ise filmin karanlık tonuna, çıkışsızlık hissine hizmet ediyor.
Cronenberg’ün body-horror filmlerindeki bedenle kurduğu ilişki genel algının aksine belirli dönüşümlerle son dönem filmlerinde de devam ediyor. Belki ilk dönemi kadar grotesk anlar barındırmıyor ve daha çok ruhun işgaline evrilmiş bir tezahür söz konusu olsa da, “The Fly” gibi ilk dönem filmleri ile Yıldız Haritası arasında en azından bedenin işgal edilmesi açısından benzerlikler görebilmek mümkün. Her iki filmde de bireyliği kaybetmek üzerinden okunabilecek malzemeler mevcut. Ailenin, lüks tüketimin, şöhret takıntısının, bireyin hayatına müdahil olması ve onu plastik bir dünyaya hapsetmesi filmin esas sorunsalı olarak göze çarpıyor. Tüm o aşırılıklar ve bağımlılıklar sahte bir birey olmaktan, gerçeklikle kurulan bağın zayıflığından kaynaklanıyor. Öyle ki; çoğu kez kendine yabancılaşan ve bunun farkına dahi varamayan karakterler kibri bir gereklilik, sapkınlığı da özgürlük ile karıştırıyorlar.
Bir Hollywood hicvi olarak Yıldız Haritası odak noktasını farklı hikâyelerle anlatmaya çalışıyor. Rüyalar, bağımlılıklar ve hayaletlerle Hollywood arasında kurulan ilişkilerin zemininin mistizm olması, yönetmene özgü tatlar barındırsa da anlatının gücünü zedeliyor. Oysaki sert zeminde oynayan Cronenberg’ün gerçek starların isimlerini kullanarak filmin içinde izleyiciye yaşattığı yabancılaşmanın, aile ve bireyin yalnızlığı üzerinden geliştirilen söylemlerin etkili bir çıkarımla birleştirilebilmesi olasıydı. Yönetmenin bunu bilerek tercih ettiğini, kara mizaha meylettiğini de söylemekte fayda var. Bu tercihin filmin akışına değil, ancak çıkarımına ciddi zarar verdiğini söylemek mümkün. Yine de siz bakmayın Cronenberg’ün merkezine Hollywood’u aldığına, özelde sıradan insanın yozlaşması üzerine çarpıcı bir öykü anlatıyor.
İşletme ve Finans lisans mezunu, Sosyoloji öğrencisi. Kendi blogu ve DVD+ dergisi forumundan sonra sinema yazılarını yayınlamaya Sinemaximum sitesi ile başladı. Daha sonra yaklaşık 2 yıl Türkiye’nin ilk online sinema dergisi Sinemalife’da Düş Perdesi ve Ev Sineması bölümlerini yürüttü. Kanal D Home Video DVD dergisinde yazdı. Temmuz 2013’de Cineritüel ekibine katıldı. Philip Morris Ezd kanalında Planlama ve Analiz bölümünde çalışmaktadır.